"Mimarlık disiplini, lisede edilen birikimin bir köşeye bırakılacağı başka bir eğitim alanı değil"
Proje konusunda seçicisiniz ama bir de piyasanın gerçekleri var. Yarışma sever bir ofis olduğunuzu biliyoruz, onun dışında projeleri nasıl elde ediyorsunuz?
İE: İnan'ın da söylediği gibi belli kriterleri ortaya koyup, onun üzerinden gitmeye çalışıyoruz. Bir mücadele ediyoruz ama sürekli duvara tosladığımız da oluyor. Bu ülkenin gerçekleri farklı. En çok sıkıntısını çektiğimiz şey bir meslek yasasının olmayışı. Türkiye'de düzenlenmiş bir meslek yasasının olmaması, yeri geliyor karşı tarafa "aslında mimarlık şudur, mimarlığın gerekleri budur"u anlatma ihtiyacına dönüşüyor. X kişi de mimar, Y kişi de mimar. O bu işi bu fiyata yapıyor, oradan çıkan işçilik böyle, tabi sonra zararlar oluşuyor. Bunun bir standardı, bir çerçevesi olmuş olsa, buradaki hareket kabiliyeti de daha fazla olacak. Evet, yarışma sever bir ofisiz ama yarışmalarda da mümkün olduğunca seçici olmaya çalışıyoruz. Sonuç ne olursa olsun sözümüzü söylemeye çalışıyoruz. Bunda bile zaman zaman seçici kurulların yeterliliğini sorgulamak durumunda kalıyoruz çünkü süreç ve ortaya çıkan ürünler bunu gerektiriyor. Yarışmaların dışında başka mimari proje alanlarımız da var. Bunları da şimdiye kadarki birikimlerimiz ve oluşturduğumuz çevre üzerinden devam ettirmeye çalışıyoruz.
Geçen hafta Namık Kemal Üniversitesi'nde bir söyleşimiz oldu. Oradaki öğrenci arkadaşlara da söyledim, mimarlık disiplini, liseye kadar elde edilen birikimin bir köşeye bırakılacağı başka bir eğitim alanı değildir. Malzemenin fiziksel ve kimyasal özelliklerini, yapının statiğini, mukavemetini, dinamiğini, rüzgar ve deprem yükünü, yani mimarlığın her alanını düşünüp ona göre bir ürün ortaya çıkarmamız gerekir. Vitruvius da binlerce yıl önce söylemiş: Kullanışlılık, Sağlamlık ve Estetik. Tamam, sanatsal birtakım girdiler var ama fiziksel/kimyasal özellikler ve matematiksel hesaplar gibi teknik girdiler de var. Bütün bunların çözümlemesiyle bir mimari ortaya çıkartıyoruz. Ama şu anda Türkiye'de öyle bir piyasa da yok, öyle bir mimarlık çizgisi de yok. Biz bir masa da tasarlayacaksak, 3 milyon metrekarelik bir kent de tasarlayacaksak, olaya bakışımız böyle. Bunu her boyutuyla ele almaya çalışıyoruz ama dediğim gibi bir meslek yasasının olmaması, akademisiyle, pratiğiyle bir karmaşanın yaşanıyor olması bizi birtakım zorluklara sevk ediyor. Türkiye'de iş yaptığımız süre boyunca asıl hedefimiz, ortaya çıkarttığımız ürünlerle mimarlık ortamına bir bilgiyi de aktarmak, aslında böyle olması gerekiri gösterebilmek. Kendimizi de geliştirerek, yoğurarak ortaya çıkartacağımız şey bu. Bunu yapabilirsek kendimizi başarılı hissedeceğiz.
Aslında kendi aramızda bunları hep konuşuyoruz ya da siz okullara gidip konferans veriyorsunuz ama kamuoyunda da bu bilincin oluşması gerekiyor.
