Bir yandan okulda proje hocalığı da yapıyorsunuz. Aslında birkaç şapkayı üst üste takmış bir mimarsınız.
Evet, bu yeni oluşumdan ve yoğunluğumdan dolayı bu dönem ara verdim ama seneye devam etmeyi düşünüyorum. Bu hem çok zevkle yaptığım bir şey hem de mezun olduğum okula boyun borcumu ödemek bir anlamda. MSÜ Mimarlık Tarihi kürsüsünde 4 sene asistanlık yaptım. İş hayatı ağır basınca doktorada bıraktım. Sonra 2008'de tekrar okuldan davet ettiler. Yarı zamanlı proje hocası olarak tekrar ders vermeye başladım.
Doktora döneminde farklı bir uzmanlaşmanız oluyor, müzeler konusunda bir tez hazırlıyorsunuz. Son yıllarda özellikle İstanbul'da çok sayıda özel müze ve sanat galerisi açıldı. Bu anlamda müzeciliğin ülkemizdeki gelişimini ve İstanbul'un kültür pazarındaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabi tezi yazdığım dönemde müzecilik başka bir şeydi. Doksanların başında internet daha yeni yaygınlaşmaya başlamıştı. Bir sanat eserini ya kitapta çok küçük bir boyutta ya da müzede görüyordunuz. Birebir sanat eserini görmek tabi ki çok farklı bir duygu ama şu anda elimizin altında internet diye bir şey var ve bu, müze kavramını çok zayıflatan bir olgu. İnternete girip bir ressamın, bir heykeltıraşın tüm eserlerini görebilirsiniz. Eskiden Türkiye'de kitap da çok zor bulunuyordu. Ancak yurtdışında bir bağlantınız varsa getirtebiliyordunuz. Bizim üniversitenin Nuh Nebi'den kalma kütüphanesinde zar zor bir şeyler bulmaya çalışıyorduk. Şimdi bir tıkla istediğiniz ressama ulaşabiliyorsunuz.
Aslında müzeler günümüzde daha çok sergileme senaryoları ile fark yaratıyor.
Evet, şu anda müzecilikten çok bir olguyu, bir oluşumu irdeleyen, bir tema etrafında dolanan geçici sergiler, galeriler ve performans sanatları merkezleri çok daha önem kazandı. Müzedeki eserlere tek tek bakabilirsiniz ama belli bir konu çevresinde kurgulanan geçici sergiler enstalasyonlar bence çok daha enteresan ve gidişat da bu yönde. İstanbul Bienali de bence çok önemli bir etkinlik. Orada da birtakım sanatçılar bir tema etrafında toplanıp size birşey anlatmaya çalışıyorlar. Louvre'u artık burada da gezebilirsiniz ama bu tip temalı sergileri gezmek çok daha anlamlı.
"Yarışma demek, kendini yenilemek demek"
KG Mimarlık'ın kurulmasına bir yarışma vesile oluyor. Şu anda mesleki pratiğiniz içinde yarışmalar nasıl bir yere ve anlama sahip?
Yarışma yapmayı hala çok seviyorum. Şu anda çok yoğun bir çalışma ortamında bir şeyleri organize edip kurmaya çalışıyoruz. Ama gerek BİGG Mimarlık gerekse BİGG Yapı'nın ilk kuruluş sancılarını atlattıktan sonra yarışmalar yine gündemimizde olacaktır. Hoşumuza giden yarışmalar çıkarsa muhakkak katılacağız. Çünkü yarışma demek, kendini yenilemek demek.
Üniversitede hocalık yapmamın en büyük nedeni de bu. Emin olun, okula tashih vermeye gitmeden evvel, hangi öğrencim, hangi konuda, hangi bölgede proje yapıyorsa hem bölgeyi hem de konuyu ondan fazla çalışıyorum. O bölgede ne var ne yok, tarihi eserler neler? Hastane yapacaksa oturup hastane yapılarını araştırıyorum, son örneklere bakıyorum. Hocalık hikayesi aslında kendinizi yenilemeye yarıyor. Çok güzel bir enerji doğuyor; sırf siz öğrenciye vermiyorsunuz, ondan da çok şey alıyorsunuz.
Aynı şekilde yarışma da kendini yenilemek için bir araç çünkü normalde ancak işle ilgili şeyleri araştırıyorsunuz. Bir yarışma çıktığı zamansa oturup o konuya odaklanıyorsunuz. Yarışmayı, tasarım ve bilgi açısından insanı çok daha geliştirecek, yenileyecek, ona enerji verecek bir süreç olarak görüyorum. Bazen kafanızın hiç uyuşmadığı jüri üyelerine rağmen yarışmaya girip, hiçbir ödül almamayı göze alabilirsiniz. Yaptığınız projenin onların görüşüne uymadığını ve seçilmeyeceğini bilseniz de mühim olan kendinizi geliştirmeniz.
Yarışma projelerinin başarısı, ihtiyaçların doğru tanımlanmamasına bağlı
Yarışmanın aklıma getirdiği diğer bir husus, kamuyla kurulan ilişki. Yani kamuya proje üretmek için ortam sunması...
Evet, yarışma haricinde öyle bir fırsat bulmak çok nadirdir. Direkt kamudan iş almak lazım. Ama şöyle de ciddi bir dezavantajı var; yarışmalarda gerçek ihtiyaçlar hiçbir zaman tanımlanmıyor. Çoğu yarışma projesinin başarısız olmasının ve uygulanmamasının sebebi ihtiyaçların, yani verilerin doğru tanımlanmaması. Az önce belirttiğim gibi, yarışmayı bir pratik olarak görüp katılacak ve çok fazla bir şey beklemeyeceksiniz. Ama özel ya da kamu olsun, her zaman için bir müşteriye proje yapmayı tercih ederim. Çünkü direkt onunla iletişim kuruyorsunuz ve ihtiyacı doğru tanımlıyor. Dolayısıyla onun ihtiyacına göre doğru bir proje ortaya çıkıyor. Öbür tarafta, belli üç beş kişinin hazırladığı ihtiyaç programı maalesef genelde fazla irdelenmemiş oluyor çünkü tutup başka yarışmalardan alıyorlar. Aynı fonksiyon şemaları o yarışmadan bu yarışmaya hep elinize geliyor. Sonuçlar ihtiyaca tam cevap vermediği için de idare bunu uygulamak istemiyor.