Batu Kepekcioğlu, Tayfun Salihoğlu, Doğa D. Aman, N. Doğuş Yelekçi

Aslıhan A. Erkmen / 28 Nisan 2023
Batu Kepekcioğlu, Tayfun Salihoğlu, Doğa Dinemis Aman ve Nesim Doğuş Yelekçi ile 6 Şubat depremi sonrası gün yüzüne çıkan problemleri konuşmak için Çat Kapı'da buluştuk.

Yaşadığımız 6 Şubat depremi sonrasında her aşamayı, her aşamada yapılan yanlış uygulamaları konuştuk; yanlış zemine kurulan ve taşınan geçici barınma mekânlarını, daha 1 ay olmadan yapımına başlanan TOKİ konutlarını, deprem bölgesindeki tarihi eserleri, uzaktan eğitimi, molozların sulak alanlara dökülmesini, riskli bölümleri taşınacak şehirleri…. Konuşmaya da devam edeceğiz.

Yıkılan kentlerin tekrar yapılandırması konusu, farklı disiplinlerin bir aradalığını, risklerin bütüncül şekilde değerlendirilmesini gerektirdiği için, bu ay, Petra The Flooring Co. desteğiyle gerçekleştirdiğimiz Çat Kapı konuklarımız; kentsel tasarım yarışmalarından tanıdığımız, son dönem birincilik ödüllerinin sahibi, kendi profesyonel hayatlarında da bu çalışma disiplinini benimseyen bir ekip:

Batu Kepekcioğlu (Mimar, Dr., DATA - Disiplinler Arası Tasarım Hizmetleri Kurucu Ortağı, Doğuş Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı)

Tayfun Salihoğlu (Şehir ve Bölge Plancısı, Doç. Dr., Gebze Teknik Üniversitesi Şehircilik Bölüm Başkanı)

Doğa Dinemis Aman (Peyzaj Mimarı, Dr. Öğretim Üyesi, Özyeğin Üniversitesi Mimarlık Bölümü)

Nesim Doğuş Yelekçi (Y. Mimar, Arş. Gör., Doğuş Üniversitesi)

Konunun uzmanları; orman ve meraların korunmasının, basit bir cümleden çok daha fazlası, dünyanın geleceği olduğunu, geleneksel dokuya uyacak, onunla çatışmayan bir kent dokusunun önemini, kısaca; karşı karşıya olduğumuz sorunun, doğru çözme yöntemlerini anlattılar.

Kısaca sizleri tanıyabilir miyiz?

Doğa Dinemis Aman: Özyeğin Üniversitesi’nde Dr. Öğretim Üyesiyim. İstanbul Teknik Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü'nden 2011 yılında mezun oldum. Aynı bölümde 2013 yılında yüksek lisansımı, 2019 yılında doktoramı tamamladım. Doktora konum, “Kentsel Açık Yeşil Alanların Deprem Sonrasında Kullanımları” ile ilgiliydi. Yaklaşık 4 senedir de benzer konularla çalışmayı sürdürüyorum. Herhangi bir afet durumunda -sadece deprem değil, iklim krizi de çok önemli- doğru kararlar vermek ve tasarıma girdi oluşturmak için çalışıyorum.

Nesim Doğuş Yelekçi: 2010 yılı Doğuş Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunuyum. Yüksek lisansımı Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yine mimarlık alanında Yapı Fiziği programında yaptım. Geçtiğimiz dönem İTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde doktoraya başladım. Yüksek lisanstan itibaren çalışma alanım kentsel tasarıma evrildi. Adana’da kent ölçeğinde iklimsel tasarım ilkelerinin ne kadar uygulandığı ve bunun bina ölçeğindeki -özellikle rüzgar ve doğal havalandırma kapsamındaki- etkileri üzerinde çalıştım. Doktorada da benzer bir çalışma sürdürmeyi planlıyorum; çalışmam daha çok üst ölçek kentsel planlama kararlarının bina ölçeğindeki etkileri ve özellikle iklime duyarlı kentsel yenileme ve bina ölçeğindeki etkisiı üzerine olacak. Adanalıyım, bu nedenle çalışmalarımı çoğunlukla oraya yönlendiriyorum.

Tayfun Salihoğlu: Gebze Teknik Üniversitesi Şehir Planlama Bölümü’nde Doçent olarak görev alıyorum. Doktoramı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yaptım, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde. Daha çok rekreasyon alanları, kentte boş vakitleri değerlendirme mekânları ve kentsel yaşam kalitesi ilişkisi üzerine biraz algısal, biraz çevresel psikolojik boyutları olan bir konuyla ilgilendim. Ağırlıklı olarak coğrafi bilgi sistemleriyle birlikte sayısal konularda -planlama olunca veri ile çalışmak mümkün oluyor- çalışıyorum. Dolayısıyla, afete dayanıklılık mevzuları, kentsel ölçekteki araştırmalar çokça gündeme geliyor. Akademik çalışmalarda, birlikte yaptığımız yarışma süreçlerinde ve gayret gösterdiğimiz bazı fikirlerde -henüz olgunlaşmasa da, ileri zamandaki üretim süreçlerinde- bu konuyu merkeze almaya çalışıyoruz.

Batu Kepekcioğlu: Mimarım. Lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerimi İTÜ Mimarlık Bölümü’nden aldım. Mezuniyetimi takiben ulusal yarışmalar ve seçkilerde birincilikler dahil olmak üzere birçok ödüle lâyık görüldüm. 2020 yılından itibaren çok-disiplinli, geniş bir ekip yapısıyla, farklı ölçeklerde yarışmalara katılmaya başladık ve bu yarışmalarda art arda başarılı sonuçlar aldık. Yakın zamanda da burada geliştirdiğimiz yöntem ve deneyimi profesyonel bir tasarım hizmetine dönüştürmeyi hedefleyerek DATA - Disiplinler Arası Tasarım Hizmetleri’ni kurdum.

Ekipçe başarımızda, önerilerimizi Türkiye’de çok eksik olan bilimsel akıl yürütme üzerine oturtarak ilerlemenizin büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Deprem de bu eksikliği acı bir şekilde gözler önüne serdi. Sadece yıkım sırasında değil hemen sonrasında hızla geliştirilen yerleşme önerilerinde bile bilimsel açıdan bariz yanlışlar ısrarla sürdürülüyor.

Çok fazla unsuru içinde barındıran, geçici barınma konusuyla devam edelim. OHAL Kararnamesi de bu ay yürürlüğe girdi, bu bağlamda neler söylemek istersiniz?

T.S.: OHAL Kararnamesi'nin üzerinden geçen süreç içerisinde, Meslek Odaları konu ile ilgili görüşlerini, duruşlarını teknik anlamda açıkladılar, çok da nesnel gerekçelerle bunun yaratabileceği başka krizlerin üzerinde durdular. Türkiye Planlama Okulları Birliği’nin (TUPOB), Şehir Plancıları Odası’nın, farklı Meslek Odaları’nın açıklamaları oldu. Depremin ilk başlarında, sıcağı sıcağına bir hassasiyetle, konuyu hızlı bir barınma sorunu olarak algıladık. Hepimiz teknik insanlarız, afet ve acil durumda planlama ve yönetimi teknik yaklaşılması gereken bir iş. Deprem sonrası yeniden yapılanma süreçlerinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili çok derin bir literatür ve çok sayıda uzman var. Bu çalışmaların birçoğunda -dünya genelinde de- barınma sorununu hızlı bir şekilde çözmek için her hükümet, her yerel yönetim birtakım aksiyonlarda bulunuyor. Ama bazı durumlarda, daha bütüncül, aynı hataları tekrar etmeden bir şeyleri yapabilmek daha önemli hale geliyor. Bunu sadece barınma sorunu olarak ele aldığımızda, kentleri krize sürükleyen, afet yaşamalarına sebep olan durumları tekrardan üretme riskiyle karşı karşıya kalıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki, şehir denilen şey, özellikle de deprem görmüş şehirlerin önemli bir kısmını düşündüğümüzde, katman katman, üst üste birikerek yıllar içinde oluşmuş bir kültürden, yaşantıdan oluşuyor. Bunu sadece insanların başını sokacakları bir yeri hızlı bir şekilde inşa edelim noktasına getirmemiz, dışarıda çok fazla şey bırakmak anlamına geliyor. Bu dışarıda bıraktığımız konuların çok önemli bir noktasını kültür, yaşam biçimleri tutuyor. Öbür taraftan sosyal anlamda farklılıklar, gereksinimler, yaş grupları gibi hususlar -gördüğümüz kadarıyla- çok fazla düşünülmüyor.

Yer seçim noktasında; belirlenen yerde sonrasında gerçekten bir “kent” oluşabilir mi, bir yaşayış ortaya çıkabilir mi, bu yaşayış gerçekten de daha önce kentte olan yaşantıya benzer bir özgünlük gösterebilir mi? gibi tartışmaları çok fazla içermeyecek bir durum ortaya çıkarıyor. Bunun özellikle orman ve mera alanları üzerinden yürümesi ise, ekosistem üzerinden başka bir krizi tetikleme ihtimâli olan durumları, bu da risklerin bütüncül şekilde değerlendirilmesinin önemini ortaya çıkarıyor. Biz, ekip olarak konuları tam da bu şekilde ele alıyoruz.

B.K.: Düşünün bir kere; çözüm olarak, deprem sonrası bölgede orman alanlarını, meraları, tarım alanlarını imara açıyorsunuz. Ama ormanları imara açtığınızda, iklimsel olarak orada yüzey sıcaklığını düşüremiyorsunuz. Sıcaklık düşmediğinde havadaki su yağmura dönüşemiyor. Mera alanları ise hayvancılık açısından önemli, gıda ile alâkalı kısmı; tarım alanları da aynı şekilde. Ormanlar da kuraklıkla ilişkili bir afeti tetikliyor. Siz, şimdi depremi engelleyeceğim, diye bütün bu alanları inşaata açarsanız gelecekte de bugünlere pişmanlıkla bakıp susuzluk, kıtlık gibi konuları konuşacağız. Tam anlamıyla, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak. Oysa ürettiğiniz çözümün başka bir sorun yaratmaması gerekiyor. Çözümün temel kriteri daha büyük bir sorun üretmemek olmalı. Hele bir de küresel iklim krizi kapıdayken...

Bunların yanında, depremin hemen sonrasındaki bir yazımda selden de bahsetmiştim. Yazıyı gönderdim. Kısa süre sonra Adıyaman’da sel oldu. Yine can kayıpları yaşadık. Bunlar artık nicelik sorunu da değil, medeniyet sorunu. Neden insanlar 21. yy.’da selden, depremden, orman yangınından dolayı ölsünler, çok saçma değil mi? Dere yatağına bina yaparsanız, orayı sel alır. Bazı mimarlar, mühendisler, zayıf zemine bina yapılabilir, diyorlar. Teorik olarak her şey yapılabilir de, neden yapalım? Burada kriter sadece teknolojik açıdan mümkün olması, ayakta durması değil ki, bambaşka problemler var. Sulak alan habitatını yok etmek ekosistem sorunları yaratıyor örneğin, hepsi birbirini tetikliyor.

N.D.Y.: Orman alanları ve meraların dönüşümü konusunda, Adana bölgesinde yapılmış; coğrafi bilgi sistemleri ve yüzey sıcaklık haritaları üzerinden, tarım alanlarının dönüşümünün kentsel ısı adasına etkisini gösteren bir çalışma vardı. Özellikle mera ve kent çeperindeki yeşil alanların, sert yüzeylere (kentsel alana) dönüşmesinin, neredeyse geri dönülemez bir etkisi olabiliyor. Bu durum bölgelerdeki ısı adası etkisini ciddi bir şekilde artırıyor, sayısal verilerle de bunu takip etmek mümkün.

Ormanlar konusuna gelince; ormanlar havayı temizleme ve çevresindeki ısıyı düzenleme görevlerinin yanı sıra, çevresine de temiz su sağlıyor. Ormanların kentten ne kadar uzak olduğunun da bir önemi yok. Örneğin, Sahra Çölü Amazon Ormanları için kritik bir öneme sahip. Küresel bir ekosistemden bahsederken, kentlere çok yakın konumdaki orman ve mera alanlarının bu ekosisteme etkisi tartışılamaz.

Bir yandan da, bu gibi felaketlerde, özellikle bir noktadan sonra insanlardaki korku ve telkin azalmaya başlıyor. Sadece zemin etüdüne bağlı olarak yapılacak tekil konutlarda, insanlar diğer ihtiyaçlarının karşılanmadığı bir yerde olmaktansa, kentlere geri dönmeyi tercih edebilirler. Bu sefer yapılmış olan kalıcı konutlar, bir zaman sonra geçici konut görevi görmüş olacak. Örneğin Antakya’da konutlar ve ticari alanlar çoğunlukla bir aradadır; neredeyse her konutun zemin katı ticari alan veya atölyedir. İnsanlar çalıştıkları yerlere yakın alanlarda yaşarlar ve sadece kendi ticari alanları değil, birçok meslek grubu ile birlikte çalışırlar, birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Konutları ticari alanlardan ve kendi yerlerinden uzaklaştırdığınızda, bir noktadan sonra da insanlar tekrar buraya dönme ihtiyacı duyacaklar. Bu gibi riskler de barındırdığını düşünüyorum.

D.D.A.: Peyzaj mimarı olarak; doğal alanlar, meralar, her türlü açık yeşil alan, bizim birincil alanlarımız. Arkadaşlarımın da söylediği gibi; kent bir sistem ve bu sistem çok uzun zamanda oluşuyor. Birkaç yüzyıl öncesine kadar, yapılı çevre ve doğal çevre olarak daha fazla dengedeydik. Çünkü insan daha küçük ölçekte, daha yakın çevreden kendi ihtiyaçlarını sağlayabiliyordu ve çevresel olarak daha dengeli bir hayat vardı. Son birkaç yüzyıldır bu dengenin çok fazla değiştiğini ve en nihayetinde çevresel problemlerin inanılmaz derecede arttığını görüyoruz. Orman alanları dediğimizde, mera alanları veya herhangi başka dünya üzerindeki sistem dediğimizde, aslında bunların çok fazla serviste rol oynadığını bilmek lâzım.

Orman demek; temiz hava, temiz su, yiyecek demek. Birleşmiş Milletler raporuna bakıyoruz; günümüzde 3 milyar insan temiz suya ulaşamıyor, yaklaşık 8 milyarlık nüfusun, %40’ı. 2030-2050 yılında 9-10 milyar insanın, 6 milyarının ulaşamayacağı söyleniyor; oran %60’a çıkıyor. Bu daha da artacak. Temiz suya ulaşamayacağız, ülke olarak zaten ciddi bir su krizinin içerisindeyiz. Yağmur yağsın diye her gün bekliyoruz. Üç gün yağmur yağdı İstanbul’a, seviniyoruz. Bu, tüm dünya için böyle. Bazı ülkeler ciddi şekilde besin krizinde, su krizinde.

Olağanüstü hallerde de olağanüstü kararlar almak gerekiyor. Şu an için; deprem sonrasını düşündüğümüzde, barınma birinci, belki en önemli sorun. Bunu da, geçici ve kalıcı barınma diye ayırıyoruz. Birtakım alanlar geçici olarak barınmaya açılabilir, çünkü insanlar, en nihayetinde, barınmak zorunda. Fakat bunları kalıcıya çevirirken, “o sistemi” dikkate almak ve bunun gelecekteki sonuçlarını daha iyi ölçmek gerekiyor.


Şehirler Taşınmalı mı, Yerinde mi Kalmalı?
Peki, İstanbul?
Künye
Ofis Adı:
DATA - Disiplinler Arası Tasarım Hizmetleri
Sahibi:
Batu Kepekcioğlu, Ayşe Dede
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :