Türkiye'de mimarlık öğrencilerinin yaptıkları ‘iş'lere pek sık rastlamıyoruz. Hatta bu anlamda bir ilki başardığınızı dahi söyleyebiliriz. Bu girişim hayatınızı nasıl etkiledi? İlk zamanlarda keyifle başladığınız işlerin, gelen tepkiler, beklentiler doğrultusunda sizi zora soktuğu anlar oluyor mu?
Pınar Arslan: Birisi gelip bir sonraki Dörtyüzsaniye'den bahsettiği zaman üstümüze yüklenen bir sorumluluk elbette var. Sonuçta herkes bir yandan okuyup bir yandan da böyle bir işi kotarmanın ne kadar zor olduğunun farkında. Ama devam etmek istemediğimiz, keyif almadığımıza inandığımız noktada bırakabiliriz. Örneğin aramızdan birinin bir etkinlik için pek fazla vakti olmuyor ve o dahil olmayabiliyor.
Enise Burcu Karaçizmeli: Bir de sanırım şunun altını çizmeliyiz: Biz toplamda 11 kişiyiz ve hepimiz öğrenci değiliz. Başından beri aramızda yükseklisans öğrencisi mimarlar ve sürekli bir işte çalışanlar da var.
İstanbul'daki kültür sanat etkinliklerine nasıl eklemlendiğinizi düşünüyorsunuz? Öğrenci ve amatör gözüyle diğer öğrencileri ve kültür-sanat çevresini nasıl değerlendiriyorsunuz?
EBK: Dörtyüzsaniye ve Mimarlık Savaşları için söyleyebileceğim en genel şey, bir tür ‘underground' etkinliği olması. Bizim için çok yabancı bir kavram gibi gözüküyor ama, gerçekten de öyle olduğunu düşünüyorum. Bununla ifade etmeye çalıştığım hem çok ortada olmayan, ama aynı zamanda da kamusal olan bir etkinlik olması; bir anlamda iki ucu bir araya getirmesi. Bir üçüncü olarak da öğrenci tabanlı oluşumlar olmaları, etkinliklerimizin en büyük farklılıklarıydı.
P.A: Diğer yandan İstanbul ve Türkiye, öğrenci ve/veya amatör girişimlerinin taşıdığı potansiyeller açısından oldukça yetkin. İstanbul'da da son birkaç yıldır kültür-sanat etkinliklerinde hızlı bir artış var. Teker teker öğrencilere baktığımızda da, hemen herkesin kafanın epey çalıştığını görüyoruz. Ama biraz dürtmek gerekiyor herhalde. Bir de çok büyük beklentiler içinde olmamak...
EBK: Biz başından beri amatör ruha da deneyselliğe de inandık. Biraz da bundan beslendiğimizi söyleyebilirim. Çünkü bütün bu beklenti-beklentisizlik öyle ilginç yerlere sütürlüyor ki sizi. Ne kadar çok işe imza atarsak atalım, mesleki alanımızın doğrudan içinde olmadığımız için o ruhu kaybedeceğimizi sanmıyorum. Başka bir farklılığımızı da bunlara bağlıyorum.
Peki tüm bu işlerden sonra mesleğinize olan bakış açınızda bir değişiklik oldu mu? Mimarlık ve etkileşim içinde olduğu yan disiplinlere dair edindiğiniz onca bilgi ve tecrübeyi kullanabildiğinizi düşünüyor musunuz?
P.A: Mimarlık konusundaki duruşumuzda veya yaklaşımımızda aslında pek fazla değişiklik olmadı. Ancak yan disiplinlere karşı duyduğumuz ilgi arttı, bunları daha çok takip eder olduk. Zaten amacımız kendimizi geliştirmekti ve bunu zor da olsa yapıyoruz. Mesela ‘böyle bir şey varmış' diyen bir arkadaşımız geldiğinde, o konuyu araştırıyoruz ve ona dair bir sürü şey öğreniyoruz. Ufkumuz muhtemelen gelişmiştir.
EBK: Daha çok araştırıyor ve daha çok meraklı oluyorsunuz, ister istemez. Yakın tarihli bir etkinlik olmasa da, sürekli olarak okuyor, inceliyoruz. Öncesine kıyasla yaşadığımız en büyük farklılık bu olsa gerek.
P.A: Bir de gördüğümüz her şeyi daha iyi anlamaya çalışıyoruz. Normalde bir dergiyi karıştırırken üstün körü bakacağımız şeyleri inceliyoruz, altyapısını anlamaya çalışıyoruz. Böyle davranmamızın altında da ‘acaba bir şey çıkartabilir miyiz?' düşüncesi yatıyor. İnsanlar üzerine, topluluk üzerine daha fazla kafa yormaya başladık. Edindiğimiz her bilgiye ‘bunu nasıl kullanabiliriz' veya yurtdışında gördüğümüz her projeye ‘bunu Türkiye'ye nasıl uyarlayabiliriz' mantığıyla yaklaşmaya çalışıyoruz.
Bundan sonra difüzyon'dan ne gibi etkinlikler, nasıl girişimler bekleyeceğiz? Projeleriniz neler?
EBK: Bu güne dek düzenlediğimiz tüm etkinlikler, Dörtyüzsaniye, Mimarlık Savaşları, Tişört Atölyesi, buluşma kapsamındaydı. Difüzyon'un ileride üreten bir mekanizma, bir topluluk olmasını istiyoruz. Difüzyon imzalı işler yapmak, şimdiye kadar bir araya getirdiğimiz insanların işlerini kapsama alan, o deneyimlerden yararlandığımız çalışmalarda bulunmak veya basılı yayın çıkarmak gibi hayallerimiz var.
P.A: Kentsel ölçekte gerçekleştirilmiş yurtdışı projelerine karşı oldukça ilgi duyuyoruz. Ancak bunları Türkiye'ye olduğu gibi adapte etmek pek mümkün gözükmüyor; bu yüzden noktasal müdahalelerle aynı etkinlik havasını yaratmanın yolları üzerine düşünüyoruz. Bu, örneğin kent içinde tek bir kapı belirleyip onu aydınlatarak dikkati çekmek şeklinde olabilir. Veya hiç merak etmediğiniz bir binanın girişine koyulan bir enstalasyon, o ‘ev'in içine sizi alır ve orada bir sergiye sürükler. Yaptığımız her işin illa ki Dörtyüzsaniye gibi büyük ölçekli veya çok kişiyi ağırlayan yapıya sahip olması gerekmediğini düşünmüyoruz.
Difüzyon ileride bir mimarlık bürosu olabilir mi?
EBK: Bunu da konuşuyoruz aramızda tabii. Fakat daima kültür-sanat kaynaklı çalışmak istiyoruz. Bugün bildiğimiz anlamıyla bir büro kurmaya pek sıcak bakmıyoruz.