"Nitelikli bir çevre yaratamazsak bu ortamda biz yaşamak zorunda kalacağız"
Türkiye'deki işverenlerin danışmanları çok geç belirleyip, sürece geç dahil ettiğine dikkat çekiyorsunuz. Danışmanlar ile nasıl bir iletişim kurduğunuzu ve iş yapma alışkanlıklarınızı öğrenebilir miyiz?
MA: 2003 ve sonrasında yabancı yatırımcıların gelmesiyle birlikte olması gereken danışmanlar projelerde yer almaya başladı. Bugün hala eksik olan maliyet danışmanı. O bir türlü olamadı. Aslında anlamakta güçlük çekiyoruz çünkü işveren açısından en önemli konu maliyet ve bu yolda yanında olması gereken en önemli danışmanlık hizmetini almıyor. Çok genelgeçer metrekare maliyetleri üzerinden işler yürüyor. Sonuçta tüm projeler maliyet artışı ile bitiyor.
Yabancı yatırımcılar, danışmanlıkları bir maliyet olarak değerlendirip bu maliyeti proje bütçesine ekleyip ticari süreçte geri alıyor ve faydasını projedeki kayıp ve kazançları kağıt üzerinde inşaata göre çok düşük bir maliyet ile değerlendirerek sağlıyor. Yabancılardan öğrendiğimiz "değer mühendisliği" diye bir kavram var. Biz projelerimizde genel olarak bunu uygulamaya çalışıyoruz.
Öte yandan çok fazla rekabet ve çok fazla proje arzı var.
MA: Tabi ama, nitelikli bina sayısı da artıyor. Kalite, rekabet ile geliyor. Biz o tarafta olmaya çalışıyoruz. Ülke ekonomisinin lokomotifi inşaat olunca, yapı malzemeleri sektörü de çok hızlı gelişiyor. Mümkün olduğunca yerli malzeme kullanarak, yaptığınız binaların ekonomik şekilde uygulanmasını sağlayabiliyorsunuz. Günün sonunda, nitelikli bir çevre yaratamazsak bu ortamda biz yaşamak zorunda kalacağız. Biz bütün projelere bu şekilde bakıyoruz. İşverenin beklentisini, belirlediği bütçeyi ve süreci en iyi şekilde yorumlayıp kamu yararını da gözetebilen projeler ortaya koymaya çalışıyoruz.
"LEED'i bir başarı kriterinden çok, tescil etme olgusu olarak değerlendiriyoruz"
Bunun ilginç bir sonucu da Rönesans Mecidiyeköy Ofis projenizde LEED Altın sertifikasını hedeflememenize rağmen bu dereceyi almayı başarmanız.
MA: Evet, sertifika bina tamamladıktan hemen sonra alındı. İşverenin, sürdürülebilirlik sertifikası almak istediğinden çok sonra haberdar olduk. LEED almayı bir başarı olarak görmedik. Çünkü LEED'i bir başarı kriterinden çok, bir tescil etme olgusu olarak değerlendiriyoruz. LEED, iç ortam hava kalitesini yani doğal havalandırmayı artırmak ana kriteri ile başladığı için bunu standartlar belirliyor. Daha sonra doğal aydınlatma, yerel malzeme kullanımı ekleniyor. Biz bunu zaten yapmak zorundayız diye bakıyoruz. İş hayatımızda iki değerli mimar ile çalıştık, bu mimarların ağızları laf yapmaz, elleri iş yapardı ve biz onlardan çok doğru şeyler öğrendik. Bu öğrendiklerimizi de uygulamaya çalışıyoruz.
RMO, az önce bahsettiğiniz "değer mühendisliği"ne de güzel bir örnek aslında...
MA: Tabi, bu yapının %90'ı yerli malzemeyle yapıldı ve bizi oldukça tatmin eden bir sonucu var.
"Bu şehrin planlamasının her gün tartışılıyor olması lazım"
Kentsel dönüşüm gittikçe popülerleşen bir kavram olarak gündemde yer alıyor. Sizce gidişat ne yönde?
Uİ: İşin nasıl yönetildiğine baktığımızda, uzun vadede yaşanması zor şehirlere doğru bir gidiş var. Kentsel dönüşüm konusu bütün dünyada çok revaçta. Londra'da da kentsel dönüşüm yapılıyor, Paris'te de...
MA: Yurtdışında bu süreç bizden daha şeffaf ilerliyor. Mesela, Londra'da Tate Modern müzesinin çevresine yüksek binaları planlamışlar ama tepki ile karşılaştıkları için proje şu anda beklemede ve muhtemelen değişiklikler yapıyorlar. Bizde, bugün yanınızdaki boş arsada yarın bir kule yapılabilir. Bölgesel planlama kararlarına müdahale çok artmış durumda… Öte yandan, tarihi yarımadanın siluetini bozan binalar çok eleştiriliyor. Burada sorumluluk, o binayı yapandan öte yapılmasına izin verenlerde değil midir?
Biz artık kentsel tasarım ile daha çok ilgileniyoruz. Bina yapılması konusunda bir sıkıntı yok. İç mekan tasarımı da üst seviyede. Fakat şehir yapamazsak yaşayamayacağımız bir yerde olacağız. Parkları tek tek yapı alanlarına dönüştürüyoruz.
Uİ: Bugün yaptıklarımızı yarın yıkar hale geliyoruz. Bir yapının ekonomik ömrü 50 yıl olarak hesaplansa da 25. yılda bunları yıkıp neye dönüştürebileceğimi konuşuyoruz. Eskimiş bir yapı birikimi var ama kentsel dönüşüm daha çok rant yönünde işliyor. Mecidiyeköy'de de kentsel dönüşüm yapılması gerekirken Bağdat Caddesi yıkılıp baştan aşağı yapılıyor.
MA: Bu şehrin planlamasının her gün tartışılıyor olması lazım. İstanbul deniz kenti değil mi? İnsanların ne kadarı burada bir deniz olduğunun farkında ya da denizi olması gerektiği gibi kullanıyor muyuz? Bir kere girip rahat rahat yüzemiyoruz çünkü betonlaştırdık ya da yeterince temiz değil. Ulaşım için çok az kullanıyoruz. Biz bu şehri yanlış kullanıyoruz. Mimarlık ortamının yeni konusu, bu şehirlerin 50 yıl sonra ne olacağını tartışmak olmalı.
Gerçi mimarlık bienallerinde bu konu sıkça ele alınıyor.
MA: Evet, konuşulmuyor değil fakat bu ortamı ve konuşmaları çok entelektüel, jargonu yüksek buluyorum. Söylenecek şeyler herkesin anlayabileceği ortam ve dil ile olmalıdır. Şehirde sadece biz yaşamıyoruz. Konunun paydaşlar ile daha rahat tartışılabilmesi için iletişimin her düzeyde ve en geniş katılımla yapılabileceği platform ve dil benimsenmelidir. Bazı yazılarda okuyoruz, klişeler üzerinden hep aynı şeyler anlatılıyor. Herkes doğrusunu yapmış, kimse hata yapmamış. Peki, bunları kim yaptı?