Doğan Bey öncelikle şunu merak ediyorum. Biliyorsunuz her yarışma kurumu kendi içerisinde bazı sorunları barındırır, mutlaka polemikler de doğurur. Bu yarışma özelinde, kolokyumun görece hararetli geçmiş olmasını ya da yapılan seçimlerin çeşitli yarışmacılarca veya diğer izleyenlerce eleştirilmesini neye bağlıyorsunuz? Bunun çok hassas bir konu yani bir din yapısı olmasına mı yoksa asıl projenin nitelikleri ile ilgili başka beklentilere mi?
Efendim, hepsi gerekçeler arasında olabilir. 150 kadar yarışmacı içinden sadece 8'i değerlendirildiği zaman, diğerlerinin kendi düşüncelerini beğenmesi, savunması ve birinciyi veya diğer derece alanları eleştirmesi çok doğaldır. Benim deneyimlerime göre buradaki eleştiriler, tatminsizlikler son derece kısıtlı kaldı. Genel olarak birçok yarışmacıdan ve gözlemciden, jürinin iyi bir sonuç aldığına dair kanaat edindim. Tabi ki eleştiriler olacaktır, onlara da saygı duyuyorum ama bu kolokyumda bunlar görece daha az oldu. Yani genel olarak bir tatmin duygusu olduğunu söyleyebilirim.
Yapı-Endüstri Merkezi'nde bulunan maketleri, paftaları incelediğimizde bütün katılımcı projeler arasında hakim bir geometri olduğunu görüyoruz. Genelde düz çatılara gidilmiş ve bunlar farklı derecelerde kotlandırılmış. Güneşe yönelim ve araziye oturuş açısından tabi ki geometrik açı, doğrultu anlamında bazı minör veya majör farklılıklar var ama yaygın bir geometrik eğilimin olduğu söylenebilir. Acaba bunu neye bağlarsınız?
Bir defa bildiğiniz gibi namaz saf halinde kılınıyor. O bakımdan geometrik olması yani kare veya dikdörtgen halinde olması işlevine uygunluğu bakımından son derece doğaldır. Burada böyle hibrid formların, karışık formların olması zaten işlevine aykırı olacaktı. Bu işlev, formlardaki beraberliği getiriyor ama bunlar, derece derece arsayı kullanışları, arsa içindeki yer alışları, arsa içindeki büyüklükleri bakımından büyük farklılıklar gösteriyorlar. Birinci ödülü alan proje, jürimizin kanaatine göre arsayı en iyi kullanan ve arsanın hemen her metrekaresinde insanların kolay ulaşmasına ve birlikte kolay ibadet etmesine, hatta Cuma ve bayram namazlarında en geniş ölçüde katılımı sağlayan saf, yalın, sade bir proje.
Anlıyorum, işlev şeması da zaten...
İşlev şeması da öyle, mimarisi de adeta belirli bir asalet taşıyor ve kolokyumda da söylediğim gibi zamansız bir proje. Yani zamanla modası geçecek, ani bir heyecanla doğmuş bir form gibi değil görünümü. Buna örnek olarak Gehry'nin yapılarını gösterebiliriz. Bu, onun gibi örneklere nazaran çok daha sindirilmiş, sakin, dengeli bir yapı. Zaten böyle bir projenin iki üç ay içerisinde en parlak sonucuna ulaşması, eleştirilmesi mümkün değildir. Yaratma, Le Corbusier'nin dediği gibi, sabır gerektiren bir süreçtir. Bu arkadaşlar da, öyle umut ediyorum ki daha çok araştıracaklar ve uygulamada diğer yarışmacılardan da yararlanarak daha parlak sonuçlara ulaşacaklar.
"Yabancı mimarların çok da rağbet edilecek bir şey olmadığını gösterdik"
Mutlaka… Yarışmacıları kutlayıp selamlarken, "1955 yılındaki kendi halimi gördüm" dediniz. Sizin yarışmalara katıldığınız ortamı merak ediyorum. Sami Sisa'yla beraber ödüller kazandığınız dönemden bu zamana gelene kadar sizce Türkiye'de mimarlık piyasası için yarışma kurumunda ne gibi gelişimler ve ne gibi değişmeler kaydedildi?
1950'lerden 80'lere kadar bizim mesleğimizin ilk 30 yılında mimarlık pazarını koruyorlardı. Dolayısıyla yabancı mimarlar Türkiye'de iş yapamıyorlardı. Ayrıca Bayındırlık Bakanlığı tarafından oluşturulan yarışma, jürilik, ücret yönetmeliği, hizmet yönetmeliği gibi müesseseler, mimarlığı kurumlaştırmıştı. Özellikle kamu yapıları yarışma açılmadan yapılmıyordu. Çünkü kamu kaynaklarıyla yapılan yapıların tanıdığınız herhangi bir mimara verilmesi en azından etik ve hukuki değildi. 1980'lerden sonra dünyadaki liberalleşme ile Türkiye'de de bu işler liberalleşti. Hele de ortak pazara girip hizmetlerin serbest dolaşımı 1995'te sağlandıktan sonra Türkiye'de yabancı mimarlar cirit atmaya başladı.
Biliyorsunuz toplumumuzda, özellikle bazı sığ kültürlü yöneticilerimizde, yabancı hayranlığı var ve onlar yabancı mimarlardan kendilerini ve yapı sahiplerini veya kurumlarını anıtlaştıracak harikulade şeyler bekliyorlar. Ama öyle bir şey yok. Biz, Türkiye'de açılan bir iki uluslararası yarışmayı kazanarak yabancı mimarların o kadar da rağbet edilecek bir şey olmadığını gösterebildik. Umuyorum ki zamanla toplumumuz olgunlaştıkça, yöneticilerimiz bu deneyimleri yaşadıkça, toplumumuzun mimarlık bilinci geliştikçe kendi mimarlarımıza güvenimiz artacaktır. Zaten kendi mimarlarımız olanak verilmedikçe gelişemezler.
Rekabet ettiğimiz yabancı mimarlar inanılmaz kapitallerle ve imkanlarla çalışıyor. Yüzlerce kişi büyük teknolojiler kullanarak, binlerce usta sunum, çizim ile tabi ki bir üstünlük sağlamaya çalışıyor. Ama işin doğrusu bugün Türk mimarlarının geldiği noktayı hiç de küçümsememek lazım. Mimarlarımızın, Türk müteahhitlerinin de gayretiyle, yabancı ülkelerde yavaş yavaş başarı gösterdiklerini görüyoruz.
Gelecek parlak diyorsunuz yani…
Her zaman ümitli olmak lazım, karamsar olmamalıyız.