Ağırlıklı olarak restorasyon projeleri üzerinde çalışan Özen Mimarlık Mühendislik kurucularından Y. Mimar, Restoratör Seda Özen Bilgili yılın ilk Çat Kapı konuğu oldu.
Covid-19 süreci sebebiyle fiziksel olarak gerçekleştiremediğimiz Çat Kapı röportajlarımıza çevrim içi olarak devam ediyoruz. Yılın ilk Çat Kapı konuğu 23 Ocak Cumartesi günü Özen Mimarlık Mühendislik kurucu ortaklarından Y. Mimar, Restoratör Seda Özen Bilgili oldu.
2006 yılında İnşaat Mühendisi Kemal Özen, Yüksek Mimar - Restoratör Seda Özen Bilgili ve Yüksek Mimar - Restoratör Sema Özen Tóth tarafından hayata geçen ofis, ağırlıklı olarak restorasyon projeleri üzerinde çalışıyor. 2007 yılında ahşap atölyelerinin kurulmasıyla ahşap ve kargir restorasyon uygulamalarına da ağırlık vermeye başlayan Özen Mimarlık Mühendislik’in yeni bina proje ve uygulamaları, iç mekan tasarım ve uygulamaları da iş kalemleri arasında yer alıyor.
İçinde yer aldığı projelerin yanı sıra, mimarlık, kent koruma, restorasyon paylaşımları ile de sosyal medyanın önemli aktörlerinden olan Seda Özen Bilgili ile Petra The Flooring Co. desteğiyle gerçekleşen söyleşinin kısa başlıklarını buradan okuyabilir, tamamını ise YouTube kanalımızdan izleyebilirsiniz.
Aslıhan Abay Erkmen: Bize öncelikle kendinizden ve Özen Mimarlık Mühendislik’in kuruluş hikayesinden bahsedebilir misiniz?
Seda Özen Bilgili: Öncelikle mimarım. Öğrenciliğimden itibaren hep çalıştım. Bir dönem hem Atlas Dergisi’nin özel İstanbul sayılarının araştırma editörlüğünü yaptım hem de deprem sırasında Japon mimarlarla birlikte birtakım yazılar yazdım. Öğrenciyken arkeolojik kazılara gittim ve aynı zamanda bir ofiste çalıştım. Aynı anda üç işte çalışıyordum. Bu yoğunluk sonrasında işler işleri getirdi...
Büyükşehir Belediyesi’nde çalıştım. Sonra yine kazılar, şehir planları vs. derken restorasyon üzerine yüksek lisansa başladım. Mimar Sinan Üniversitesi mezunu olduğum için bizim okulda lisans düzeyinde dahi herkes eski esere, tarihi dokuyla çalışmaya çok yatkındır. Her okulun bir geleneği vardır, bizim okulun da budur. Dolayısıyla restorasyona çok yatkındım. Yüksek lisansımı da uzun sayılabilecek bir düzeyde tamamladım. Yüksek Mimar, Restoratör ünvanıyla devam ediyorum.
Büyükşehir Belediyesi’nde çalıştıktan sonra bir süre ODTÜ için Diyarbakır’da bir yıl kadar kaldım. 3 yıl kadar Sultanahmet Camisi sorumlusu oldum. Eminönü Yeni Cami minarelerini çizdim kardeşimle birlikte. Kardeşim, Resim Heykel Müzesi’nde çalıştı, Mısır Konsolosluğu’nu çizdi. Ben bir ortak ile birlikte "Edirne İmar Planı" ihalesini aldım ve koruma amaçlı planını yaptık. Bu çalışmalardan sonra da en iyi ortağın aile ortaklığı olduğuna karar verdik. Babamız zaten inşaat mühendisi ve ahşap işleri üzerine uzman. Bir aile şirketi kurduk ve memnun bir şekilde devam ediyoruz.
Ezgi Tezcan: Pek çok tarihi yapının koruma ve restorasyon çalışmalarını gerçekleştirdiniz. Mimarlık okulunda koruma ile ilgili temel yaklaşımları, uluslararası kabulleri genelgeçer kurallar şeklinde öğreniyoruz fakat her şeyden önce neden restorasyon yapmalıyız? Neleri koruyabilir, neleri kaybedebiliriz?
SÖB: Biz okulda 1 yıl imar hukuku gördük. Bir hocamız derdi ki, avukat tüm anayasayı ezberlemez ama neyi nasıl yaklaşacağını, nerede arayacağını bilir. Dolayısıyla alınacak eğitim bir restorasyon kavramına nasıl yaklaşılacağını öğretmeli. Ben de her şeyi bilemem ama her gün yeni bir şey öğreniyorum. Son 4-5 yıldır sosyal medyadan öğrendiğim; çok fazla şey kayboluyor. Biraz kendi memleketimiz olan Kastamonu’da görüyorum; belki 17. yy.’dan kalma bir konak sökülüp çok cüzi bir ücrete yıkılıp satılıyor, bazen İstanbul’da bir antikacıyı süslemeye geliyor. Çok kıymetli şeyleri çok ucuza değiştiriyoruz.
Bir kere dokuları değiştiriyoruz. Kültürü kaybediyoruz ve bizi dünyayla bağlayan izleri azaltıyoruz, bağları kopartıyoruz. Mesela dünyadaki en eski yerleşimlerden birisi Çatalhöyük ya da Kırklareli’ndeki başka bir höyük… İnsanların arkeolojik kalıntıları ve yerüstü envanterini koruması şunları sağlıyor; dünyanın göç haritasını görebiliyorsunuz, ya da mimari gelişimini okuyabiliyorsunuz. Mesela bir yapının üzerini boyadığınızda belki bir güneş saatini kaybedebilirsiniz. Belgelemez ve korumazsanız, neyi kaybedeceğinizi bilemezsiniz.
Mesela, karlanguç dediğimiz bir teknik var. Tepesinden ışık alan ve etrafında toplanılan; bazen bir cemevi olan bazen Erzurum’da soğuk iklimde merkezde mutfağın tasarlandığı bir yapı tipi var. Bu kısmen Pekin’de bir sarayda da var. Neredeyse bizimkiler ile aynı yapılar… Bunlar çok ilginç, bizi dünyaya ve geçmişe bağlayan bağlar. Belki siz derme çatma bir yapı olarak bakarsınız ama o bizi dünyanın bambaşka bir yerine bağlayan bir bağdır. Ayrıca insanların anılarını kaybetmesi de çok acı bir şey. (.....)