Sanat-Mimarlık ara kesitinde başlayıp, farklı ölçeklere giden Salon Alper Derinboğaz’ın yolculuğu Çat Kapı’da…
İstanbul ve Berlin merkezli Uluslararası ödüllü mimarlık pratiği Salon'un kurucusu Alper Derinboğaz Çat Kapı’nın yeni konuğu oldu. Mimari üretimi, ekolojik yaklaşımı, bilgiye erişimdeki değişimler ve ofisin son dönem projeleri üzerinden, Petra The Flooring Co. desteğiyle gerçekleşen söyleşide Alper Derinboğaz; Sanat-Mimarlık ara kesitinde başlayıp, farklı ölçeklere giden yolculuğunu paylaştı. Ofis, mimari ve kentsel durumlar için güncel tasarımlar üretmeye devam ediyor.
Uğur Doğan: Mimarlığa geçiş hikayeniz ile birlikte sizi tanıyarak başlayalım.
Alper Derinboğaz: Bir dönem sanatla ilgileniyordum. Babamın bir arkadaşının resim atölyesinde, ortaokul ve lise döneminde resimle ilgilendim. Ama bilim de çok ilgilendiğim bir alandı. Sonra bir gün mimar olan aile dostumuzla konuşurken, mimarlığın aslında bilimle sanat arasında birşey olduğundan bahsetti. O zaman çok ilgimi çekti. Sonra bazı dergiler, ilginç makaleler buldum. Kendi içinde biraz kapalı da bir dünya. Çok ilgimi çekti o anlamda. Hem mekansal sanat, hem de büyük ölçekte sanat gibi, insanların hayatını etkilediğiniz ve bir söz söylediğiniz durum…Aynı zamanda da karmaşık problemleri çözdüğünüz, belli metotları, mühendisliği kullandığınız bir arka planı var. Zor bir alan gibi geldi bana, bu şekilde de mimarlığa girmiş oldum.
İTÜ'de okudum mimarlığı. Daha sonra Fulbright vasıtasıyla UCLA'de yüksek lisans yaptım. Ardından orada çalışmaya devam ettim. Tabii, orada dünyanın farklı yerlerinden gelmiş mimarlarla bir arada olmak da önemliydi. Bizde eğitim biraz şöyle; ilkokulu bitirdik ortaokul, liseyi bitirdik şimdi üniversite gibi. Orada ise insanlar birçok şeyi denedikten sonra, "Tamam, ben bu işi yapmak istiyorum" diyor. Ya da işletme, planlama arka planından gelmiş olanlar mimar olmaya karar veriyor gibi bir durum var. Biraz dünyayı görüp de gelmiş insanlarla bir arada olma fırsatım oldu. Bu da çok iyi geldi. Çünkü, daha farklı deneyimleri görmüş oldum.
Daha sonra da orada bir müze yarışması projesi vardı; Doğa Tarih Müzesi. Onun için bir ofiste çalışmaya başladım. Sonra o işler büyüdü, başka işler geldi vs. işler oldukça hareketlendi.
2010 yılında da Türkiye'de İstanbul'da 2010 Kültür Başkenti, ekonomik olarak da gelişmeler var, demokratik olarak da bir umut var o zamanlar. Dışarıdan cazip teklifler de geldi. Yapı Kredi Kültür'ün bir projesi vardı, onunla başladım ben de meslek pratiğime döndükten sonra. O dönem Bilgi Üniversitesi'nin yüksek lisans programında akademik anlamda güzel şeyler yapılıyordu, onların içinde bulunma fırsatım oldu, stüdyo verdim. Böyle birkaç güzel şey üstüste geldi ve Türkiye'ye döndüm o dönemde. Döndükten sonra hem şirketlerde çalıştım, hem bazı projelerde yer aldım ama çok uzun sürmedi, hızlı bir şekilde ofis şeklini aldı. Gelecekten olumlu beklentilerimiz vardı o dönemde, işlerin başlaması ve hızlanması daha akıcı oldu.
UD: Salon 2010 yılında kuruldu. Kente yenilikçi çözümler üreten, araştırmacı bir mimarlık ofisi. Biraz yapısından, mimari anlayışınızdan bahseder misiniz?
AD: İlk projemiz Refik Anadol ile yaptığımız Yapı Kredi Kültür projesiydi. Refik, ben Amerika'dan döndüğümde ulaştı bana, Yapı Kredi ile tanıştık. Orada müze dönüşüm süreci içindeydi, büyük bir sergi yapmak istiyorlardı. Sadece bir iç mekanda sergi yapılması gibi değil, bütün binayı kapsayan bir sergi gibi düşündük ve büyük bir enstalasyon önerdik. Aslında zor bir fikirdi. O dönem Yapı Kredi Kültür Sanat'ta olan, hatta hala yöneticisi, Tülay Hanım ile çeşitli fikirler çerçevesinde konuştuk ve sonra hayata geçti. 400 metrekarelik, ölçeğiyle de hala tekil olan hem dijital üretimi hem de fiziksel üretimi bir araya getiren çok karmaşık ve güzel bir işti. "Augmented Structures" diye geçiyor. Akustik Formasyon diye de Türkçesine o işle ilgili isim verilmişti.
Augmented Structures
İstiklal Caddesi'nin yoğun turistleşme süreçleriyle ilgili de araştırmayı kapsıyordu. Yani hem araştırma, hem de onun üzerinden ürettiğimiz bir projeydi.
Böyle biraz sanat-mimarlık ara kesitinde bir işle başladık, böyle devam etti. Bazen sergilerde yer aldık, mimarlık bienalinde temsilen bazı çalışmalar yaptık, onun üzerinden müze projeleri gelişti... Bayburt'ta Çinimaçin Müzesi'nde ve Gülhane Parkı yakınlarında Müzik Müzesi'nde çalıştık. Bunun dışında özel kurumlarla ilgili sergi ve müze projeleriyle ilgil çokça çalıştığımız oldu. En son da İstanbul Kent Müzesi, 2016'da inşaatı başlayan, şimdi İmamoğlu ile devam ettiğimiz proje, büyük ölçekli proje olarak devam etti.
UD: Kültür Sanat Yapılarını özellikle mi tercih ettiniz, yoksa böyle mi gelişti?
AD: Herhalde insan, ilgilendiği şeyi yapıyor eninde sonunda. Hayatta birçok şey insanın karşısına çıkıyor ama bazılarına daha çok merak ve ilgi duyuyorsunuz, onlar da daha fazla gelmeye, devamı olmaya başlıyor. Herhalde böyle birşey diye düşünüyorum.
UD: Uzmanlık alanınızı nasıl tanımlarsınız?
AD: Kültür-sanat yapılarında uzmanlığımız olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Çokça master plan, üst ölçekli tasarım da yaptık. Master planlar tabi çok uzun yolculuklar. Bir anda yapıp bitirdiğiniz şeyler değil. Yıllara, belki de birkaç jenerasyona yansıyan uygulama projeleri oluyor. Bazen küçük bir şehir ölçeğinde, bazen de küçük bir mahalle ölçeğinde olabiliyor ama hayata geçmesi yıllar alıyor.
Master planlar, kültür-sanat yapıları ve özellikli yapılar. Biraz geniş bir kavram ama; bir şeyi en sıradan yöntemle çözmek istemeyen veya özel bir estetik arayışı olan, özel bir fonksiyona özel bir katkı sağlamak isteyen ekiplerle çalıştığımız bir yolculuğumuz var diyebiliriz.
Özelleştirmeye çalışırken daha geniş bir cevap verdim ama böyle, her işverenin özel bir vizyonu oluyor.
UD: İstanbul dışında Berlin ve New York'ta ofisiniz var...
AD: Berlin ve New York kontak ofisleri aslında. Önümüzdeki hafta itibariyle uzunca bir süre New York'ta olacağım. Orada çeşitli, küçük ölçekli projelerimiz var; onlar için başlayan bir yolculuğumuz bu. Berlin'de de bir Master Plan çalışması yaptık. Onun dışında birkaç konut projesi üzerine çalışmalarımız oldu ve devam ediyor. Tabi Almanya'daki projeler uzun soluklu oluyor. Dediğim gibi, kontak ofisi olarak devam ediyor, asıl işler buradan yürüyor.
UD: Buradaki yapıdan bahsedebilir miyiz? Kaç kişilik bir ekip var, yapısı nasıl?
AD: Biz mimar ağırlıklı bir ekibiz ama şehir planlama, iç mimarlık, hatta bazı dönemlerde görsel sanatlardan ekip arkadaşlarımız oldu. Ama temel olarak mimar kökenliyiz. Üretimlerde çok dikey bir üretim anlayışımız yok; yani yöneticiler ve çalışanlar gibi olmaktan çok herkesin kendi işini takip ettiği, kendi sorumluluklarını tanımladığı ve biraz da severek yaptığımız bir ortam kurmaya çalışıyoruz. O bizim için çok önemli. Ekip arkadaşlarımda da her zaman bizim mimarlık sevincimizi, ilgimizi paylaşıyor olmalarını umut ediyoruz. Diğer türlü çok anlamlı değil, çünkü çok özel şeyler yapıyoruz. Sıradan bir işin ötesinde özveri gerektiriyor, o yüzden bu heyecanı paylaştığımız bir ekibimiz var. Genelde 10-12 kişi arasında oluyoruz. Dışarıdaki ekiplerle birlikte 10-15 diyebiliriz.
Bu ofis kültüründe de işlere duyulan ortak bir heyecan olmasını önemsiyoruz. Yeniliğe, yeni şeyler araştırmaya, yeni fikirler geliştirmeye de bir merak olmasını umut ediyoruz. Her mimarlık ofisi böyle olmayabilir tabi, bunu da anlıyoruz ama biz biraz daha yeni teknolojiler nedir, daha iyi değer üreten şeyler nedir, bunlara değer veriyoruz. Ve bu anlamda ekip arkadaşları seçmeye çalışıyoruz kendimize.
UD: Projeleriniz özelinde de konuşacağız ama öncelikle afet sonrası uzun süreli korunma ile ilgili çalışmalarınız ne durumda? Neler yapıyorsunuz?
AD: Bir çalışma grubu başlattık. Bunlarla ilgili de farklı mimarlık ekipleriyle temaslarımız oldu. Onlarla, uluslararası know-how'la yerel içerik üretmeye yönelik bir çalışmamız var. Bu devam ediyor, sonuçlanmış birşey değil. Tabi, burada kamu tarafıyla ve yerel yönetimlerle ilişkiler çok önemli. Onların biraz daha gelişmesini bekliyoruz. Çok ilerlemiş bir çalışma değil. Çok büyük heyecanla başladık, belli kurumlarla görüştük, o kurumlar çalışmalar da yapıyor, biz de katkı koymak istedik ama katkı koymak da zor anladığım kadarıyla. Doğru kurumlarla çalışmanız lazım. Kurumların da ona bu desteği alacak bir odakları olması lazım. O tür ilişkilerin gelişmesini bekliyoruz.