11. İstanbul Bienali'nin kavramsal çerçevesini ve bu sergi ile yapmak istediklerini Ivet Curlin, Ana Devic, Natasa Ilic ve Sabina Sabolovic'den oluşan küratöryal ekip WHW (What, How& Whom), yazdıkları metinde şöyle anlatıyor:
"Uluslararası İstanbul Bienali'nin başlığı –"İnsan Neyle Yaşar?" Bertolt Brecht'in Elisabeth Hauptmann ve Kurt Weill ile birlikte 1928'de yazdığı "Üç Kuruşluk Opera" adlı oyunda yer alan "Denn wovon lebt der Mensch?" adlı şarkının Türkçe çevirisi. Üç Kuruşluk Opera, burjuva toplumunda mülkiyetin yeniden dağıtım sürecini konu ediniyor ve kapitalist ideolojinin bir çok bileşenine acımasız bir ışıkta bakıyor. Brecht'in oyunda geçen "her suçlu bir burjuva, her burjuva bir suçludur" saptaması bugün her zamankinden daha geçerli ve gerçek, ve 1928'de yeni filizlenen liberal ekonominin kendisinden önceki toplumsal uzlaşmayı aşındırma kapasitesi ile günümüz arasındaki paralellikler son derece çarpıcı.
Bienal'in başlığı "İnsan Neyle Yaşar?", dünyanın her yerinde birbirine bağlanıp aynı ağlar içerisinde örüldükçe ayırt edilemeyecek derecede benzer hale gelen iki ana konuyu, siyaset ve ekonomiyi akla getiriyor. Devam eden finansal krizin son birkaç on yıldır hepimizin içinde yaşadığı "yeni dünya düzeni"nin meşruiyetine ciddi bir darbe vurduğu ve bu düzenin sorgulanamaz görünen neoliberal önermelerin altını oyduğu bu anda, "İnsan Neyle Yaşar?", bienal yapısını, içinde gerçekleştiği mevcut sanatsal ve siyasi bağlamdan bir düşünce zemini devşirerek, eleştirel düşüncenin yenilenmesine zemin sağlama potansiyeli olan bir meta-araç olarak yeniden düşünmeyi amaçlıyor. Diğer bir deyişle "İnsan Neyle Yaşar?" tarihsel, edebi ve pop kültürel referansların bolluğuyla İstanbul gibi bir şehirde özellikle cazip bir çözüm gibi görünse de yerel özgüllükleri, küreseli okumaya yarayacak bir tür prizma olarak kullanmaya kalkışmıyor. Sergi, kültür turistlerine Asya ve Avrupa arasındaki köprünün, modernleşme yolundaki yılmaz karanlığının sıkıntısını yaşayan Osmanlı İmparatorluğu'nun nostaljik simgesinin ve bugün iddialı bir küresel metropol ve Ayrıca elbette Avrupa kimliği ve Avrupa Birliği'nin çok kültürlü siyasetlerinin travma mahallelerinden biri olan bu "metafor şehri"nin bir diğer boyutunu göstermek içinde çabalamıyor. Bunun yerine hem yerel hem uluslararası izleyicilere, etkileri her yerden hissedilen mevcut ekonomik krizin pençesindeki günümüz dünyası hakkında sorduğu sorularla doğrudan hitap ediyor.
Bir sergi olarak "İnsan Neyle Yaşar?" yapıtları izlemek için bir prizma, Brecht'in bilinçli siyasi angajmanına ve yöntemlerine açık bir göndermeyle okunabilecekleri bir bağlam sağlıyor. Sunulan yapıtlar doğrudan "Brechtçi" olmak zorunda değil; nitekim sadece bazıları Brecht'in eserlerine doğrudan göndermede bulunuyor. Bir yandan Brech'in sanatın siyasi angajmanına duyduğu inanca katılıyor ve bu potansiyeli anlamlı hale getirmeye çalışıyorlar; diğer yandan ise Brecht'in şarkısının ruhunu paylaşıyorlar. "İnsan Neyle Yaşar?" zaten elimizde var olandan ötede, ileriyi gösteren bir yola işaret ediyor, muhtemel yönlerin ve yeni okumaların hatlarını çiziyor. Ancak bir bütün olarak sergi, bağımsız yapıtlar üzerinde geliştirilebilecek perspektiflerden sadece biri; yapıtlar ayrı ayrı ele alındıkları nda farklı bir tekil ilgi alanları dizisi ve göndermeler öbeğiyle de ilişki içerisindeler.
Brecht, 1945 Eylül'ünde günlüğüne şöyle yazmıştı: "Berlin'de Üç Kuruşluk Opera'nın dolu salonlarda oynandığını, sonra da Rusların müdahalesiyle kaldırıldığını duyuyoruz. BBC (Londra), oyunun ‘Önce ekmek gelir ardından ahlak' baladından dolayı protesto edildiğini bildirmiş. Ben de olsam oyunun oynanmasına izin vermezdim. Devrimci bir mesajın yokluğunda bu ‘mesaj' katıksız anarşizm olur." Bu ifadenin İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasının siyasi iklimi bağlamında anlaşılması gerekir. Ama bugün de herhangi geniş çaplı bir harekete rastlamak mümkün değil. İşin doğrusu, gerçekliğin kendisi "Brechtçi"leşti.-Avrupa siyasetini yöneten kişilerin gözlemlemesi bunu göstermeye yetecektir. Brecht'in zamanında çelişki ve belirsizlik taşımamaktaydı: Faşizme karşı üçüncü bir yol mevcut değildi. Bugün ise siyasetin dili fiilen depolitize edilmiş durumdadır. Savaşın ismi insani müdahale, kitlesel katliamın ismi etnik "temizlik" oldu, tüm siyasal güçler bir barış, demokrasi ve insan hakları retoriği çerçevesinde adımlarını atıyor ve diğer mücadele imkanlarından yoksun militanlar "terörist" damgası yiyor. Çağdaş kuram bile siyasal antagonizmadan uzak durmaya dikkat ederek "münakaşa"ya dayalı siyasetten yana tavır belirtiyor, ki bunun da kolayca alkolsüz bira, dumansız sigara veya kafeinsiz kahve gibi siyasetsiz siyaset olduğu ortaya çıkarsa şaşmamak gerekir… Günümüzün sınıflı toplumunda antagonizma olmadan siyaset bir hayaldir. Pazarlanabilir bir farklar yelpazesinin (genellikle "çoğulculuk" adıyla çığırtkanlığı yapılan) sahte bir coşkuyla kutlanmasına izin veren neoliberal "çeşitlilik" tarafından desteklenen siyasetin kültürelleştirilmesinin yerine kültürün siyasallaştırılması konmalıdır. "Sosyalizm ya da barbarlık" ikileminin her zamankinden daha gerçek olduğu ve dünyanın geleceğinin fakirleştirilmiş savaş bölgeleriyle zengin bölgelerin istikrarlı faşizm eğilimli sistemleri arasında bölündüğü günümüzde bizi bekleyen görev budur."