MesutT: ‘Teğet' sizin için nasıl bir kavramsallaştırma anlamına geliyor? Hangi eğriye neresinden nasıl dokunuyorsunuz, kendinizi nasıl bir ‘doğru' olarak tanımlıyorsunuz?
MehmetK: Teğet Mimarlık'ı kurduğumuz zaman, okulda hocalık da yapıyorduk. Düşüncemiz, ne piyasanın tam dışında, ne de tam içinde olmaktı. Teğetin sözcük anlamı, "bir eğrinin yanından geçen ve ona ancak bir noktada değen doğru". Biz de, böyle bir pozisyon almak nasıl olur diye düşünmüştük. Bizim için hayattan kopuk olmamak önemliydi, çünkü onda da bir enerji var.
MesutT: İkiniz de ODTÜ mezunusunuz. ODTÜ, eğitim programı anlamında İstanbul'daki üç büyük mimarlık fakültesinden başka bir referansa sahip, ama siyasi mirası ile de kendinden bahsettiriyor... Ayrıca Ankara'nın başkentliği ve sosyal yapısı nedeniyle de başka bir ortam anlamına geliyor. ODTÜ'de ve Ankara'da mimarlık okumak nasıldı?
ErtuğU: ODTÜ kampüsü oldukça baskın bir kampüs. Bu açıdan yaklaşırsanız, aslında ODTÜ'de okumak tam anlamıyla Ankara'da olmak anlamına da gelmeyebilir. Bu, içinde olduğumuz yıl düşündüğüm konulardan biri. Mehmet, çok uzun senelerdir ders veriyor ve ben de yaklaşık üç yıldır ders veriyorum. İTÜ'de ders yapmaya giderken Taşkışla'nın İstanbul'un çok merkezinde oluşuyla ilgili durumu, farklılığını düşünüyorum. Bu, ille de pozitif bir fark anlamına gelmeyebilir. Oradaki hocalardan bazıları, öğrencilerin konsantrasyonunun sürekli dağınık olmasından yakınabilir. Ama şehrin merkezinde küçücük bir kampüste olmak ile ODTÜ'nün kampüsünde olmanın getirdiği bir farklılık var. ODTÜ kampüsünün, mimarlık öğrencilerine vereceği bir dağarcıktan da söz etmek mümkün.
MehmetK: Şu da var, buradaki okullar şimdi yenileri eklenmiş olsa da eski okullar. En azından ilk akla gelenler o eski olanlar. ODTÜ'nün bir özelliği, sonradan, güçlü bir yapı olarak kurulmuş olması. Bu anlamda, o üçlü teknik okullara karşı alternatif bir havası var ve bu nedenle kendine güveni var. Ayrıca mimarlıkta ve mimarisinde de hafif bir ‘hero'izm var. Bunu hocalarında da görmek mümkün. Hatta bazıları bu ‘kahraman' mimarların yanında çalışmışlar, bazıları onları çok seviyor. Öğrencilere de bu anlamda aşıladıkları bir şey var. ODTÜ'nün böyle bir havası var. Bence bu, arkası tamamen boş bir şey değil. Öğrenciler çok iyiler ve aldıkları eğitim de çok kötü değil. Ben ODTÜ'nün belli bir seviyesinin olduğunu, iyi olduğunu düşünüyorum.
FilizY: Aslında bir felsefesi var sanki. İki kişi konuşurken ODTÜ'lü olduklarını anlayabiliyorsunuz, daha ideolojik konuşmalar gerçekleştirebiliyorlar. Geçenlerde İhsan Bilgin ve eşi Tansel Korkmaz ile konuşurken, "Tansel Korkmaz ODTÜ'lü olmalı" diye düşündüm ve gerçekten de öyleymiş. Bu, aynı zamanda mesleki tarafı da şekillendiren bir şey galiba.
Bir mimarlık öğrencisi için içinde yaşadığı kent, o kentin yapı birikimi ve geleneği, devindiği sokakları çok önemli olmalı. Ankara bu anlamda ne sunuyordu öğrencilere?
MehmetK: Bence öğrenci olduğum zamanlar ve şimdi çok farklı. Ankara'da hala bulvarın hükümdarlığı vardı. Bir bulvar var ve bütün şehir bu bulvara referans vererek tanımlanabilirdi. Bir transfer aksının olduğu bir şehirdi. Bir mimarisi, bir imajı ve bununla birlikte bir havası vardı. Şehrin caddelerinin hala bir hiyerarşisi vardı. Şimdi bunların hiçbiri kalmadı. Bunun bir sebebi, büyümeye cevap verememesi, güdük bir tasarım olması olabilir. Ama bence asıl önemli faktör Melih Gökçek. Resmen adamın ruhu sindi, bu nedenle Ankara'yı artık hiç sevemiyorum.