İE: Toplum çok önemli ama bu mesleği yapanların bile oturttuğu bir sistem yok. Avrupa bunu bir yere kadar oturtmuş, mimarlık eğitimi almış olsanız da bu mimar olduğunuz anlamına gelmiyor. Ama Türkiye'nin herhangi bir okulunda, herhangi bir nitelikte ve nicelikte, herhangi bir şekilde aldığınız diploma ile her sınıftan yapıyı tasarlama, yapma yetkiniz ve yeterliliğiniz var sayılıyor. Bunun ne kadar sağlıklı olduğu tartışılabilir mesela.
Gerçi şu anda mesleki yeterlilik ile ilgili bazı düzenlemelerin yapılması gündemde. Son eğitim kurultayında da bu dile getirildi.
İE: Evet, kurultaylarda hep gündeme getiriliyor. Ben 10 yıl öncesini biliyorum, hep tartışılan, konuşulan şeyler ama burada daha üst mercilerin, örneğin bakanlıkların devreye girmesi gerekir. Sağlık ve eğitim sektöründe olduğu gibi bu konuda da bir devlet politikası üretilmeli. Mesela biz en ufak ölçekli projelerde dahi bir çevresel, kentsel veri arıyoruz. Bir kentsel veri olduğunda bu planlama ölçeğine, bölgesel planlamalara kadar gidiyor. Bölgesel planlama olmayınca kentsel planlama, kentsel planlama olmayınca mimari düzgün olmuyor. Mimari düzgün olmayınca iç mekanda sıkıntı yaşanıyor. Yani ölçekler arası kargaşa yaşanıyor. Dolayısıyla yukarıdan aşağıya doğru bir düzenleme en doğrusu. Mimarlar bunu gerek kurultaylarda gerek başka platformlarda ortaya koyuyor ama bu konuda çok da özgür olunduğunu zannetmiyorum. Mesleği düzgün bir şekilde ortaya koyma çabasıyla yola çıkan ofisler, bunun mücadelesini tasarım üzerinden vermeleri gerekirken, toplumla, politikayla mücadele vermeye çalışıyor. Bu da emeğin doğru yere kanalize olmamasına sebep oluyor. Odak noktaları dağılınca, ortaya çıkan ürünler de bir noktadan sonra bu etkileşime dahil oluyor.
"Uluslararası standartlara uymayan projelerin ödülle teşvik edilmesine karşıyız"
Şehirle ilgili yürürlüğe girmiş üst ölçekli bir plan olmadığı için bina ölçeğinde bu kuralların delinmesi çok kolay. Haydarpaşa Garı, Haliç Tersaneleri gibi çok değerli alanlar için de hiç onaylamayacağınız projeler üretiliyor ve ne yazık ki bunun önüne geçemiyorsunuz.
İE: Dile getirdiğiniz bu gibi kentsel kararlarda politik birtakım süreçler var ama bizim daha çok önemsediğimiz şey teknik süreçler. Bir mimarlık ya da kentsel tasarım yarışmasında uluslararası standartlara uymayan, örneğin 5 m'lik yol ya da 80 cm'lik bisiklet yolu yapan, temel standartlarda eksikleri, hataları olan bir proje eğer ödülle teşvik ediliyorsa, buna karşıyız. Olması gereken kent buduru söylemek için ortaya çıkan yarışmaları teşvik eden ya da haklı kılan kuruluşlar, kişiler bile uluslararası standartları değiştirebiliyor veya ona göre ödüller verebiliyorsa, o zaman durup bunu sorguluyoruz. Bu işin kendi meslektaşlarımız tarafından bir çerçevesi çizilemiyorsa, o zaman siyasilerden de bunu bekleyemeyiz. Yani asıl olgunlaşmanın önce çekirdekte başlaması lazım. Pratikte ekonomik koşullar sizi istemediğiniz yönlere itebiliyor ama akademide bu nasıl oluyor, bilemiyorum. Uluslararası standartlara uymayan bir proje ödül alıyorsa, o zaman ben bunu sorguluyorum.
