İstanbul’un taşınması hakkında görüşleriniz neler? Yeni açıklamalar yapıldı, rezerv alanlar açıklandı. İBB de deprem planını duyurdu. Son olarak beklenen İstanbul depremi ve alınması gereken önlemler çerçevesinde neler söylersiniz?
B.K.: Çok temel bir şey var ki, afet ilk fakiri vurur yani sınıfsaldır. 6306 sayılı Kentsel Tasarım Yasası’ndan bahsetti Doğuş. O yasayla ilk nereler dönüştü biliyor musunuz? Bağdat Caddesi ve Fikirtepe. Bu semtler en az sorunlu yerlerdi aslında. Fikirtepe sıkıntılı olabilir, gecekondu mahallesi ama Cadde’nin pek böyle bir derdi yoktu.
Peki, neresi dönüşmedi biliyor musunuz? Küçükçekmece ve Avcılar. Ve orası şu an bütün deprem haritalarında ilk yıkılacak yerler, en çok hasar almaya açık alanlar. Kentsel dönüşüm yasası ortaya çıktıktan sonra, son 10 sene böyle geçti. Bunun da sebebi, müteahhitlerin Avcılar’da, Küçükçekmece’de bir dubleks ile inşaat maliyetini çıkarıp kâr edememeleri idi.
Şu anda İstanbul’un dönüşememesinin temel bir sebebi de arazi değerleri. Çoğu riskli bölgede yerinde dönüşüm yaptıklarında -zemin özelliklerini geçiyorum- yerinde dönüşüm kendi kendisini finanse edemiyor. Emsal artışı gerekiyor ama Küçükçekmece’de, Avcılar’da bunu 2’ye, 3’e mi çıkaracaksınız? Zamanında Fikirtepe’yi böyle dönüştürdüler. Kaldı ki bu alanlar bir de deprem ve heyelan bölgesi. O yüzden hiçbir şekilde yerleşime açılmamaları da gerekiyor.
Diğer taraftan, kenti taşıma için Doğu-Batı ekseninde yer kaldığını da sanmıyorum. O zaman da geriye kuzeydeki ormanlık alanlar kalıyor. İşte o da başka bir felaketi tetikleyecek. Yerinde dönüşüm yaptığınızda -bazı ilçeler yerinde dönüşmemeli- oranın doğal karakterini tekrar kazanması lâzım. Park Bahçeler’in açtığı, katıldığımız bir yarışma vardı. Orada artık yerinde dönüşüm değil; taşınması gerekiyordu. Su havzaları, orman alanları, tarım alanları… Buralarda artık yerleşim olmamalı. Oralar nereye taşınır? Önemli bir konu ama diğer yerlerin yerinde dönüşmesi daha doğru gibi geliyor. Gebze’ye mi gideceksiniz? Gebze’de de yer kaldı mı? Bilmiyorum. Silivri başka hikâye. Bir de kiralanmayan, boş kalan konutlar mevzusu var… İstanbul’un taşınması konusu, bayram olduğunda bile İstanbul’dan çıkamadığımızı düşününce, bana pek mantıklı gelmiyor.
T.S.: Batu’ya katılıyorum. Zaten arkası da çok dolmadı. Böyle dedik ama, biz aslında şöyle demek istemiştik, açıklamalarıyla karşılaşabiliyoruz bazen. Siyaset her türlü popülizm üzerinden yürüyen bir şey.
Antakya da öyle. Taşınmalı mı, taşınmamalı mı? Belki tarihi çekirdek ve sonrasındaki mekânsal gelişim üzerine Türkiye’deki kentler arasında en çok çalışılan kentlerden bir tanesi Antakya. Dolayısıyla, yapı yapı, birçok şeyi biliyoruz. Oradaki kozmopolit yaşantının mekânının nasıl bir yer olduğunu büyük oranda açıklayabiliyoruz. Onlar nasıl birbirleriyle karşılıklı ilişki içerisinde, burada Asi Nehri’nin rolü, topografyanın rolü ne? Bunları anlatabiliyoruz.
İstanbul zaten bu anlamda Türkiye’nin en çok bilinen şehri. Neredeyse İstanbul’daki okullarda okuyan birçok meslek insanının A’dan Z’ye bildiği -ne kadar önemsediği ayrı tartışılır- bir mekânsal gelişim serüveni var İstanbul’un. Bunun son geldiğimiz noktasında da kırmızı çizgiler çok belli artık. O kırmızı çizgilerin aşılmaması gerektiği sürekli söylenir. Ama öyle ya da böyle, köşesinden kenarından tırtıklana tırtıklana Kuzey Ormanları’na doğru genişledik.
İstanbul’da deprem riski altında yaşayan 300 bine yakın konuttan bahsediliyor. Bu, alınıp bir yerden bir yere taşınabilecek bir rakam değil. Devasa bir kara parçasından bahsediyoruz. Dolayısıyla bunlar, belki 99 depreminden bu yana geçen sürede hızlı bir şekilde üret-aktar-boşalt gibi birtakım modeller kullanılarak, parça parça dönüştürülerek ilerletilebilecek ve metropolün kendi içerisinde çözülebilecek durumlarken, artık İstanbul’da deprem riski sorununun -projekte edilen depremin de ne kadar yaklaştığı göz önünde bulundurulduğunda- ancak bölgesel politikalarla çözülebileceğini düşünüyorum. İnsanların, İstanbul’dan uzaklaşması lâzım. İstanbul çevresindeki kentlerin; -daha üst ölçekli, merkezi bir ekonomi politikası çerçevesinde- insanların barınabilecekleri, belki yaşantılarını orada kurabilecekleri, oralarda çalışabilecekleri, güçlü ulaşım bağlantılarıyla bu koridor içerisinde hareket edebilecekleri yerlere dönüşmesi lâzım. Teknik anlamda o bölgeleri biliyorum, özellikle İstanbul’un doğusunu. İyi bir plan dahilinde yerleşilebilecek, kenti çok kaotik bir hale getirmeyecek, bir miktar nüfusu alabilecek yerleşmeler var. Dolayısıyla İstanbul’da, bunun ötesinde, çok hızlı, içeriden bir çözüm üretmenin çok kolay olmadığını düşünüyorum. İBB’nin deprem sempozyumu ve benzeri çalışmalarının çoğunda, aslında konuşulan konular bunlar.
"Tüketim Alışkanlıklarımız Tamamen Değişmeli"
B.K.: Bir soru: Dünya Bankası ile vs. çözülebilecek bir borçlanma stratejisi ile gidilebilir mi?
Çünkü kendi içinde çözülebilmesi pek mümkün değil. Bu bütçenin çıkarılması da mümkün değil. İnsanlar da pek buna razı gelmiyor. Çünkü Türkiye’nin gelişiminin durdurulup, tamamen kâr getirmeyen bir inşaat faaliyetine odaklanması demek. Var olan binayı yeniden yapıyorsunuz, belki maliyetine. Kimse para kazanamıyor. Bana tek çıkış, bu gibi geliyor. İstanbul da, dediğiniz gibi, Marmara Bölgesi’ne yayılacak. Sanayi, bütün ekonomik faaliyetler, yavaş yavaş İstanbul çevresindeki illere dağıtılıp, yenilerinin de bu illerde yapılması sağlanabilir.
İkinci sorum da: Var olan yapı stoğunu nasıl dönüştüreceğiz? Orada İBB, Türk bankalarından, yerel bankalardan borç alarak yapmaktan veya fonlamadan bahsediyor ama bana o da çok mümkün gelmiyor. Dışarıdan bir para girişi ile ancak borçlanmayla mümkün gibi geliyor. Başka ülkelerde örneği var mı? Bunu belki konuşmak iyi olur.
T.S.: Dediğin çok doğru ama orada şu akla geliyor tabii; bu süreç içerisinde niye bulunamadı? 99 sonrasında ülke bir anda depremi unutmadı aslında, başka depremler de oldu. Deprem sürekli gündemimizde 4-5 yıl arayla kaldı. Ben kentsel dönüşümün ekonomik boyutunu küçük ölçeklerde, ada ölçeğinde, küçük bir kentsel dönüşüm alanı ölçeğinde çalışıyor olabilirim ama bunun finansmanına geçtiğimizde çok farklı, bilmediğim hesaplar var. Krediler, bunların geri dönüş oranları vs. Ama sade bir vatandaş olarak, "Bunlar bulunabiliyorsa, şimdiye kadar niye bulunamadı?" diye düşünüyorum. Demek ki, bunları bir anda bulmak da çok kolay değil, bir plana ihtiyaç var. Bunun planı olsaydı, 20-30 yıl içerisinde ülkedeki ekonomik politikalar ve kentsel politikalar da deprem gerçeğinden bu ülkenin kurtulması için organize edilebilmiş olsaydı; o zaman belki "bu plan"ın belli bir noktasında olurduk ama biz şu anda tekrardan sanki 99 depremi yeni olmuş gibi, ne yapacağız, nasıl bunun finansmanını sağlayacağız?, noktasındayız. O süreç içerisinde dönüşen yerler var, yok değil. Ama buralarda idarelerin çok ciddi katkıları olduğunu düşünmüyorum. Batu'nun da söylediğin gibi, kentsel dönüşüm yasası belki çıkmasaydı Bağdat Caddesi çevresindeki insanlar bir şekilde birbirlerini ikna edeceklerdi ve oralar zaten dönüşecekti. Sanki, 99’dan bu yana ürettiğimiz yasal düzenlemelerin çok da bir katkısı olmadı. TOKİ gibi örneklerin belki önünü açmış oldu ama TOKİ 99’dan önce de var olan bir kurumdu, konut üretmeye devam ediyordu. Hatta farklı bir yapılanma içerisinde daha da başka değerleri de gözeterek ürettiğine dair çok fazla metin de vardır. Dolayısıyla ortada, doğrudan "ben bu deprem sorununu çözeceğim" noktasından hareket eden bir politika olmadığını zaten biliyoruz ve bundan sonra da olamayacağına dair bir umutsuzluk yaratıyor bende.
D.D.A.: 99 yılından sonra depremle ilgili çok fazla adım atıldı, İstanbul’la ilgili çok fazla çalışma görüyoruz. Deprem master planları, Japonya ile yapılan ortak çalışmalar, bunun sonucunda çok sayıda analiz ve öneriler... Fakat 24 seneye baktığımızda İstanbul’un nüfusu yüzde 50 arttı, 10 milyondan 16 milyona çıktı. Çıkmalı mıydı? Bilemiyorum. İstanbul için gerçekten bir deprem bekleniyor, bu konu ile ilgili çalışmalar yapılıyor fakat o dönüşüm de o kadar kolay değil, işin büyük bir ekonomik boyutu var.
B.K.: Ülke politikası olarak da; Merkez Bankası yakın zamanda İstanbul’a getirildi. 2008, 2009’ları hatırlayın; "Küresel kentin parçası olacak", "Balkanlar’ın, Orta Doğu’nun merkezi olacak" dendi İstanbul için. Ve bu vizyonla aslında sadece konut da değil, 2000’lerin başında Ayazağa bölgesi küresel sermayenin konumlanabileceği yapılarla donatıldı. Sonrasında da Ayazağa’dan Şişli’ye kadar her yer gökdelen doldu. İstanbul’da tam tersi yönde olması gereken eğilim, burayı cazibe merkezi haline getirdi, Türkiye’nin de değil, bütün Balkanlar ve Orta Doğu’nun, ki şu an hâlâ Orta Doğu’dan insanlar geliyor. O hayâl, Balkanlar kısmında belki olmadı, başta Avrupa’ya, dünyaya yönelik bir şeyken daha yerel bir coğrafi bölgeye doğru indirgendi şu anda. Ekonomi ve üretim anlamında, bu cazibe merkezi haline sokmaktan çıkmamız lâzım. Deprem sonrası problemler yüzünden, ülkenin felç olmaması için tekrar Merkez Bankası ve diğer kurumların olabildiğince İstanbul’dan çıkacağına dair konuşmalar duydum. Karar var mı? Bilmiyorum ama konuşuluyor. Çünkü, tek bir kent her şeyin merkezi olduğu anda, o kente bir şey olursa bütün ülke felç olacak.