Büronun sistemi nasıl?
Sorumluluk üzerinden yürüyen bir yapımız var. "Baş mimar" olan bir arkadaşımız var, o her şeyden sorumlu. Türkiye'de ikinci adam bulmak çok zor iş. Çünkü ikinci adam demek, sizin her şeyi bırakıp gidebileceğiniz adam demek. Kendileri eğer olmazsa dünyanın yıkılacağını düşünen birinci kişiler, belki ikinci kişilere fırsat vermemişlerdir, bilmiyorum. Ama benim yapmaya çalıştığım, yokluğumda her şeyin sorumluluğunu alabilecek, gözümü arkada bırakmayacak ikinci bir kişinin olması büroda.
Bizim ofiste daha önceden baş mimar olarak çalışan bir arkadaşımız vardı, büroyu kendisininmiş gibi görerek çalışırdı. Saat bilmezdi. Ben gece büronun önünden araba ile geçerdim, bakardım büronun ışığı yanıyor. Zaten aksi halde bunlar olmuyor. Almak için vermeniz lazım. O arkadaşımız daha sonra çok başarılı oldu.
İşin handikapı şurada ki, çalışanınızı tatmin etmeniz gerek. Yoksa, ben birinci kişi özelliklerini taşıyorsam gidip kendime büro açayım, diyebilir ikinci kişiniz...
Ama Türkiye'de işleyiş biraz böyle. Kimse tek bir bürodan emekli olmuyor...
Evet, doğru. Yurtdışında 35 yıl aynı büroda çalışıp da emekli olan mimarlar var. Fakat Türkiye'de sirkülasyon çok fazla... Biz de ise iki sene de bir büro değişiyor mimar. Umarım bizde de Avrupa'daki Amerika'daki gibi bir bürodan emekli olma durumu olur. 50 seneden fazla bir zamandır hizmet veren kaç büro var Türkiye'de? 35 yıl aynı büroda çalışıp da emekli olan mimar var mıdır?
Bu durumda ben de büro sahibi olarak elemanlarıma imkan vermeye çalışıyorum. Çünkü bürodaki arkadaşlar sizinle doğmadılar, sizinle de ölmeyecekler. Yarın başka bürolara gidecekler ya da kendi bürolarını açacaklar. Büro sahipleri unutmamalı ki; çalışanların da bir hayatı var ve o mimar sizin büronuzda çalıştığı sürece onun hayatına katkıda bulunmak zorundasınız. Çünkü kişi sadece para alarak mutlu olmaz, aynı zamanda geliştiğini hissetmesi de lazım. Ama elbette günün birinde çok avantajlı bir pozisyon bulduğu zaman gidecektir. Çünkü kendi hayatıdır onun.
Hem proje, hem inşaat yaptığımız dönemlerde Bodrum'da bir şantiye kurmuştuk. Çok iyi bir şantiye şefimiz vardı. Yurtdışından çok iyi bir teklif aldığını söyledi. Kontratımızın olmasına rağmen "Git çünkü bu senin hayatın" dedim. Hala görüşürüz kendisiyle. İnsan ilişkilerini koruyabilmek de çok önemli çünkü. Yaptığım en güzel şey büroda çalışan insanlarla dostça ayrılmak. Bu çok önemli. İnsanlar bu davranışlarınızı istismar edebilir diye, bu davranışta bulunmaktan kaçınmak doğru değil.
Büroda arkadaşlık ortamını yaratabilmek çok önemli. Örneğin bir işin alınması hep beraber yaşanan bir mutluluğa neden oluyor. Kaybedilmesi de aynı derecede üzüntüye... Son derece şeffaf bir sistemimiz var zaten. Çalışanların tümü projeleri kaç liraya aldığımızı biliyor. Ben prim veremeyecek durumda olduğumuzu söylediğim zaman, onun doğru olduğunu biliyor.
Biz trilyonlar kazanıp da paylaşmayan bir büro değiliz. Büronun yaşamasını sağlamak ve istediğimiz ürünleri yapabilmek temel amacımız. Dolayısıyla kapasitemizi aşacak işleri kabul etmiyoruz.
Peki, çalışanlar tasarıma ne ölçüde katılıyorlar?
Tasarıma katılım konusunda sınırlama yok. Kim ne kadar katılmak istiyorsa o kadar katılıyor açıkçası. Ben bütün arkadaşlarıma sınırın olmaması gerektiğini söylerim. Benim yaptığım işi yap, ama yeter ki bunu yapacak kapasitede ol. Yani insanlar yerlerini biraz da kendileri buluyor. Bazısı kendi kafasına göre yapıyor tasarımı, bazısı da sürekli size soruyor. Fakat eninde sonunda herkes kendi hak ettiği yeri buluyor. Bununla ilgili kısa bir hikaye var:
Üç kardeş bir iş yerinde çalışıyormuş. Yıllar sonra bunların babası İstanbul'a gelmiş ve çocuklarını iş yerlerinde ziyaret etmiş. Patrona, "Benim çocuklarımın yaşları birbirine yakın, aynı okullarda okudular, aynı şeyleri bilirler, aynı işi yaparlar. Neden biri 10, biri 20, biri 30 lira alır?" diye sormuş. Patron "Bir gün karşıya bir tane tekne yanaştı. Senin oğlanlardan birini çağırdım, teknenin ne teknesi olduğunu öğrenmesini istedim. Senin oğlan baktı geldi, ‘Mısır'dan kahve getirmiş' dedi. İkinciyi yolladım, o gelince ‘Mısırdan kahve getirmiş, buradan İzmir'e gidecek, İzmir'den de demir alıp Yemen'e gidecek' dedi. Üçüncüyü de yolladım, o ise ‘İzmir'e gidecek, İzmir'den demir alıp Yemen'e gidecek. Yükleme için fazla yük motorlarının olup olmadığını sordum, bir tane varmış. Bizim bir tanıdığımızın olduğunu söyledim, işi bağladım' dedi. Hepsine aynı soruyu sordum, biri kuru bir cevap verdi, diğeri işi bağladı. O yüzden biri 10, diğeri 20, ötekisi 30 lira alır" diye cevap vermiş.
Çalışkan olmak çok önemli bir meziyet, sonradan da kazanılmıyor. "Durumdan vazife çıkarmak" der ya eskiler, işte büroda onu yapanlar çok daha iyi noktada oluyor diğerlerine göre.