Sizin Yapı Dergisi'nde gazetecilik deneyiminiz de oldu sanırım?
Aslında üniversite hayatım boyunca Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi'nde çalıştım ben. Hem mimarlık ve sanat tarihini çok seviyordum, hem yazmayı seviyordum. Bir yandan da harçlığımı çıkarmam gerekiyordu. Orada edindiğim deneyimle de üniversite son sınıfta Yapı Dergisi'nde çalışmaya başladım. Çok güzel bir deneyimdi benim için. Çok acemiydim tabii (Gülüyor). Benim yaşında birinin altından kalkmasının zor olduğu bir görevdi. Örneğin Sedad Hakkı Eldem ile röportaja gittiğimi hatırlıyorum. Sedad Hakkı Bey zaten herkesin çok çekindiği biriydi; bense topu topu üniversite son sınıftaydım. Ne var ki böyle zor işlerle pişiyor insan.
İki sene sürdü sanırım o iş?
Evet, yaklaşık iki sene kadar sürdü.
Sonrasında yurtdışına gitmeye nasıl karar verdiniz?
Okulu bitirdikten sonra işletme dalında master yapmaya karar verdim ve Boğaziçi Üniversitesi'ne kabul edildim. Fakat birinci yarıyılın ortalarına doğru programdan çok sıkıldım. Anladım ki işletme benim karakterime hiç uygun değilmiş. Mimarlıkta, çalışmamın somut sonucunu görmeye çok alışmıştım, işletmede sonucu görememek beni çok rahatsız etti. O sıralarda Harvard'da Mimarlık Fakültesi bünyesinde işletme ve mimarlığı birleştiren bir "master üstü master" gibi bir programın varlığından haberim oldu. Tam benim istediğim gibi bir programdı, çünkü ben salt işletme değil mimarlığa yönelik işletme okumak istiyordum. Dolayısıyla Harvard Graduate School of Design'a başvurdum ve onlara da istediğimin sadece bu bölüm olduğunu ve başka hiçbir yere başvurmadığımı söyledim. Okul beni Boğaziçi Üniversitesi'nde aldığım derslerin bazılarından da muaf tutarak kabul etti.
Boğaziçi Üniversitesi'nde ders aşamasını bitirmiştim, tez aşamasındaydım o sırada. Harvard'dan kabul gelince kaydımı dondurup Amerika'ya gittim.
Amerika deneyiminden size kalanlar ne oldu?
Üzerinden çok zaman geçti ve bu sürede de çok başarılı yabancı mimarlarla etkileşimimiz oldu, dolayısıyla o dönemden bana kalanlara dair ne kadar doğru yorumlar yapabilirim bilmiyorum. Fakat Harvard Design School'da hayatın 24 saat devam etmesinden çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Öğrenciler kahve makineleri ve uyku tulumları ile stüdyoya geliyorlardı ve proje dersi 24 saat sürüyordu. Orada yatıyorlardı, orada kalkıyorlardı, projelerini tartışıyorlardı. Stüdyonun hemen arka tarafında hocaların kürsüleri vardı. Öğrencilerin takıldıkları bir noktada hemen hocayı görme imkanları vardı. Bizim buradaki ofis ortamı gibiydi yani. Bundan çok etkilenmiştim. Yatıp kalkıp o proje ile yaşıyorlardı.
Türkiye'de öyle değildi oysa. Her stüdyoda ortalama 20 öğrenci vardı ve herkesin hangi sıra ile hocayı göreceği belliydi. Dolayısıyla akşam evde proje üzerine çalışırdık ve sıramıza göre hocanın yanına giderdik. Örneğin ders saat 2'de başlasa da eğer biz onuncu sıradaysak stüdyoya 3'te giderdik. Sıramız gelince de on dakika hocaya projeyi gösterir çıkardık.
Harvard'ın ileri görüşlülüğünden etkilendiğimi fark ediyorum, geri dönüp baktığımda. Oraya ilk gittiğimde projeler bana çok havada gelmişti; örneğin, uzayda ev tasarlıyorlardı. 1987 senesinden bahsediyorum. Ben ise dünyada mimarlıkla ilgili bu kadar çok sorun varken uzayda ne işimiz var, diye düşünüyordum. (Gülüyor) Şimdi dönüp bakınca anlıyorum ki bu, işin felsefesiyle ilgili, yenilikçi düşünmekle ilgili çok önemli bir adımmış aslında. Bu yaklaşım, fark etmeden insanın içine işliyor. Ben şimdi her projede olabildiğince yeni bir malzeme, yeni bir teknoloji, yeni bir anlayış, yeni bir işlev arayışında olurum.
Harvard ayrıca mimarlıkta bilgisayar kullanımının önemini anlamamı sağladı. Boğaziçi Üniversitesi'nde de o dönemde bilgisayar merkezi vardı, ama harddiski olan pc yoktu okulda. Harvard'daki apple bilgisayarlarda ise o döneme göre inanılmaz hızda çizim yapılabiliyordu. Amerika'dan döndükten sonra ben Has Mimarlık'ta bilgisayar ile çizim yapmamız gerektiğini söyledim ve Autocad 2,8'i Türkiye'de lisanslı olarak alan ilk firma olduk.
Zaman ilerledikçe bilgisayar kullanan mimarlık ofislerinin sayısı arttı, fakat çoğunda sistem şöyle idi: Çizim elle yapılırdı ve sonra bilgisayara geçirilmek üzere bilgisayar operatörüne verilirdi. Fakat biz bilgisayar ile çizim sistemine geçtiğimizden itibaren her çalışana bir bilgisayar verdik ve yeni aldığımız her arkadaşın da iki ay içinde bilgisayar çizimi yapmayı öğrenmesini şart koştuk. Harvard,1987 yılında bana, çağdaş dünyada mimarlığın artık bilgisayarda yapılması gerektiğini öğretti. .