MesutT: Ankara'ya gittiğiniz zamanlarda ne hissediyorsunuz?
MehmetK: Bilmiyorum. Belki bu dediklerimin içinde kentin çok büyümesiyle birlikte biraz nostaljik bir yaklaşım da olabilir. Ama tam olarak da öyle değil. Ankara'da bir görgüsüzlük var. Ama İstanbul'un oluşum şekli o değil. Ankara, başlangıçtan beri belli bir plan ile birlikte yürümüş bir şehir.
ErtuğU: Evet, öyle bir fark var. Ankara kurulmuş, oraya bakınca bir şehrin nasıl kurulduğunu görüyorsunuz. Ben, bir süredir Ankara'ya oldukça sık gidiyorum ve merkezde kalıyorum. Elbette burada bir nostalji de var ama altı boş bir nostalji değil bu. Kavaklıdere - Kızılay arası bölüm, şu an çok başıboş bırakılmış.
MesutT: Ankara'nın bir özelliği de Batıkent gibi arayışların filizlendiği bir kent olması, değil mi?
MehmetK: Evet, bazı şeyler başlamıştı, bu anlamda bir öncülük vardı. İstanbul ne kadar büyüse, acayip acayip yerler eklense de, yine de İstanbul dedirtecek, değişmeyen bir kalbi var. Ama Ankara'nın şirazesi kaymış durumda. Ankara'nın şu anda, dev bir otoyol ve onun kenarlarına serpiştirilmiş tuhaf tuhaf yapılardan oluşan bir imajı var. Eskiden böyle değildi, daha kentsel bir yanı vardı. Alışveriş merkezleri, konut siteleri, bloklar, alt – üst geçitler, yollar ve kavşaklar; Ankara şimdi böyle bir şey. İnsana ne verdiği belli olmayan bir yığın. Belki durumu biraz dramatize ettik ama belki de dramatize etmekte fayda var.
ErtuğU: Enterasan olan, Ankara'nın, trafiğin yeniden ve yeniden düzenlenmesi ile bozulmayı yaşaması. Bakıyorsunuz, adalar, yapılar hala duruyor. Evet, kimi zamanlar 70'lerde yapılmış apartmanlardan birinin yıkıldığını ve yerine yenisinin yapılmakta olduğunu görüyorsunuz. Ama onları bir kenara bırakırsak, sadece trafiğin yönü değiştirilerek, tek yönler çift yöne dönüştürülerek, o tuhaf alt geçitler ve kavşaklar inşa edilerek başarılmış bir bozulma bu. İnsan gerçekten allak bullak oluyor, bildiklerini unutuyor. O alt geçitlerle şehirden kopuyorsunuz.
MehmetK: Eskiden insanların şehrin içindeyken tanımlayabileceği topografik bir his vardı. Çankaya'da tepelere çıkıyorsun, arada vadiler var... Çanak bir yapı ve onun etrafında hafif de olsa bir yükselti. Şimdi ben bu topoğrafya hissini alamıyorum, bunun için de örneğin Tunalı Hilmi anlamsız kalıyor. Şimdi o vadiler hissedilemiyor.
MesutT: Mimari eğer hareketle algılanan bir şeyse, hareket kurgusunu değiştirdiğiniz zaman bütün algıyı da altüst etmiş oluyorsunuz değil mi?
ErtuğU: Bir de Ankara'da kent merkezi yok oldu. Burada da yine alışveriş merkezleri, kentin uzağında çok nüfuslu site yığınları var, ama onlar yine de kent merkezlerini kullanıyorlar. Ankara'da ise artık kent merkezine gelmiyorlar. Bunu hem hissediyorum, hem de başkalarından duyuyorum. Artık Ankaralılar Tunalı Hilmi'ye ya da Kızılay'a inmiyorlar. Kullanılmadığı için de kent merkezi artık başıboş. Kent merkezini kullanmıyorsun ama uydudan uyduya gidiyorsun. Ankara'nın çevresindeki yerleşimler, bu nedenle İstanbul'dakinden biraz daha farklı. Daha baskınlar.
MehmetK: Sanki geleneksel merkezleri kullanmak bir çeşit geri kafalılıkmış gibi.
ErtuğU: Seni Tunalı'da görmüşler (gülüşmeler)
MehmetK: Nostalji yapayım dedim (gülüşmeler) Biz eskiden Farabi'den Kavaklıdere'ye inerdik. Şimdi Farabi'den yürümek istersen, İller Bankası'nın ilerisinde kaldırım bitiyor. Böyle fahiş hatalar nasıl yapılır, bilemiyorum.
ErtuğU: Bir arkadaşım, ‘Ankara Boğazı' diye yeni bir isim bulmuş. Cinnah'tan Kızılay'a kadar karşıdan karşıya geçemiyorsunuz. Bu nedenle arkadaşım, "Artık bizim de Boğazımız var" diyor.