©mimarizm.com
Gençlerle ilgili meselede de hareket hep bizi bir sonrası için hazırlayacak. Bilmiyoruz neler olacak. Giderler, Gelirler, Tekrar giderler.. Şimdi Fatih Çekya’da ya da Polonya’da iki tane yüksek lisans programı için hazırlık yapıyor. Hareket etmenin kendisi benim mimarlığımın da dinamiği. Bunu da paylaşıyoruz gençler ile.
Bütün bu çeşitlilik, burayla ilgili yine, hayat gibi, ne kadar çeşitlenirsek ben o kadar zenginleşeceğimizi, ne kadar çeşitlenirsek o kadar özgürleşeceğimizi düşünenlerdenim.
Aksi halde tek tornadan çıkmış olacak. Bu ortamı ne kadar zenginleştirirsek o kadar zevk alacağız. Benim Londra’da öğrendiğim bir şeydi, burada değil, üzgünüm: Joy! Galiba neşeye ihtiyacımız var. Bizi biz yapan şey de o. Neşelendiğimiz ya da zevk aldığımız zaman daha yayılıyoruz, daha oturuyoruz, daha içine bırakıyoruz. Aksi halde çok höt höt... Kuzguncuk’ta bu çeşitlilik bana göre azalmıştı. Ben artık beslenemiyordum. Buraya geldiğimde; zenginlik! dedim. Çünkü Tarlabaşı nasıl dediğiniz için söylüyorum, yaklaşık olarak 13 ila 17 arasında halk saydım. Bu halklar topluluğu; Türkiyeli, Suriyeli, Afgan, İranlı... Nedense Türkiye’nin doğu komşularıyla kurduğu ilişkilerden aldığı göçle besleniyor. Ve bu da burada başka egemen bir şey yaratıyor. Başka egemen bir şey de şu; şehrin kırla çatışmasını yaşıyoruz aslında. Kırdaki dinamiklerle geldiğinde burada bu fiziksellik ona uygun değil çünkü halısını atıp yıkamak istiyor, çamaşırını asmak istiyor. Herkes gelip onları çekiyor, bu oryantalist tavırdan çıkılmalı, çünkü küçücük odalarda kalabiliyorlar. Tıpkı benim Londra’ya gittiğimde bir odada kalabildiğim gibi. Aslında ben şu anda Londra’da yaşamak istediğim, ya da görece hak ettiğime inandığım bir yoğunluğu yaşıyorum. Ve o değeri, o bilgi birikimini paylaşıyorum. Orada öyle olamıyorsun. Orada daha küçüksün, sesin de çıkmıyor.
©Mert Eyiler
Biraz bahsi açıldı aslında ama, Londra demişken 40Under40 ile jüri üyesi olduğunuz dönem ve seçme kriterlerinizle ilgili neler söylemek istersiniz?
O ödüle değer görülmek neden önemli ve oradan nereye gideceğiz? Galiba şu sıra beklentim bu ilişkileri daha da zenginleştirmek. European Architecture Center ile ve Chicago Athenuim ile tanışıklık önemli. Başka başka coğrafyalarda bir sürü iş, düşünüş, kavrayış açılıveriyor, yeni arkadaşlıklar kuruyorsunuz. Keskin sınırların arasına sıkıştırılmış düşünüşlerden sıyrılıp başka dünyalar ile de paylaşmaya çalışmak çok geliştirici.
Çok kolay bir seçki olmadı. Çok iyi ekipler gelmişti. 30’larının ortasında elde ettikleri işler, tamamlanmışlıkları olağanüstüydü.
Kriterleri şöyle sıralayabilirim Bir tanesi; bu kulübe üye olmak için ve bu kulübe üye olduktan sonra neler yapacaklarının farkındalar mı? Bir sonraki jüri üyesi bu ekip arasından çıkabilir mi? Bu önemli bir soruydu. Kendi kültürleri için ürettikleri ile dünyada olan bitene yeni bir adım oluşturabilecekler mi? Vaziyet planı, benim için en önemli konulardan bir tanesi idi, o şehirle kurdukları, sosyal dokuyla kurdukları ilişkilere baktım. Büyük Puntolar ile yazdıkları kavramsal kriterler ile Mimarlıkları arasında ilişki nasıldı?
Her iş’i TekTek kontrol ettim, bir değerlendirme yaptım. 2022 dönemi için bizim seçkide Kaat Mimarlık, Mecidiyeköy’deki üst geçidin altında İBB’ye yaptığı bir proje ile yer almıştı. Çok güzel işti. Selim de orayı tecrübe etmişti. Bu görevlerden, bu pozisyon almalardan, buluşmalardan aradığımız; bizi onlara anlatacak, onları da bize anlatacak ilişkiler çıkarmak galiba. bu krşılaşmalar önemli bu sebepten.
Yeni dönem için de Mert Uslu’ya yeniden yazdım, lütfen başvur, diye. Mert’in kriteri şu benim için; çok zengin iş yapıyor, iyi bitiriyor ve içerikleri çok zengin, her seferinde. Eğer mümkünse, bu vesileyle, sizin bir sonraki adımınız Mert Uslu Mimarlık olabilir mi?
Bu arada bu buluşmaya Selim’in katılmasını istememin sebebi de şu galiba,
az önce konuştuğumuz işveren ve mimar, arkadaş ve mimar, fotoğraf sanatçısı ve mimar ya da benim daha tarifleyemediğim bir sürü şey ve galiba çeşitlilik. Müzakere etmek çok geliştirici oluyor. Çünkü yaptığımız işlerde en çok aradığım şey müzakere alanı, bu ilişkiniz için bile bir kriter olabilir kimi zaman...
Şimdi Basel’de bir sergisi var.
Selim Süme: Mecidiyeköy Sanat benim radarıma girdikten sonra, şurada bir şey yapsak mı, sorusu düştü içime. İBB’de de yakın arkadaşlarımız var, Zeynep Cula, Sergiler Direktörü. Geçen haftalarda bir toplantı yaptık, yakın zamanda orada bir sergi yapmak için konuştuk, anlaştık. O mekan sonuçta sergi için yapılmış. İBB’nin diğer mekanları dönüşüm projeleri. Bu binalar da çok güzel ama fazla karakterli. Casa Botter’e gittiğinizde bina işlerin önüne geçiyor. 8-10 m tavanlı bir yerde, 50x70 cm bir işe bakmak kolay değil. Öbürü aslında tam bir sergi mekanı olarak tasarlanmış, iç dış ilişkisini de çok beğeniyorum. Çünkü Mecidiyeköy’de illa içine girmeniz gerekmiyor, dışardan da görebiliyorsunuz sergiyi. O ilişki şu an benim yaptığım şeye uygun düştüğü için orası çok hoşuma gitti. Böyle bir şey deneyeceğiz. Güz Eylül-Kasım gibi.
Şehrin içinde böyle bir mekan yaratılıp, böyle değerlendirilmesi de, kullanıma açılması da çok güzel.
SS: Bir dönem Paris’te görüyordum, duyuyordum Belediye’nin “jest” diye bir uygulaması var. Ortada küçücük, 20 metrekare bir hacim var, kullanılmayan. Belediye’ye gidip, diyorsunuz ki, ben burada permakültür yapmak istiyorum, üzüm yetiştireceğim. Sırf jest için belediye o alanı, o kişiye belirli bir süre için veriyor. Bu hem şehrin dokusuyla, hem mimariyle, hem de şehrin katmanlarıyla ilgili bir şey. Bizde bostanlar yok ediliyor. Orada ise taleple bir küçük alan açılıyor, minik bir bostan oluyor aslında orası. O yüzden Mecidiyeköy iyi bir örnek. Kötü bir alan, ölü, koca bir kütlenin altında kaldı yıllardır. Ali Sami Yen de orada... Şimdi biraz ferahladı ama yine hala orası problem. Bunu çözmek için bir şirket ki tanımam onları aslında, Mert vasıtasıyla ismini duydum. Onlar da bir jest yaptı, belediye de. Oraya anlamlı bir yapı koydular. Bu da şehirde olması gereken şeyler. O hacimler var.
Yönetimlerin çeşitli sebeplerle kiralamalarının yanında iyi yönde bir örnek şahit olduğumuz.
SS: Geçenlerde Kadıköy Belediyesi’ni duydum. Binayı terk etme projesi hazırlıyor, bulunduğu binayı. Orayı yeşil bir alana çevirecek. Normalde tam tersi yapılır; hacimleri otoriteler, güçler, sermayeler ele geçiriyordu. Olan yeri bırakmak daha da zor. Boşluğu ele geçirmenin haricinde, binadan çıkacağım, Kadıköy’ün daha çeperinde olacağım, diyor. İlla tam merkezinde olman gerekmiyor. Zaten yeşil alan yok. Bu bakış açısıyla şehre bakmak, konuşmak, tartışmak benim de ilgimi çekiyor, sanatçı refleksi olarak. Şehir nasıl dönüşüyor, biz nasıl onun parçasıyız? O yüzden bence de değerli bu tür ilişkiler. Umutlu olunabilecek şeyler de var. Karamsarız biraz, birkaç senedir; pandemi, deprem, seçim.
Baktığınızda az da değiliz, öyle gözüküyoruz ama. Bir milyon kişinin sizin gibi olduğunu düşünün, Avrupa’da bazı ülkeler var bu nüfusta. Letonya’nın nüfusu bir milyon. Bir ülke kadarız da. Ama toplumun içinde az hissediyoruz. Buradan da bir sürü iyi iş çıkıyor, kışkırtıcı bir ülke burası. Sanata, mimariye, tasarıma; her şeye bir kışkırtıcı gözle bakmak lazım.
Önünüze ket vurulan şeyler bu topraklardan kışkırtıcı işler çıkmasına sebep oluyor. Ben biraz İstanbul biraz Viyana yaşıyorum, eşimden dolayı. Viyana’da her şey çok rahat, çok iyi planlanmış bir şehir vs... Onun genci de yaratıcı değil, yaratıcılık çıkmıyor oradan da. Bilginin devamı çıkıyor. Orada önemli olan şey bilginin aktarılması. İyi bilgi aktarılırsa iyi işler çıkıyor. Ama birinin çıkıp, milleti şaşırtacak bir şey yapması zor. Çünkü sistemin dinamiği o değil. Burada da o şanslar var. Çıkabiliyor bir çılgın, çılgın bir şey olabiliyor. Biraz mücadele gerekiyor tabii. Yaptığımız işi iyi yapmak, sorumluluğumuz bence burada.
Mert Eyiler: Selim’in açtığı konudan şöyle devam edeyim. Burayı yabani bulmamın sebebi şu, kendimi daha canlı hissediyorum. Daha canlı hissetmek de aslında politik bir tavır bir taraftan da. Şehir seni uyuşturuyor.
Şehir kendisi zaten Politik, yurttaş olmanız bekleniyor. Beni Londra’ya götüren şey ya da İstanbul’da tutunmama sebep olan şey de oydu. Ben şehir’i merak eden birisiyim, kendimi bildim bileli bu böyle idi. Londra’ya götüren şey de oydu. TateModern’i gördüğümde, oha, dedim, ne şahane bi’yapı - ne şahane bi’EndüstriYapısı. Bu coğrafyada bize endüstriyi tarifleyen şeyler giderek eksiliyor hissi ile yaşıyorum. Sadece tüketmeye meyilli bir döngü’ye sahip olmaya başladı hayatlarımız. Şehir de öyle bir şey olmaya başladı. Artık şehrin ya tüketicisisindir ya da değilsindir. Değilsen de zaten şehirde barınma.
©Mert Eyiler
Akademik çalışmalarınız devam ediyor mu?
Akademik de’meyelim de okullarla işbirliği sürüyor elbette. Neredeyse bizim için vazgeçilmez. Ara’lar ile ProjeStüdyo’su vermeye devam ediyorum. Selim’in söylediği, işini iyi yapan insanlarla işbirliği yapmak için çabalıyorum/z. Galiba akademiyi akademi yapanla, bizi biz yapan şey bu aramızda kurulan ilişki, işbirlikleri, çatışmalar... Herkesin birbirini alkışladığı, çok güzel bir dünya çok yapay olurdu galiba. İyi ki de böyle.
Son olarak deprem bölgesi için ürettiğiniz Pratik Yaşam Üniteleri Tasarım sürecinden bahsedelim.
Hala Yersarsıntısı’na hazır olmadığımızla yüzleşmek, hepimiz için büyük bir ders oldu. İsveç kültürünün Ikea’dan 5 tane paketle bir barınma ünitesini getirip, kurup, içinde insanların barınmaya başlıyor olmasına şapka çıkarıyorum, olağanüstüydü. böyle bozuk bir geometride, ip gibi dizilmişler, hata yok, sekmiyor hiçbir şey.
Fotoğraf kaynak
Bunları her seferinde yeniden yapıyor ve yeniden keşfediyor olmak zorunda olduğumuz için, hem zaman kaybediyor hem enerji kaybediyoruz ve en önemlisi Can kaybetmeye başladık. Şimdi burada tartışacağımız şey; tasarım dünyası mı, malzeme mi, endüstri mi? Değil işte... Ada mı, Kerem mi, Berhan mı, Can mı, Selim mi, Mert mi?
Afet Sonrası Barınma projesi için erişimi, taşınması, kurulumu basit Çubuklar ile mekan örgütlemek istedik. Çubuklarla hareket etmek birey olmak çabası için yakın buldugumuz bir tavır idi. Bitmemişlik ya da bitmeye beş var arasındaki davranış biçimi de, o mekanda ilişki kurmasına devam etmesini istememizden idi. Ulusal Ahşap Birliği ve Türkiye Tasarım Vakfı gündemdeydi. Geçen sene TheCircle’da Nurullah Kaya’nın bizi davet ettiği Woodlife’ın hakkını vermem lazım; çok geliştirici ve çok öğreticiydi. Orada kurduğumuz ilişkileri de kullanmak istedik. İsveç Konsolosluğu’na sataştık bize destek olabilir mi diye, olamadı-alamadık. Ulusal Ahşap Birliği’nden de sonuç alamadık. En kötüsü şu oldu Ulusal Ahşap Birliği bizimle işbirliği geliştiriyor diye düşünürken bambaşka bir yere dogru evrildi düşünüşleri-yaptıkları. DermeÇatma kulübeler yaptılar ve onları deprem bölgesine gönderdiler. Tam da bu sırada Shigeru Ban Tokyo’da bir üniversite’de mock-up inşa etmişti. Bu tavır da yine Ikea etkisini yarattı üzerimizde - hazırlar bu tür davranma biçimlerine.
Şimdi de Nilay Ünsal ile Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir mock-up yapmaya çalışıyoruz, bir sene sonra umarım tamamlarız. Maraş-Elbistan için niyet ettiğimiz umarım İstanbul’a kaynak oluşturur. Bu öğrenilesi bir şey değil bence biraz geri götüren de bir şey olmaya başlıyor.
Selim, iyi ki geldin.
Selim için, Kerem için yaptığımız bir ağaç ev vardı. O kadar iyi oldu ki, Sonra o bir şey dürttü ve suluboyaya çizgiler üretmeye-çizmeye başladım. ben de başka neler daha olabilir diye düşünmeye bu karşılaşmalarda, bu ilişkilerde öğreniyorum/z. SalkımSaçak’ta bu Yapıdan da beklentim; başka neler daha olabilir, başka hangi ilişkiler daha kurulabilir, burada üretilen şeyler için de bize kaynak oluşturacak gibi geliyor.
Mert Eyiler, Selim Süme © mimarizm.com