"Mimarlık yapabildiğim ‘şey’ olduğu için hayatımda ve hayatımın merkezinde." Çat Kapı'nın yeni konuğu; Tarlabaşı Salkım Saçak'a taşıdığı yeni ofisiyle, MeMaLondon Kurucusu Mert Eyiler oldu.
©Mert Eyiler
Mert Eyiler'e ilk Çat Kapı ziyaretimizi 2009 yılında yapmıştık. Aradan geçen seneler neleri değiştirdi, neleri unutturdu, neleri getirecek? “Çok şeye maruz kalıyoruz” diyor Mert Eyiler, “1500 sene geçmiş gibi hissediyorum”. 2023 yılında ise, Mert Eyiler’in yeni semti, Tarlabaşı’ndayız. Mahallenin sokaklarından geçtik, çaldık kapısını, 1920’lerde kayda geçmiş bir binadayız. Yeni ofis, her şey tam bitmiş olmasa da, acelesi olmayan bir Mert Eyiler atölyesi olma yolunda ilerliyor.
Kuzguncuk/Tarlabaşı/Londra geçişlerini, hayatının merkezinde olan mimarlığını, bir yapıdan beklentilerini, üretimlerini ve güncel projelerini konuştuğumuz, Petra The Flooring Co. desteğiyle gerçekleşen Çat Kapı’nın satırlarını sizler için aralıyoruz: masanın etrafında dönen sohbetlere başka bir misafir de eklenerek...
Mert Eyiler, Selim Süme, Aslıhan A. Erkmen ©mimarizm.com
Kuzguncuk’tan Tarlabaşı’na taşınmanız bir seneyi geçmemiş. Nasıl buralar? Tarlabaşı’nı sizin gözünüzden dinleyebilir miyiz?
1996-2022 yılları arasında Kuzguncuk’ta idim. Çıkıp buraya gelmek, “yerleşmek”, “buralı olmak” (ne demek ise) zaman alıyor. Kuzguncuk çok kalabalık olmuştu, ‘insan’ görmek istemiyorum, dediğim zamanlar idi. Küresel meseleler, ekonomik karışıklık da süreci hızlandırdı, SalkımSaçak’a taşıdı bizi.
Dışadönük bir hayat kurduğum söylenemez, daha çok içerideyim/z, çokça kendimize baktığım/ız içedönük zamanlar. Daha besleyici şu sıra bu tavır.
Göçmen mahallesi dinamikleri bambaşka. Kuzgun ile en temel ayrılık burada. Daha yerleşik bir düzene sahiptir Kuzguncuk. Kıpırdamanız beklenmez, hatta öyle beklenmez ki hiç köy’den çıkmadan yaşayabilirsiniz / Londra’ya kadar gidip Hackney’de Pint’ların tadına vardıktan, NorthLondon’ı yaşadıktan sonra hareket etmek kaçınılmaz oluyor, olmuştu, iyi ki kıpırdamışız.
Buraya geldiğimde “Oh Bea” dedim. “Yaşıyor musun? yoksa sadece Var mı oluyorsun?” Burada daha da fazla hissetmeye başladım yaşadığımı. Sevdiklerimden vazgeçmiş gibi hissediyorum aralar ile ki ayrılık da aşk’a dahil, diyerek devam ediyor insan.
İlk misafirler tabi ki çocuklar, sıklıkla ziyarete/yardıma geliyorlar, merakla bakınıp karıştırıyorlar her şeyi. Her geldiklerinde onlarla bir şey paylaşıyorum. Mimar ne iş yapar, diye hala benim de cevaplamaya çalıştığım o anahtar soru, Kuzgun’dan sonra bambaşka varoluş sancısı yaratıyor? oysa ki Kuzguncuk’un varlığı Mimarlık kültürü ile birlikte anılır.
Evet işte yeni bir kültür çocuklar için burası. Kütüphane mi yapacaksınız? burayı ikinci soruları neredeyse? Kağıt işleri ve arşiv etkiledi gençleri. Sıklıkla karıştırıp hemen eve götürmek, sahip olmak istiyorlar.
Yumurcaklarda gördüğüm hissiyat şu; çocuk dediğiniz şey sünger(!) gibi. Almaya o kadar meyilli ki her biri, soru sormayı, merak etmeyi, heyecan duygusunu, hata yapmaktan korkmadan içgüdüsel bir dürtü ile hareket etmeyi hatırlattılar bana.
Benim büyük imtihanım; şehir’in, hızla büyütmeye, yetişkin(!) bireyler olmaya zorladığı; çocukları da “bir amaç“, “bir şey olmak üzere“ yetiştirdiği büyük bir “kaos“ olduğu ile yüzleştim.., oysa yer değiştirmekte ya da göçmekte olan bir yaşayışın, yabani halin korunmasına yardımcı olduğu bilgisi ile bu kadar sert yüzleşmek harika bir karşılaşma oldu. Kendi hikayeniz ile yeniden yüzleşiyorsunuz. Bilinçaltınız ile tanışıyorsunuz yeniden ve yeniden. Şu sıralar atalarla ilişki kurmaya çalışıyorum, teşekkür ediyorum çokça. Sıkı, temiz yol yapmışlar, epey bir yolculuk. Buradan sonra bakalım neler daha olacak. Bu durak da onların hediyesi gibi geliyor.
©Selim Süme
“mert eyiler mimar atölyesi”, önce “MeMA”, sonra “MeMa London” oldu. Burası nasıl evrilecek?
Bir sonraki adım için geri çekildik diyelim, bir tür şifalanma alanı, bir tür inkübatör, kuluçka alanı. Ne olacağını bilmiyorum; ideolojik olarak, ekonomik olarak, toplumsal dertler arasından çıkıp yeni bir şey düşünmek çok kolay değil ve fakat imkansız da değil. Şu sıra hayatımda en çok istediğim, en belirgin olan şey; yeterince efor ile basit, erişilebilir, kolay şeyler yapmak. MeMA da yeterince efor harcayarak, bu davranışa göre şekillenecek. Tam da burada şunu söylemeliyim ki yaşamak ve çalışmak arasında hep üretmek için yüksek çaba ortaya koyan tarafta olduğumu fark ettim. Mimarlık da bu yüksek çabanın içinden tutunmaya çabaladığım, kendime yakın bulduğum idea. Yaşam dediğimiz şeyi bu idea’nın civarında; yüksek çabanın içinde kurdum, bu çabanın içinde aradım. Birisi birisinden daha değerli olduğu için değil? bu arada. Benim tarafta böyle gelişti hayat.
Evet, ‘mimarlık’ yapabildiğim ‘şey’ olduğu için hayatımda ve hayatımın merkezinde. İşte bir sonraki adıma da, daha çok ‘mimarlık’ karar verecekmiş gibi geliyor. Hep öyle oldu. Kışkırtıcı bulduğum taraf tam da burası. Ürettiğiniz ‘şey’in tartışma üretiyor, bir tür ‘mimarlık’ kurmaya çabalıyor olması. Bazen mekan bazen düşünüş olması yaşam’ım dediğim ‘şey’in bana en iyi gelen tarafı. Bu yaşayış’ın en ‘şey’i’ ürettiğimiz mekanlar. Sanırım bu yapının içinden MeMA’nın, Londra’nın ya da dünyanın nereye evrileceğini izlemek gibisi yok. Hep birlikte karar vereceğiz bir sonraki adıma. Hem MeMA, hem MeMALondon hem Dünya. Tüm bu yer değiştirme boyunca fark ettim ki, Londra’da Hackney’de Stokey’de yaşadığım mahalledeki yaşayış, kültür SalkımSaçak’ta da aynı. Burada; Yerküre’de ihtiyacım olan duyguyu, London’da ihtiyacım olan mekanı yakaladım.
©mimarizm.com
“Mimarlık sadece benim anladığım kadar mı?"yı sorguladığınızdan bahsetmişsiniz. Bu süre içinde mimarlık tanımınız nasıl değişti?
Şu sıralar 2016’da beni Londra’yı aramaya taşıyan duygunun yine tam içindeyim. Ürettiklerimizin gündelik olan ile ilişkisinin eksildiği bir yalnızlık hissi. 2023 Genel Seçimleri sonrasında sisin dağılmasını bekliyorum. Avrupa’daki 40 Under 40 seçkisi için jüri üyesi olmamızı istemeleri işte bu sisin dışında da üretebileceğimizin temsili oldu. Çook’ii geldi. Mimarlık’ı sadece benim anlamlandırmama gerek olmadığını görmek geliştirici oldu. Adayları değerlendirme sırasında çok daha İstanbullu, çok daha Londralı, çok daha Dünyalı hissettim. Bu ilişkileri kurmak zaman alıyor. Her ilişki zaman istiyor, emek istiyor ve bir tür sürtüşme istiyor ki bir şey gelişsin. O sürtüşmenin kendisi de bir tür mimarlık. Şimdi tekrar bu faza geri dönüp, yeni ilişkiler üretme zamanı. Önümüzdeki hafta Nevzat (Sayın) gelecek. Mimarlıkla kurdugum bağ’ın önemli aktörlerinden biridir. Nevzat’ı yeniden ağırlamak olağanüstü bir his/heyecan.
Kolektif tavır ve işbirliğine önem veriyorsunuz. Her fırsatta da altını çizdiğiniz bu yaklaşım hakkında neler söylemek istersiniz?
‘belki de toplumdaki genel seviye hiç düşmüyordur: Entellektüel enerji sabittir ve bir alandan diğerine kayıyordur. Büyük sonuçlara yol açmadığı için futbol şimdilerde meraklı ve tartışmacı zihinlere sanattan daha fazla alan tanıyor. Özgür ve güvenli bir sığınak olduğunu söylemek yanlış olmaz’ bu satırları okuduğumda fena halde futbola benziyor hayat dedim. Mimarlık’ın bizzat kendisi entelektüel enerjiye yakınlık isteyen, emek isteyen, adanmışlık isteyen bir eylemlilik. Bir başınıza yapılamayacak kadar derinlik’i hakediyor. Üretimi ve tüketimi de eş zamanlı masaya çağırdığınız YanYana gelmeler, hep aradığımız çok seslilik, çeşitlilik, kapsayıcı kavrayış; birlikte düşünmek. Bu Coğrafyada ‘özgürlük alanı’ oluşturmak en kıymetli entellektüel eylemlilik. Hep çok ihtiyaç var bu açıklığa.‘‘Kolektif’ler’’ Londra’da gündelik hayatın tam kendisi.
6 Şubat’ta yaşadığımız YerSarsıntısı’nda ‘Yer’ kendisini hatırlattı bize YanYana gelmenin kıymetini. Bir ‘derinlik’ devrildi -çok şükür ki yok olmadı- hızla yeniden inşa edilecek. Bu derinlik’i hemen(!) inşa edecek eylemlilik el değiştiren sermayenin ürünü. Kolektif tavrı bu sıkışık zamanlarda anmak, geri çağırmak çok can yakıcı, entelektüel eylemlilik ile sermayenin gerçekten yan yana gelmesi üzerine bir çaba sarf etmemiz gerekiyor. Gündelik olan için Mars’a gitmek ne kadar kıymetliyse, bu YanYanalık‘ı üretmenin de o kadar kıymetli olduğunu düşünüyorum...
Şimdilerde çocuklarla kurduğum diyalog, o yabani ve vahşi duyguları, içgüdüleri kaybetmeden bilince ve duyguya yakın olmayı hep hatırlatıyor. Aklınızı, kalbinizi ve arzularınızı hizaladığınız bir an var. Arzularınız en vahşi olduğunuz durum. Yani avcı toplayıcı kültür galiba endüstri 1.0. Endüstri 5.0’ı açıkladı Japonya. Bunlar arasındaki hizayı ya da salınımı tutturmak, ‘benim mimarlığım’ı, ‘benim mimarlığım’ yapan şey. Bu salınımı bir başınıza tutturmak çok kolay değil, olamaz da. Kolektif tavır bu salınım için vazgeçilmez.
©Mert Eyiler
©mimarizm.com
Kendi ofisinizi açmaya iten şeyin özgürlük hissiniz olduğunu da belirtmişsiniz. Üretimlerinizde özgürlük hissiyatınız ne kadar ön plana çıkıyor?
Mimarlık benim için bir tür ‘çocuk’. Evriliyoruz birlikte. Bu evriliş’in hala en kıymetli duygusu, evet ÖzgürDüşünüş. Sizlerle ilk konuştuğumuz zamanlardan bu yana epey zaman geçmiş, hala evriliyor ve evet büyüyoruz / yaptığınızı daha da iyi daha da derin yapmaya çabalıyorsunuz. Doğası gereği bu böyle. O dönemdeki halimden çok uzakta değilim ve fakat başka bir evresindeyim. Şu sıra bir ‘mimarlık kitabı’ daha da kıymetli geliyor.
ÖzgürlükHissi ile tanışma ve geliştirme Kuzguncuk Okulu’nun hediyesidir biraz da. Kuzguncuk’ta tutan ile Londra’ya iten, sonra tekrar İstanbul’a çağıran O duygu; istemeden ya da istem dışı sizi sınırlamaya da çalışıyor. Bunu da yaşamak bu ÖzgürlükMevzu’nun bir parçası :)
Londra’da YEE için Gökhan Karakuş’un daveti ile Vernakuler Mimarlık için ÖzgürDüşünüş’ü konuşmak o dizilimdeki yerimi geliştirmek için çok geliştirici oldu. Cengiz Ağabey’e daha önce hiç dünyalı birisi olarak bakmamıştım.
Gündeminizde şu an neler var?
Mesut Bey’le (Mesut Kaya/YEM) konuştuk, bir ‘mimarlik kitabı’ için çalışıyoruz. MeMALondon’ın sonraki adımını hazırlayacak, oluşturacak şey de biraz bu...
İçeriği işlerinizden mi oluşacak?
Mesut Bey ve Editör’ümüz karar verecek :) buna. Bir derleme paylaşmıştım, Mesut Bey “bunu ayıklamamız lazım” dedi. Kitabı ‘yapan’ ben mi olmalıyım? Özellikle editoryal kavrayış ve tasarım çok kıymetli. Biriken şeyi neye dönüştüreceğini ise galiba birinin sahiplenmesi gerekiyor. Onu da mı? Sahipleneceğim? ben yapmasam iyi olur. Ben kitap yapamam. Yaparım da, o kitap olmaz. O da mimarlık olur.
Kitap dışında Antalya’da hazırladığımız, AtaMirası olan üç lokasyon için çalışıyoruz. Çok amaçlı bir yapı, küçük Alışveriş Merkezi, bir ofis bloğundan oluşan üç tane yapı var elimizde.
Yahşibey’de bitmeyen, daha doğrusu başlayamadığımız bir Ahır var; ben ısrarla kağıt üstünde onay almak, başlatmak istiyorum. Kurallar değişti, yasalar değişti, Belediye değişti, harita ve kadastro değişti. Israrla kağıtta iş bitmedi başlamak için.
Tam burada, Tarlabaşı ve SalkımSaçak ile çok kıymetli bir yere bağlayacağım bu kağıt üzerinde ısrar etmeyi, kayıt ile ilerlemeyi. Bu yapının önündeki 80 cm genişliğindeki kaldırım tüm Tarlabaşı boyunca devam ediyor. Beni buraya taşıyan ‘şey’ Duygu/His/Fiziksellik ne derseniz? Kayıt altında olması, kararları alınmış olma hali ve bu tasarlanmış yer. 1500’lü yıllardan beri buralarda. Bu yapının iktisap tarihi de 1920.
Bu yapıyı toparlarken, Hastings’de yaşayan bir arkadaşımızın evini düzenliyorduk; Bozo’nun evi ile bu evdeki inşa etme yöntemi aynı. Kargir inşa etmenin kurallarının, malzemelerinin dünyanın her yerinde aynı olduğu bir aralık hasıl olmuş. Erkin Koray yaptığı müziğin evrensel olması üzerine gerekçeyi bir tartışmada "Uzayda Bir Elektrik Hasıl Olmuştu"... Sanırım yerküre üzerinde bir ara aynı bilgi ile üretildi her şey. Ben de MeMA da aynı elektriği arıyoruz, hep.
Selim Süme ve Lale Barlas için Vaniköy’de bir içmekan tasarımı gündemimizde. İşvereninizin arkadaşlarınızın sizden yeniden işler istiyor olması büyük sorumluluk, her seferinde katlanıyor sorumluluğunuz. Galiba bu ilişki, işverenle-mimar ilişkisi benim de en özlediğim. Her seferinde, her karşılaşmada bir sonrası için Yeni Açıklık inşa ettiğimi düşünüyorum. Bu yazışmalar, konuşmalar da bence bizi hep bir sonraki için hazırlıyor.
©Mert Eyiler