"Ofis Yapımız Hiç Değişmedi"

02 Mart 2025

Viyana’dan İstanbul’a dönme sebebiniz neydi?

Babamın benimle yapmış olduğu bir konuşma, bir anlaşma diyebilirim.

Lisans ve mastır eğitimi sürecinde, mimari çalışmalar yerine konser vererek, rehberlik yaparak, birçok farklı organizasyonlara katılarak ve özel ders vererek, kazandığım paralarla seyahat eden bir yaşam tarzı sürmem nedeniyle babam bana, “Sen mimarlık yapacak mısın?” diye sormak durumunda kalmıştı. Babamın arzuladığı veya hayal ettiği bir yolda ilerlemiyordum, çünkü o zamanın genç insanı olarak bir birikim toplama ihtiyacı hissediyordum. Oturup büroda tasarım yapacak olgunlukta değildim daha. Başka bir şeylerim eksikti. O eksiklikleri gidermek için birazcık daha mimarlık dışında bir hayata yöneldim. Bu da babamda bir endişe yarattı. “Bu şekilde gideceksen mimar olamazsın” uyarısını sıklıkla yaptı bana ve bir gün, “Ben şimdi bir büro kuruyorum, eğer sen bu işi yapmayacaksan ben bu adımı atmayacağım” dedi. Mimarlığı çok severek okuduğumu, mastırımı yapıp daha farklı bir mimarlık dünyasını tanımak amacıyla Viyana’ya gideceğimi, dönünce tabii ki büroda çalışmak istediğimi, ama o an için hazır olmadığımı söyleyince durumu kendine has büyük bir anlayış ve olgunlukla kabul etti.

Viyana’da artık dördüncü senemi tamamlarken, hem İTÜ’den asistanlık teklifinin gelmesi hem de babamın büyük bir proje almış olmasından dolayı, artık ben döneyim ve babama destek olayım noktasına gelmiştim.

O zamanlar Viyana’da çalıştığım büyük büronun sahibi Peter Czernin bunu çok anlamlandıramadı. Beni çok severdi ve oldukça iyi bir pozisyonum da vardı ofiste. Babamın ofisini devralmak üzere ayrılacağımı anladığında, gitme biz buradan o ofisi besleyelim önerisini getirdi. Ama o zaman internetin hayali bile yok, posta yoluyla kurulabilecek bir iletişim hattının da gerçekçi olamayacağı düşüncesiyle bu kibar önerisini reddetmek zorunda kalarak ayrıldım.

Geldim ve ondan sonra da Türkiye’nin gerçekleriyle boğuşmaya başladık.

Erözü Mimarlık, babanız Yük. Müh. Mimar Metin Erözü tarafından 1970 yılında kuruldu. Çok önemli projelere imza attı. Ofis yapısından bahsedebilir misiniz? Yıllar içerisinde nasıl gelişti. Şu anda kaç kişilik bir ekiple çalışıyor?

Aslında ofis yapımız hiç değişmedi diyebilirim. Babamın zamanında da bizim ekibimiz beş kişiden fazla olmazdı. Sadece 2001 yılında Rusya’dan aldığımız bir büyük proje neticesinde Harun Senegör ve ofisi LOFT Mimarlık ile ortak çalışmalara başladık. 100-150 bin metrekarelik büyük projelerin altından kalkabilmek için iki ofis bir araya geldik ve tarihimizin en kalabalık ekibiyle çalışmaya başladık. Sayısı 20’yi geçen ekiple çalışma şekli beni çok mutsuz etti. Çünkü muazzam bir yük, kontrol edemediğiniz bir büyüklüğe erişmiş olduk. Herkes benim gibi değil tabii, büyük aparatları idare edebilen mimarlar da var, altlarında sorumlu yöneticileri olan. Ama ben öyle bir insan değilim. Kendi çizdiğim şeyi hep kontrol etmek isterim. 

