Robert Lisesi'nden doğuya giden ilk mimarlık öğrencisi
04 Mart 2009
Daktilonun yanındaki fotoğraflar Oğuz Öztuscu'nun ikiz olan torunlarına ait.
Sizin öykünüze gelecek olursak...
Ben 1960 yılında Robert Lisesi'nden mezun oldum. O zaman mimarlık sadece Güzel Sanatlar Akademisi'nde ve İstanbul Teknik Üniversitesi'nde vardı. Sonradan ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı olan Abdullah Kuran, o zamanlar Robert Koleji'nde hocaydı. Ben kendisiyle tanışıp mimar olmak istediğimi söylediğimde kendisi bana - Akademililer ve Teknik Üniversiteliler bana kızmasın ama – ODTÜ'nün Akademi'nin sanat yönü ile Teknik Üniversite'nin teknik yönünü birleştiren bir mimarlık formasyonu vereceğini söyleyerek, oraya gitmemi önerdi. ODTÜ'nün İngilizce eğitim veriyor olması da bana cazip geldi, çünkü Robert Lisesi'nde de İngilizce okumuştum. Ben İstanbul Robert Lisesi'nden doğuya giden ilk mimarlık öğrencisi oldum. Çünkü o zamana kadar Robert Koleji'nin yüksek kısmında mimarlık yoktu ve mimarlık okumak isteyenler Amerika'ya giderdi. Mimarlık da zaten revaçta değildi, işletme ve mühendislik revaçtaydı o zamanlar.
Abdullah Kuran'nın sayesinde ODTÜ'ye gittiğimi söyleyebilirim. Tabi ki çok memnun kaldım. ODTÜ o kadar organize olmuş bir okuldu ki birinci ve ikinci sınıfın sonunda öğrenciler staja giderdi. Biz de grup halinde Ildırı köyüne giderek kütüphane yapmıştık. İşçilik yapmıştık yani ve konstrüksiyonu öğrenmek açısından çok faydalı olmuştu o staj. Daha sonra Şevki Vanlı gibi Ankara'nın tanınmış mimarlarının yanında çalışmıştık.
Bizim dönemimizde de mezun olur olmaz büro açmak kolay değildi. Dolayısıyla yurtdışına gitmek benim için bir avantaj olmuştu. Mezun olur olmaz İsveç'e gittim ve sahibi Alman olan bir büroda çalışmaya başladım. Orada ev tuttum, eşim geldi. Fakat yanında çalıştığım mimar Almanya'ya geri döndü. Şans eseri Ralf Erskine'in bürosunda çalışma imkanı buldum. Sonra kriz baş gösterince, büroda büyük problemler oluştu. Ben de resmi bir büroda çalışmaya başladım. Kendimi gösterdim. Onlar bana ayrılabileceğimi, kendim büro kurabileceğimi söylediler. O zaman Stockholm'de 250 metrekare çok güzel bir büro kurdum kendime. Fakat daha sonra Türkiye'ye dönme kararı verdik. Stockholm'de yaşadığımız 10 yılın ardından döndük ve her şey sil baştan başladı. 1978'de Türkiye'ye döndük. Türkiye'deki tecrübem hasbelkader güneyde oldu. 1986'dan itibaren de İstanbul'da serbest meslek çalışmalarıma devam ediyorum.
Küçük bir büroda çalışmak sizin tercihiniz değil mi?
Evet, benim amacım küçük ve butik kalabilmek. Çünkü iş büyüdükçe başka şeylere dönüşüyor. Büroda dönen çarkı çevirebilmek için çok taviz vermek gerekiyor. Bir piyasa var ve bürolar yaşayabilmek için bu piyasaya uyum sağlamak zorunda. Hiç uyum sağlamamak imkansız ama ne kadar az adapte olunursa o kadar iyi. Biz 6 kişiyiz, küçük bir büroyuz ama büyük işler yapıyoruz. Renderlarımızı dışarıda yaptırıyoruz. Eğer her şeyi büroda halletmek isterseniz büronun istihdam kapasitesi çok büyür. Şişlideki büromuzda çok fazla insan vardı örneğin ve onların maaşlarını ve sigortalarını yetiştirmekten bir hal olmuştum. (Günaydın) Dolayısıyla büyük büronun böyle bir hndikapı var.
Oğuz Öztuzcu işe, sürdürülebilirlik örneği olarak gördüğü bisiklet ile gidip geliyor.
Gençlerle birlikte çalışmak büroya nasıl yansıyor?
Büroda gençlerin olması farklı bir heyecan getiriyor insana. Bize gelen tüm neşriyatları, olan tüm yenilikleri gençler takip ediyor örneğin. Büro sahibi olarak yenilikleri ben onlar kadar çok bilmiyorum. Zaten büroda böyle bir paylaşım da var.
Bizim büroda kesin giriş çıkış saatleri yoktur. Mimarın kendi işinin sorumluluğunda olduğu varsayılır. Bazen mesai saati içinde oturup bir kataloğa bakarlar. Zaten bu hem kendileri için hem büro için çok faydalıdır, birilerinin bu yenilikleri bilmesi gerekir. On tane şeye bakarsınız birini kullanırsınız. Yapı Fuarları da öyledir mesela, yüz tane şey görürsünüz birini kullanırsınız, ama o yüz malzemeyi görmeden birini kullanma şansınız olmaz.
Ama işlerini bitirmeden de çıkmazlar...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın