İstanbul'u tanıyor musunuz? Bir mühendis gözü ile İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz?
İstanbul'a yaklaşık yirmi yıldır gelip gidiyorum. Kenti bir turist olarak epeyce zamandır tanıyorum. İstanbul büyüleyici bir şehir. Bir mühendis olarak tabiî ki Aya Sofya'dan ne kadar etkilendiğimi anlatmama imkan yok. Bu günün olanakları, modelleme teknikleri ile bile deprem kuşağında öyle bir kubbenin yapılabileceğini ispatlamak çok güç. Hele bundan bin beş yüz yıl önce, bir kule binaya adım atmamış, alçak yapılarda yaşayan insanların bu yapıdan ne kadar etkilendiklerini hayal bile edemiyorum.
Yapıların dışında İstanbul'da insanların çok önemli bir potansiyeli olduğuna inanıyorum. İşim gereği gerçekten çok seyahat ediyorum ve İstanbul ne doğuya, ne batıya benzemiyor. Kendine özgü bir ruhu olan, olağanüstü dinamik bir kent İstanbul.
Siz de İstanbul'da çalışmak istiyor musunuz?
Son onsekiz aydır İstanbul'a iş odaklı seyahatlerim sürüyor. Tabii ki bu kent için inşa etmeyi düşüyorum ve çok istiyorum. İstanbul'da Emre Arolat, Han Tümertekin ve Murat Tabanlıoğlu ile temaslarım sürüyor. Hepsi de çok yetenekli mimarlar ve başarılı işlere imza atıyorlar, onlarla işbirliği yapmak için sabırsızlanıyorum.
Yapı-Endüstri Merkezi'ndeki konferansınız "Yaratıcı Mimarlık için Mühendislik" başlığını taşıyor. Şu ana dek temaslarınızdan Türkiye'deki mimar ve mühendis ilişkisi hakkında bir fikir sahibi olabildiniz mi?
Çok yüzeysel olmakla birlikte bir fikir sahibi olduğuma inanıyorum. Mimarların ve mühendislerin işbirliğini kesintiye uğratan tanımlayamadığım, görünmez bir sınır olduğunu gözlemledim. Büyük olasılıkla bu durumdan hem mimarlar, hem de mühendisler sorumlu. Mimarlar ve mühendisler birbirini ve dolayısı ile yaptığımız yapıları geliştiren iki disiplini temsil ediyorlar. Bu ilişkide kopukluğun bedelini mal sahibi ve kullanıcı ödüyor. Biz ofis olarak hiçbir zaman birlikte çalıştığımız mimara, onun tasarım gücüne, tasarladığı yapının güzelliğine karşı eleştirel bir tavır takınmayız. Biz sürece dahil olduğumuz andan itibaren o süreci geliştirmeye, yapıya değer katmaya, olanaklar dahilinde fark yaratmaya çaba gösteririz. İstanbul'da ise hem mimarlarda, hem de mühendislerde bu iletişimin sınırlı olduğunu gözlemledim. Benim teknoloji ve tasarım konusunda dünyanın en önemli kentlerinden biri olan Londra'dan gelmem nedeni ile konuya bu şekilde yaklaştığımı düşünebilirsiniz. Ancak inanın doğru tasarım yaklaşımının mühendislikte de mimarlıkta da teknoloji ile ilişkisi çok sınırlı. Tüm dünyanın deneyimlediği her şeyi deneyimlememiz gerekmiyor. Yalnızca takım çalışmasına inanan, yapıyı verili durum dahilinde geliştiren bir işbirliği yaklaşımından bahsediyorum. Ben günümüzde mimarların mühendis gibi davranmaya çalışmalarının, mühendislerin ise kendini mimar sanmalarının meslek gelişimimiz önündeki en önemli engel olarak görüyorum.