Bu kalabalık ekiple yaklaşık sekiz sene kadar beraber bir ofiste çalıştık. Ben sabahleyin bir arkadaşla çalışmaya başlayıp, tüm ekibi dolaşana kadar gün bitiyordu zaten. Bu da beni tasarım yapamaz hale getirdi. Elimde çanta, sürekli seyahat, oraya git, buraya git, malzeme gör, sistem gör, bunları farklı ortamlara taşımaya çalış... Bu benim hedeflediğim hayat değildi.

2008 yılındaki ekonomik krizde küçüldük. Hatta bir kişiye kadar indik. Sonra bayağı tutarlı bir şekilde üç kişi ile beş kişi arasında bir ekiple devam ettik. Şu anda da böyle çalışmaya devam ediyoruz. Büyük bir proje gelirse mutlaka ikinci bir ofisle ortaklık kurup birlikte yapıyoruz. Başka ofisler de bize gelebiliyor bazen. Bunu da çok güzel ve anlamlı buluyorum, çünkü mimari tasarım süreçleri iki farklı büronun farklı yaklaşımlarıyla ortaya çıkıyor. Daha ilgi çekici, özüne daha uygun binalar tasarlanabiliyor.

Bir de artık bugünün teknolojisinde proje ve çizim üretimi çok hızlandı. Hızlanınca da, sadece o işi doğru yapabilecek eğitimli insanlara ihtiyaç duyuyorsunuz. Bizim ofisimiz zaten okul gibidir. Gelirler, üç-beş sene çalışırlar, sonra bir yerlere ya bir inşaat şirketine müdür olarak giderler ya da kendilerine ofis açarlar ki, en çok tercih ettiğim çocukların kendilerine ofis açmalarıdır. Böylece bizim dilimizi bilen, ortak anlayışlara sahip ofislerin de oluşmasına katkı sağlayabiliyoruz.

Umur Lojistik Merkezi

Umur Lojistik Merkezi, eskiz

Şu anda da İstanbul’dan ayrılma sürecindesiniz. Neden böyle bir karar aldınız? Neler hedefliyorsunuz?

İstanbul’dan tümden ayrılamam tabii ki. Mutlaka bizim burada bir bağlantı ofisimiz olacak. Fakat bana göre ülkenin ve İstanbul’un yaşam koşulları artık dayanılmaz bir hale geldi. Buna hangi açıdan bakmak isterseniz bakın; ekonomik, sosyolojik, fiziksel... Türkiye’de biliyoruz ki, mimari ofislerin kazançları belli bir miktarın üzerine çok fazla çıkamıyor. Buna karşın da İstanbul sürekli pahalılaşan bir şehir. Böyle olunca yanınızda çalıştırdığınız personele verdiğiniz ücretler de iç açıcı olmuyor. Okumuş bir insana ne yazık ki, kabul edilmesi güç maaşlar veriyorsunuz. Tabii ekonomik koşulların getirdiği bu durumun dışında, gençlerin yetiştiriliş tarzı, üniversitelerde gördükleri muameleler, kendilerini küçük bir tanrı gibi hissediyor olmaları, bir-iki sene geçtikten sonra biz bu işi öğrendik deyip bizlere patronluk taslıyor olmaları gibi can sıkıcı konular da var. Bunları yaşıyor olmaktan gerçekten sıkıldım. 

Bunun yanı sıra Denizli’de ve Samsun’da ikişer sene hocalık deneyimim oldu. Orada proje stüdyoları yönettim ve Anadolu’daki insanlarda hâlâ yaşa, bilgiye, birikime ve tecrübeye bir saygının olduğunu gördüm. O nedenle esas olarak Sinop ya da Samsun’da daha büyük bir ofis açıp, oranın gençlerine, oranın yapı sektörüne ve sonuçta ülkeme bu şekilde faydalı olmak istiyorum. Burada artık her şey paraya, hıza dönmüş durumda. Bana müşterilerimiz gelip bir proje isteyecekken, ilgili belediyeyle ilişkim olup olmadığını soruyorlar. İlişkim yoksa teklif bile almıyorlar. Böyle bir ortamda mimarlık olmaz.

