Tayfun Kahraman / TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı
Beklenen çılgın proje, Başbakan'ımız tarafından açıklandı. Çılgınlık dediğimiz şey, meğer İstanbul'a yeni bir boğaz açmakmış. Açıklamaya göre ikinci boğaz, İstanbul'u tüm dertlerinden ve sıkıntılarından kurtaracak, muhteşem bir proje olacak. Düşünebiliyor musunuz, eski boğaz terk edilecek, artık tankerler bile geçmeyecek! Boğaziçi'nden yalı alamayan zenginlerimiz yenisinden, hem de kelepir fiyata, yalı alacaklar. Ayrıca deprem, sel gibi felaketleri, eski boğazda kalanlara bırakacaklar. Adrenalini eksik olsa da, İstanbul için düşünmesi bile çılgın bir hayat onları bekliyor olacak.
Herhalde, bu projenin yapılacağı bölgede emlak satmaya çalışanların reklam metinleri de aşağı yukarı buna benzeyecektir. Bu gelecek senaryosuna siz inanır mısınız, bilmiyorum. Ama bu senaryonun gerçek olacağına inanmış olanların sayısı, anlaşılan oldukça fazla. Fakat televizyonda boy gösteren uzmanların çoğuna göre, Kanal İstanbul yapılabilir olmaktan uzak. Projenin İstanbul'da nasıl bir sorunu çözeceği ve ne için yapılacağı ise, geçeceği güzergah kadar muallak.
Seçim genel, proje yerel
Projeyi destekleyenler genellikle inşaat sektörünün büyük patronları ya da burada iş almak isteyen teknokratlar. Bir tane varken, ikincisini ne yapacağız sorusuna verdikleri cevaplar da çeşitli. İstanbul'un 30 milyon nüfusa sahip olması, kaçınılmaz bir gerçek diyenler de var. Bu projeyle mevcut Boğaziçi'nde yaşanan tanker tehlikesini ortadan kaldıracağız diyen de. Hatta işi biraz daha ileri götürüp yeni bir İstanbul yaratacağız, hep beraber oraya taşınacağız demeye getiren de.
Esasında bize çok yakında bir seçim olacağını hatırlatan da, yine bu tartışmalar. 2011 seçimleri, geçen kısa propaganda süresi boyunca, alışılagelmiş seçim gündemlerini pek yakalayamadı. 12 Eylül referandumu ve öncesi yaşanan yarış bile, genel seçimlerin bu ilk günlerinden çok daha hareketliydi. Fakat sakin bir şekilde devam eden bu seçim sürecine heyecan katan bir ayrıntı var. Genel seçimlere ülkemiz, yerel projelerle gidiyor. Özellikle İstanbul'un damgasını vurduğu bir genel seçim sürecinden geçiyoruz.
12 Haziran genel seçimlerinde ülke yönetimini mi belirleyeceğiz, yoksa İstanbul'u yeni pazarlama stratejilerini mi oylayacağız belirsiz. Fakat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim beyannamesiyle başlayan proje yarışı, AKP'nin ustalık döneminin İstanbul'un rantı üzerinden şekilleneceğini gösteriyor. Bu anlamda, İstanbul'u ön plana çıkaran ve 12 Haziran seçimlerinde de ipi göğüslemesi beklenen AKP'nin bu yöndeki gayretleri, gerçekten de dudak uçuklatacak cinsten.
Bunlardan öne çıkanı, tabii ki çılgın proje olarak altı ay boyunca reklamı yapılan Kanal İstanbul projesi oldu. Hatırlarsanız, konuyu ilk gündeme getiren Hıncal Uluç'tu. Başbakan'la yaptıkları bir telefon görüşmesi sonrasında çılgın proje sözünü ilk kez telaffuz eden Uluç, Başbakan'ın hayal edebilmesi oldukça güç bir projesi olduğunu söyledi ve böylece 40 yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek olan projenin reklam kampanyasını da o başlattı.
Emlakçılar bildi!
Çılgın proje açıklaması sonrasında yapılan haberler de oldukça ilginçti. Basın bu konuya kendini fazlasıyla kaptırdı. Sürekli akıl almaz projeler bulunarak, çılgın projeler yarıştırıldı. Her seferinde uzmanlara projeler yorumlatılarak, bulunan önerinin ne kadar çılgın olduğu ölçüldü. Ama en isabetli tahmin nereden geldi biliyor musunuz? İstanbul'un özellikle Silivri - Çatalca bölgesinde konuşlanmış emlakçılarından! Bölge emlakçıları, İstanbul'un yeni gelişme alanının burası olduğunu açıklarken, dere yatakları boyunca uzanacak ikinci bir boğazın, yeni finans alanlarının ve konut bölgelerinin de nerede olacağını söylüyor ve işte bunların tümü çılgın projeyi oluşturacak diyorlardı. Tahmin konusunda bir tek onlar yanılmadı.
27 Nisan günü tüm merakımızın giderildiği toplantıda Başbakan'ımız çılgın projeyi açıkladığında, bu işten en kazançlı çıkacakların da yine onlar ile orada arazi kapatanlar olduğu ortaya çıktı. Tanıtım sırasında gösterilen ve İSKİ'nin yaptığı ıslah kanallarına benzeyen yeni boğaz ile Avrupa Yakası'nda Marmara ve Karadeniz'i birbirine bağlayan ve neden yapıldığı çok da belli olmayan bir kanal kotarılacaktı. Kanal çevresinde yeni kentler kurulacak, böylece İstanbul'un mevcut yapılı çevresinin yarattığı ekolojik problemler çözülecekti. Ama projenin yaratacağı ekolojik yıkım hakkında bir bilgi yoktu.
O gün dikkat ettiyseniz, salonda bulunanlar dahil, herkes önce bir afalladı. Büyük proje, en çılgın olanı bu muydu? Kanal İstanbul, büyük bir hafriyat gerektiriyordu ama sonuçları o kadar büyük olacak mıydı? Bir proje eğer çılgın ise, İstanbul'un en önemli sorunlarına çare olmalı, yeni sorunlar yerine mevcut sorunların çözümünü önermeliydi. Ama ne yazık ki, açıklanan projeyle sonuç böyle olmadı.
Sonuç büyük bir hayal kırıklığı yanında, İstanbul'un karanlık geleceği oldu. Bugün deprem gerçeği karşısında kırılgan olan, ulaşım sorunuyla boğuşan bir kent için siyasetçilerimizin reva gördükleri yalnızca bu mu? Bilmiyoruz. Tek bir bildiğimiz var: İstanbul'un projenin uygulanmasıyla bir korku filmi senaryosuna sahne olması, çılgın bir şey ise, bu gerçekten de en çılgını oldu.
Distopyaya sürüklenmek
Aynı zamanda Başbakan'ın açıklaması ile İBB'nin yıllarca üzerinde çalıştığı ve milyonlarca dolar harcadığı Çevre Düzeni Planı da çöpe atıldı. Kanal İstanbul ile birlikte İstanbul'da yapılacak 3. Köprü ve İki Yeni Şehir, planın İstanbul'un geleceği için çizdiği kırmızı hattı, tamamen yok saydı. Bugüne kadar doğu batı ekseninde, kentin doğal kaynakları olan ormanlar ile havza alanlarını koruyan yaklaşım, tamamen unutuldu. İstanbul'da nüfusun 30 milyon sınırına dayanacağı korkusu, birdenbire İstanbul için bir kazanç olarak görülmeye başlandı. Böylece, Ekümenopolis olmanın kazanç olacağı söylenen ilk kent de İstanbul oldu.
Adaletli, demokratik ve bilimin egemenliğinde yönetileceği söylenen bir ülkenin, aynı toplantıda bu kavramları hiçe sayan projelerle tanışması, İstanbul açısından bu seçim sürecinin nasıl bir sonucu olacağını açıkça gösteriyor. İstanbul, bugün önemli bir kavşak noktasında yer alıyor. Tüm siyasi partiler de bunun farkında ve proje yarışı içine girmiş durumdalar. Fakat şunu unutmamak gerek: yaşanılabilir çevreler, ancak üzerinde gerçekleşen ekonomik, sosyal ve ekolojik faaliyetlerle barışık olan, herkes için adil bir ortam sağlayan mekânlarda yaratılabilir. Aksi bir durum, ütopyalarını gerçekleştirmek isteyenlerin distopyalara sürüklenmesine neden olacaktır.
Kaynak: Radikal 2, 08.05.2011