Mimarlık ve karikatür arasında nasıl bir benzerlik var?
İlk bakışta mimarlık ve karikatür arasında hiçbir ilişki yok gibi göründüğü için, öncelikle kendi kafamdaki sanat tanımını yapmam gerekecek. Ancak öyle yaparsam, iki alandaki ortak yanlara ulaşabiliriz. -Bu tanımı ilk kez bir panelde yapmıştım ve yapar yapmaz itirazlar yükselmişti. Sonra yavaş yavaş anlaşmıştık.-
Bir işin, bir yapının, bir şeyin sanat eseri olup olmadığını anlamak için bence tek bir kıstas vardır; eğer söz konusu olan şey bir işe yarıyorsa, o şeyin sanatla ilgisi yoktur.
Fonksiyonellik anlamında yapıyorsunuz bu tanımı, değil mi?
Evet evet. Sanat eserinin hiçbir işlevi yoktur, sanat eseri hiçbir işe yaramaz.
Mimarlık bu tanımın neresinde, peki?
Mimarlık yani yapı üretimi baştan sona kadar işe yarayan, fonksiyonel olan bir hizmet biçimidir. Yani insanların barınması, soğuktan, yağmurdan, sıcaktan, çeşitli tehlikelerden korunması için gereklidir, vazgeçilmezdir. Doğanın zorladığı bir iştir bu. O halde mimarlık, işlev halindedir.
Aslında insanların kafasındaki karikatür de son derece işlevseldir. Çünkü karikatürün hem siyasal hem de sosyal olayları eleştirmek, deşifre etmek, kurcalamak gibi işlevleri vardır. O zaman, karikatürü de sanattan saymamak gerekir.
Demek ki karikatür ve mimarlık arasındaki farklılıklar da benzerlikler de buradan kaynaklanıyor. İşlev sahibi oldukları için her iki alan da sanatın dışında gibi görünüyor.
Fakat diğer bir açıdan baktığımızda ise, ikisinin de sanat olduğunu görüyoruz. Karikatür önünde sonunda bir grafik sanatıdır. O halde sonuç olarak şöyle bir tanım yapabiliriz: Bir işi, onu işlevli kılan içeriğinden kurtardığınız zaman geriye kalan biçim, eğer bir değer taşımaya devam ediyorsa, o zaman onu kaçınılmaz bir biçimde sanat kategorisinde görmemiz gerekiyor. Mimarlık için de aynı şeyi söylemek mümkün.
Az önce karikatürün işlevinden ve işlevinin dışındaki sanat değerinden bahsettiniz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Karikatürün bu iki özelliği dünyada öteden beri birbirinden ayrılmış durumdadır. İşlev sahibi olan çizgiler, genelde siyasal ve sosyal ağırlıklı güncel, eleştirel çizimlerden oluşuyor ve editoryal karikatür diye adlandırılıyorlar. Bir de bunun dışında hiçbir işlevi olmayan karikatürler var; bunlar daha çok estetik kaygılarla üretilen, insanı düşünce ve duygu dünyasıyla baş başa bırakacak türden sanat ağırlıklı çizgiler. Bu sözünü ettiğim, bildiğimiz anlamdaki karikatürün dünyada ortaya çıkışı da ikinci dünya savaşı sonrasında, 50'li yıllara rastlar. Bu, ülkemizde de böyledir.
Ancak o yıllarda ilginç bir şey var: sanat değeri taşıyan işler, Türkiye'nin o günkü siyasal şartlarının ağır basması sonucu, siyasi amaçlarla da kullanılmaya başlanıyor. Dolayısıyla bu durum Türkiye'de, dünyada pek örneği olmayan çok ilginç bir sonuç çıkarıyor ortaya; estetik kaygılarla üretilen karikatürler basında siyasal bir işlev görmeye başlıyor, fakat o işlevi ortadan kaldırırsanız geriye kalan çizim, sanat değeri taşımaya devam ediyor ve batıdaki örneklerinden farklılık kazanıyor. Bu birden bire çizgi dünyasında çok ilgi çekti ve o yıllardaki tüm dış yarışmalarda Türk karikatürüne ödüller getirdi. Zaten o ivmeyle de bugünlere kadar gelindi aslında. Yani bir karikatür tarihçisi bu karikatürler üzerinden, yayım yeri ve yayım tarihini göz önünde tutarak Türkiye'deki siyasal ve sosyal olayları takip edebilir. İşlev sahibi olan bu çizimlerden herhangi birini daha sonra, tek başına tekrar yayımladığınızda ise, artık bir mesaj vermiyor olmasına karşın, grafik ve estetik değer taşıyor olabilir.
Bu benzer tespitler mimarlık için de geçerli mi?
Bir anlamda, evet. Zamanında barınma ve korunma işlevi görmüş kimi mimarlık yapıtları, yıllar sonra eğer yıkılıp yok da olmadılarsa, artık işlevsiz kaldığı halde, yine de değer taşımaya devam edebiliyor.
Süreç içinde mimarlığın fonksiyonu ise pek değişmiyor, yani mimarlık eninde sonunda insanların içine gireceği korunaklı bir barınak. İnsanların bu barınma ihtiyacını çözümlerken, mimarlar ve ihtiyaç sahipleri bir kere o günün koşullarında ellerindeki maddi ve teknik güç ile sınırlılar. Aslında bu sınırlar içinde kalınarak, yapının nasıl olacağına dair sonsuz seçenek de var, mimarın ya da ihtiyaç sahibinin önünde. Fakat sonsuz seçeneğin içinden birine karar vermek, neredeyse imkansıza yakın olduğu için yapılacak tek şey etrafa bakmaktır. Mimar ya da ihtiyaç sahibi de etrafına bakar, ya orada gördüklerini tekrarlar, ya da onları eleştirerek bir çözüme ulaşmaya çalışır.
Mimarlıktaki üretim, daha doğrusu yaratım sürecini böyle gördüğüm için, ihtiyaç sahibinin veya mimarın baktığı çevrenin de, siyasal ve sosyal şartların yansıması olduğunu düşünüyorum. Bu da kaçınılmaz olarak ürüne yansıyordur.
Tıpkı karikatür tarihine baktığımız zamanki gibi mimarlık tarihine baktığımız zaman da o topraklardaki siyasal ve sosyal kıpırdanmaları ve değişiklikleri izlemek mümkün.
Böyle bir ortak yandan söz edilebilir yani. .
Fakat aslında mimarlık ve karikatürün benzer yanları olsa bile, çok da üst üste çakışmıyor bu alanlar. En nihayetinde karikatür bir kâğıda çiziliyor, dosyaya konuluyor, eğer çoğaltıldıysa, ya çöp kutusuna gidiyor ya da arşivlenerek kütüphaneye kaldırılıyor. Gözlerden ırak o anlamda. Mimari ise hep göz önünde. Karikatür zaten unutulacağı için imha edilmesi gerekmezken, sürekli görmek zorunda kaldığımız bir mimari yapı imha edilebiliyor, belli bir ömrü var onun. Elbette estetik değer taşıyan, kalıcı yapıtlar yıkılmaktan kurtuluyor ve bunların da özenle korunması gerekiyor.
Burada şunu da eklemek gerekiyor ki, estetik değer, üretimin yapıldığı dönemin koşullarıyla ilgilidir. Dolayısıyla o estetik değeri yaratan şeyleri daha sonra tekrarlamak benzer başarıyı getirmeyecektir.