
Neden Atölye Mimarlık?
Öğrenciliğimi 1990-1996 yılları arasında Taşkışla'da geçirdim. Aktif bir öğrencilik hayatım vardı, "Mimarlık Öğrencileri Buluşması"nı düzenliyorduk, Türkiye'nin her yerinde satılan "Beyaz Duvar" adında bir dergi çıkarıyorduk. Çıkarıyorduk dediğim; iki sayı çıkarabildik, ama efsanevi bir dergi oldu. (Gülüyor) O zaman için hiçbir mimarlık dergisinin satmadığı kadar çok sattı Beyaz Duvar.
Yeni mezun olduğumuz zaman ise kafamızda, büro gibi ticari bir işletme fikri yoktu. Arkadaşlarla birlikte hem dışarıya parça parça iş yapabileceğimiz hem de yarışmalara girmek, dergi çıkarmak gibi uğraşlarımızı gerçekleştirebileceğimiz bir yer açmak istiyorduk. O birlikteliği, kolektif üretim gerçekleştirebileceğimiz bir ortam olarak kurgulamıştık. Bunun için de dört arkadaş bir yer kiraladık. Oraya "atölye" diyorduk. Bu büronun kökeni o atölyeye dayanıyor, ismi de o atölyeden geliyor.
"Atölye", "Atölye Mimarlık"a nasıl dönüştü?
"Atölye" zamanında profesyonel anlamda iş yapmazken, 1998 yılında ticari işler allmaya başladık. "Atölye" de böylece "Atölye Mimarlık"a dönüştü, benim şirketim oldu. Atölye Mimarlık'ı Didem Teksöz ile birlikte kurduk. 2000 yılında aramıza Rıdvan Ö. Övünç katıldı. 2005'te Didem, sonra da Rıdvan atölyeden ayrıldı. (Gülüyor) Şimdi ben yalnız çalışıyorum.
Atölye Mimarlık, tam anlamıyla ticari bir büro oldu mu, yoksa atölye ruhunu korudu mu?
Aslında Atölye Mimarlık da kolektif üretim anlayışla yoluna devam etti ve bu açıdan bakıldığında da gerçek anlamda bir ticari işletme olmadı. Çünkü normal şartlar altında ticari bir işletme şöyle kurulur: Belli bir iş kolu seçilir, ortaya sermaye koyulur, o iş kolunda belli yatırımlar yapılır ve ortaya konan para geri alınır. Fakat Türkiye'de hangi mimarlık bürosu böyle? Bu anlamda, Türkiye'deki en büyük mimarlık bürosu bile gerçek bir ticari işletme gibi görünmüyor bana.
Mimari büro, ticari işletme olmalı mı peki?
Bilmiyorum. Şu anda mimarlığın gerçekleri pek öyle göstermiyor...
Atölye'nin web sitesinde "uygulama sürecini tasarımın bir parçası" olarak gördüğünüzü ifade etmişsiniz.
Kişisel olarak yapmaya dayalı bir mimarlık anlayışına sahibim. Bence, inşa edilmiş mimarlık tek başına dünyayı dönüştürmüyor, ama hiçbir şey de dünyayı, inşa edilmiş mimarlık kadar güçlü bir şekilde dönüştürmüyor.
Ben inşa ettikçe öğrenebiliyorum. Büronun ilk 5 senesinde daha çok Beyoğlu'nda restorasyon işleri, iç mekan düzenlemeleri yapıyorduk. O işlerin bile bize çok faydası oldu. Çünkü o yapmaya dayalı mimarlık pratiğini, böyle küçük şeyleri yaparak geliştirdik.
İnşa etmeye ayrı bir özen göstersem de, "yapmak" illa "inşa etmek" anlamına gelmiyor. Maket de bir çeşit "yapma" biçimi. Maket, bizim için özel bir üretim aracı, sadece görüntü veren bir ürün değil çünkü. Yani falçatayı, kalemden çok önce elime alıyorum.