Aslında hatasından bir şeyler öğrenecek olan kişi, tam tersi bir yöne itiliyor. Diğer mimarlar da bu hatalı projeyi emsal almaya başlıyor.
İE: Tabi, iş bambaşka bir şeye dönüşüyor. Sonuçta hiçbir yarışmaya birinci olacağız gözüyle bakmıyoruz ama birinciden veya diğer ödül alanlardan bir şey öğrenmeliyiz, eksiklerimizi görmeliyiz, haklı kılmalıyız ve tebrik etmeliyiz. Oysa bu noktada şüpheli yaklaşımlarımız olabiliyor. Dediğim gibi sanatsal beklentiler değişken olabilir. Zevkler ve renkler tartışılmaz denir. Bence o da tartışılır çünkü renklerin de ışık kırmasıyla, soğurmasıyla, yansıtmasıyla, insanda uyandırdığı duygularla psişik ve fiziksel etkileri vardır. Onun bile teknik karşılıkları vardır. Sanatsal unsurları tartışmasak bile, teknik unsurları tartışmak ve nizama sokmak durumunda olduğumuzu düşünüyorum.
Galiba bu esneklik durumu mesleğin içindeki bazı insanların işine yaradığı için bir çerçeve çizilemiyor. Yani bunlar zaten uygulanmalı diye herkes bunu kabul edip o yarışmaya girseydi, bu konularda eksik kalan projeler belki ilk aşamada elenecekti. Ama bu sistemde birinci seçilebiliyor.
İE: Tam olarak öyle. Söylediğiniz şey işin özü. Yeri geliyor bunu bir yarışmaya uyarlıyorsunuz, yeri geliyor Mimarlık ve Eğitim Kurultayı'nda meslek yasası tartışmasına uyarlıyorsunuz. Critical Design Studio'nun bu konudaki tavrı, tekniğiyle, sanatıyla, fiziksel özellikleriyle, mobilya tasarımından kent parçalarına kadar ortaya bir ürün çıkartacağı zaman bunun düzgün yapılması. Önemli olan ortaya çıkardığımız ürünü yurtiçi, yurtdışı her türlü ortamda savunabilmemiz. Varolabildiğimiz sürece hedefimiz bu olacak.
Bu da aslında mesleki etikle alakalı...
İK: Güzel bir noktaya değindiniz. Ben de bütün bu konuşulanları birbirine bağlamaya çalışayım. Mesleğin teknik tabanında her şeyi oluşturduktan sonra, teknik tarafta tamamlayamadığınız birtakım açıklar vardır. Etik dediğinizde, bu açıkları artık sizin inisiyatifinize sunuyoruz, elinizi vicdanınıza koyup bir değerlendirme yapmanızı istiyoruz. Her şeyi tekniğe oturtamazsınız, bütün mesleklerin aynı zamanda psikolojik bir süreci vardır. Nasıl ki teknik, bir projenin iskeleti; tasarım da kabuğuysa, iskeletteki sorunları çözemediğiniz sürece kabuğa geçemezsiniz. Burada oturmuş 5 metrelik yol yoktur, aslında standart 7 ile başlar diye hala bunları tartışıyoruz.
O kadar olumsuz olmayalım. Sizin gibi 20 ofis, 50 ofis daha olduğunda bu durum bir şekilde dönüşecek.
İE: Bunu önce çekirdekte yapmamız gerekiyor dedim ya, aynen öyle. Ama kapitalist ekonomi bunu ne kadar imkanlı kılarsa.
İK: Bu tür yanlışların medya ortamında aleni bir şekilde yayınlanmasına rağmen mesleği icra edenlerin sessiz kalması beni çok şaşırtıyor. Jüride yer alanlara bakıyorum, hepsi de geçmişte özendiğimiz, saygı duyduğumuz, duayen dediğimiz insanlar. İnsanın gerçekten kanı donuyor. O zaman saygınızı da yitiriyorsunuz.