Ücretler İstanbul’da artık yaşayamayacağımız kadar düşük. Meslektaşlarımı da bu konuda suçlayamıyorum; çok düşük kalitede hizmet vermek zorunda kalıyorlar. Başka türlü işin içinden çıkılamıyor çünkü. Oturup detay çizemiyorsunuz, detay pahalı bir iş süreci... Bunun parasını kimse ödemeyince de bütün iş müteahhitlere kalıyor. Müteahhitlerin de çalışma odağı ve motivasyonları belli. Her şey para odaklı olunca, hiçbir şeyin çok yönlü ekonomisi düşünülmüyor ve bu durum bizim mesleki tatmin açısından kabul edilebilir ölçülerimizi çok çok aşıyor. O nedenle benim gibi bu yaşa gelmiş, bu kadar tecrübe biriktirmiş insanların Anadolu’da daha iyi şeyler yapabileceklerini düşünüyorum. Çünkü orada çok ihtiyaç var. Bir sürü üniversite açıldı, hocaları yok. Asistanlar ders vermeye çalışıyorlar. Oraya gidip bilgimi tecrübemi gençlerle paylaşırsam, orada bir ışık olabilirim diye düşünüyorum.  

Daha öncesinden bir bağlantınız var mı Sinop ya da Samsunla?

Eşim Sinoplu; Sinop’un doğasını ve insanlarının yaşama bakış şekillerini çok seviyorum. Medeniyet düzeyi, birçok büyük şehre göre çok daha yüksek bir noktada... Eşimle buraya yerleşerek, sosyal anlamda da çok iyi işler yapabileceğimizi düşünüyoruz. Şu anda Sinop’ta benimle çalışabilecek genç mimarları araştırıyorum. Mimarlar Odası’nın temsilciliği var, kendilerinden bu konuda destek rica ettim. Gördüğüm kadarıyla, Sinop’ta büyük çaplı proje tasarım ofisleri pek yok. Aslında anlaşılabilir bir durum, çünkü Sinop insanının büyük şehirlerden tanıdığımız yeşil düşmanlığı içeren hırs ve kavgaları barındıran bir yaşam şekli yok.  Son derece medeni, düzgün konuşan, geniş düşünen ve sakin bir tempoyu tercih eden sağlıklı bir sosyal yapı gözlemliyorum. Bunun daha çağdaş ve daha çok çeşitlilik içeren projeleri gelecek nesillere kazanç olarak bırakabilmemiz için çok daha uygun bir ortam olduğunu düşünüyorum. 

Farklı ölçek ve tiplerde projeleriniz mevcut. Siz hangi alanı uzmanlık alanınız olarak görüyorsunuz?

Eğitim yapıları ve endüstri yapıları. Bu iki yapı türünü çok severim. İçimde kalmış iki ukte vardır, biri hastane diğeri de müze binasıdır. Bunları henüz yapamadım. Bir müze projemiz vardı ama proje aşamasında kaldı, inşa edemedik. Ayrıca bir arkeoloji müzesi, bir sanat müzesi yapmayı da çok isterdim. Yine çok istediğim yapılardan biri itfaiye binasıydı. Onu Dudullu Organize Sanayi Bölgesi’nde yapabildik. Şu anda örnek itfaiye tesisi olarak gösteriyorlar, sürekli eğitimler yapılıyor orada. Çok ilginç bir proje süreci eşliğinde -biraz eksik bilgilendirme, biraz da yanlış anlaşılmalar nedeniyle- çok hoş bir sonuç çıktı ortaya. Bu projede Anadolu Yakası İtfaiye Müdürü, Sn. Ceyhun Karakuş’un desteğini anmadan yapamayız. Bir insan ancak bu kadar ileri görüşlü, tasarımcıya bu kadar destek olabilir. Onun sayesinde çok güzel bir tesis yapabildik oraya. 

Umur Lojistik Merkezi


Cem Erözü ile...
Erözü Mimarlık Projesi Üzerine Bir Görüş
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :