UD: Projelerinizde bahsetmeye devam edeceğiz ama şu ana kadar konuştuğumuz projelerinizde hep sürdürülebilirlik ön planda. Sizin mimar olarak sürdürülebilirliğe bakışınızı nasıl anlatırsınız?
AD: Bence sürdürülebilirlik bir bakış açısı genel olarak. Birçok farklı şeyi bir arada düşünme meselesi. Zaten iyi mimarlığın her zaman içinde olan birşey. Bu belki yeni bir kavram ama, Mimar Sinan'dan günümüz modern mimarlarına kadar iyi mimarların hepsi zaten sürdürülebilir yapılar yapar. Yerel malzeme kullanırsınız; yerel taşı kullanırsınız; yerel belli zanaat/kültür varsa onları kullanırsınız; daha dayanıklı yapmaya çalışırsınız; müsrif bir şekilde malzeme kullanmazsınız; yapıyı daha tasarruflu bir şekilde inşa etmeye çalışırsınız... Bunlar mimarlığın genel gerçekleri zaten. Doğal havalandırma kullanırsınız; mekanik sistemleri binanın içine yığıp kalitesiz hava ile iklimlendireceğinize doğal iklimlendirme sistemleri terch edersiniz... Bunlar özetle iyi mimarlık yapmanın çeşitli yöntemleri. Ama sürdürülebilirlik demekten kaçınmıyoruz; çünkü aslında bu bir şekilde son kullanıcının da, bir ev sahibinin de bir ofis kullanıcısının da talep etmeye başlayabileceği bir şey oldu böylelikle. Kapalı bir kutu, değişik şekillerde mimarlık yapmak değil de niteliklerine vurgu yapan bir kavram oldu. O yüzden ben bu kavramın oturmasını faydalı buluyorum. Çünkü talep ettikçe değişiyor. Biz her ne kadar kendi ölçeğimizde dünyanın en iyi mimarlığını da yapsak, bir mimar hayatı boyunca belli sayıda yapı yapabilir ama bu fikirler yayılırsa ve insanlar onları talep etmeye başlarlarsa o zaman gerçek dönüşümü sağlarız.
UD: İstanbul Kent Müzesi projesinden bahsedelim biraz da...
AD: Projenin mimari müellifi biziz ama projenin içinde çok kapsamlı küratoryal çalışmalar oldu. İstanbul'un tarihini anlatmak çok karmaşık bir iş. Luca Malinari'nin küratör olarak kurgusunu yaptığı bir çalışmaydı. Ama orada çokçafarklı danışman hoca, akademisyen ve araştırmacılarla birlikte çalışıldı. Mehmet Özdoğan'dan Baha Tanman'a değerli tarihçilerin yer aldığı, onlarla birlikte araştırmacıların çalıştığı küratoryal çalışmasının olduğu bir proje.
Bunun yanı sıra biz çok kapsamlı danışmanlıklarla çalıştık. İngiliz Newtecnic firmasından cephe danışmanlığı aldık. Balkar Mühendislik'ten statik tasarımını çalıştık. Peter Bauer'den depremsellik danışmanlığı aldık... Bunun gibi çok farklı birimlerle, danışmanlıklarla çalıştığımız bir çalışma oldu.
Burada en önemli şey, bu farklı know-how'ları bir araya getirmek oldu. Yani daha farklı ölçeklerde bir yapı yapacağınız zaman mimarlık anlamında belki bu kadar çok danışman ve özel bilgi almak zorunda hissetmeyebilirsiniz ama bu kamuya mal olacak bir yapı. İBB'nin projesi. Önemli, büyük bir yatırım. Burada harcanan her kuruşun çok nitelikli bir şekilde hayata geçmesinin çok önemli olduğunu düşündüğümüz bir yapı. Bu yüzden yapının müzecilik anlamında bazı şeyleri koruma alanı olarak da çalışabilmesini umut ettik.
Türkiye'de biliyorsunuz bir arşiv sıkıntısı var. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bile bildiğim kadarıyla depolarda problemler olabiliyor. Genelde tarihi binalar içinde yapılıyor bu. Burada başka müzelere de hizmet edebilecek bir arşivleme altyapısı olsun istedik.
Yine restorasyon konservasyon alanlarının olması çok önemsedik. Eski yapılar içinde olmaktan kaynaklanan çeşitli limitasyonları bu müze ile aşabileceğimiz, başka müzelerle de ilişki halinde bir müze olmasını hayal ettik. Ve o anlamda da depolama alanlarından tutun cephesine, depremde vereceği reaksiyona kadar her konuda çok önemli uzmanlarla çalışma fırsatımız oldu. Bu da tabii bize çok olağanüstü bir know-how kazandırdı. Belki 38 farklı disiplinde çok önemli şeyler öğrenmiş olduk bu süreçte.
UD: Proje ne aşamada şu anda?
AD: Yüzde 70'i inşa edilmiş durumda. Uygulama aşamasında müteahitle ilgili bazı sorunlar olduğunu; Ekrem İmamoğlu'nun bunu çözmekle ilgili çalıştığını biliyorum.
UD: Topos Villası da özel projelerinizden biri. Onunla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
AD: Topos Villası’nın önemi aslında ilk baktığınızda görünmeyen bir değeri ön plana çıkarması. Özellikle bizim iklimimizde, Ege ikliminde çok önemli fırsat var: Yerin altında 10 metrenin altında toprak sıcaklığı 18 derece. Bu sıcaklık aynı zamanda klimalarınızda ya da kaloriferinizde yakalamak istediğiniz sıcaklık. Bunu kullanmak demek, yapıların karbon salımında yüzde 60-70'e varan, uzun yıllara vurduğunuzda çok önemli bir enerji tasarrufu, bir karbon tasarrufu, ekonomik tasarruf fırsatı sağlıyor. Buna dikkat çektiğimiz, bu teknolojiyi denediğimiz çok önemli bir proje.
Yapının kullanıcısının kendine farklı konfigürasyonlar üretebileceği bir yapı olmasını önemsediğimiz bir proje. Ve tipik bir yazlık villa tipolojisindense, topografya ile hemhal olmuş; çevrenin, zeminin devamı olarak kendini konumlandırmış bir proje olmadı önemliydi.
Topos Villası
UD: Bir tiyatro oyunu için yapmış olduğunuz sahne tasarımınız da oldu...
AD: Oblique Land, Murat Daltaban'ın yönetiminde "Let the Right One In" adlı bir romanın oyuna uyarlaması. Bu bir vampir hikayesi. Tabii gerçeküstü bir karakter söz konusu; çeşitli düzlemlere tırmanabilen, oradan oraya hızlı hareket edebilen bir karakter. Anatomik olarak oyuncuya bu sihri yapmasını sağlayabilecek bir tiyatro sahnesi tasarladık. Bunun sonunda da gelen izleyicilerin oyunun sonunda şoke olmuş şekilde çıktıkları yüzlerinden çok rahat bir şekilde okuyabiliyordunuz. Tabii ki bu oyunculuk ve hikayenin de katkısıyla birlikte sahnenin de getirdiği gerilim ve bir risk faktörü de vardı. Bunun oyuncuya iyi aktarıldığı bir sahne olduğunu düşünüyorum. En azından deneyimler bu şekilde. Çünkü sinema çok aşina olduğumuz, neredeyse hiçbirşeyin bizi şaşırtmadığı, hiçbir şeyin bizi tam da içine alamadığı bir dünyaya dönüşmüş durumda. Halbuki tiyatroda orada birebir gerçek riski gerçek insan ve gerçekten beklenmeyenlerin olduğu bir dünyada bir araya geliyorsunuz. Bunu sonuna kadar kullanan bir sahneydi diyebilirim. İnsanlar şoke olmuş biçimde tiyatrodan ayrılanlar, çok etkilenenler, bazen korkanlar... Bu duyguları sinemada yaşatmak kolay belki ama tiyatroda yaşatmakta sahnenin de katkısının olduğunu düşünüyorum.
UD: Nasıl bir deneyimdi sizin için? Mimari ile benzediği, ayrıştığı yerler nelerdi?
AD: Bu biraz daha ürün tasarımı gibi oldu diyebiliriz. Hikaye ile değişen birşey oldu o önemliydi. Normalde biz hep statik şeyler yaparız. Birşey yapayım, şöyle de olursa, böyle de olursa kullanılabilsin gibi bir esnekliğiniz olabilir ama burada 'bu sahnede böyle olsun, diğer sahnede şöyle olsun, daha sonra tekrar bir araya gelsin' gibi bir dünyası vardı. Yani aynı strüktür, aynı yapı dönerek birbirinden tamamen farklı sahneler oluşturuyordu oyun boyunca ve son sahnede asıl bütünlüğünü görüyorduk. Böyle dinamik birşey yapma fırsatımız oldu. O anlamda farklıydı.
UD: Böyle dinamik bir şey tabii ki her proje için mümkün değil ama bu tecrübenizi yansıtabileceğiniz bir proje ister miydiniz?
AD: Çok isterim, umarım bunları içeren bir proje olur. Yapı Kredi, Augmented Structures projesinde biraz onu deneme şansımız olmuştu. Birşey hareket etmese bile hareket etme izlenimi veren bir yüzeydi. O bile çok etkileyici bir deneyimdi. Belki bizim pratiğin hep böyle, dinamik, dönüşen, akışkan şeylere çok merakı var. Çok isteriz o yüzden böyle bir fırsat bulabilmeyi.
UD: Son on yıldaki çalışmalarınızı içeren kitabınız "Geospaces" fikri nasıl ortaya çıktı?
AD: Bu aslında Actar Publishers'ın 2018 gibi bize yaptığı bir davetle başladı. Actar uluslararası New York tabanlı ve dünyada da çok güzel kitaplar yayınlayan bir mimarlık yayıncısı. Onların davetiyle başlayan, sonra bizim de pandemi döneminde daha fazla odaklanma fırsatı bulduğumuz bir çalışma oldu.
Hem ofis içinde kendi içimizde iletişim kurarken, hem de doğru işverenlerle bir araya gelmek için bir pusulaya ihtiyacımız var. Çok karmaşık bir dünya. Çok farklı insanlarla çok farklı şeyler yapabilirsiniz. Ve gittikçe bu dünya da genişliyor. Bu anlamda Geospaces’i bizim için bir pusula olacak gibi düşündük. İleride biz bunları yapacağız diyemeyiz ama nereye gitmek istediğimiz yönünde geçmişteki çalışmalarımızı da değerlendirerek fikir verecek…
Tabii mimarlık çok emek isteyen, yoğun bir iş ama bunun yanı sıra da çok önemli bazı fikirleri hataya geçirebileceğiniz bir iş. Her bir projenin içinde de önemli meseleler var. Onları da hatırlamak ve paylaşmak istedik.
UD: Metaverse'de de çalışmalarınız oldu...
AD: Metaverse'de de müze yaptık evet. Sevgili dostum Koray Malhan'ın davetiyle başlayan birşey oldu. Aslında metawerse'de bir deneyimimiz yok ama Koleksiyon bizim bunu yapabileceğimize inandı. Biz de onun üzerinden bir araştırma yaptık ve çözümlediğimiz bir süreç oldu. Teknolojiye çok yatkınız, yeni teknolojileri araştırmayı çok seviyoruz. O yüzden bunu iyi bir fırsat olarak değerlendirdik ve birçok küçük deneme yaptık. Müze de zaten aşina olduğumuz birşeydi. Koleksiyon bir tasarım müzesi istedi bizden. Biz de Vitra Campus gibi, onun bir versiyonu gibi bir şey hayal ettik. Mobilyanın tasarım tarihini anlatan bir şey olarak planlamaya başladık. Burada küçük bir küratoryal kurgu ve aynı zamanda bir interaktif mekan gibi diyebiliriz. Tabii bizim yaptığımız projeler arasında özel villalar, konutlar, ofis alanlar vs. var ama bunların içinde en kolay ziyaret edilebileni bu. Herkes dünyanın her yerinden her zaman ziyaret edebilir. O yüzden bizim için heyecan verici bir şeydi.
Bence metawerse'de çok olanak var. Bu konuda önümüzdeki sene belki daha hareketli bir yıl olabilir diye düşünüyorum. Teknoloji giderek gelişiyor, bununla ilgili çok daha önemli bir alan olacak. Biz de bu alanda çeşitli çalışmalar yapmaya devam ediyoruz.
UD: Güncel projeleriniz neler?
AD: Bir plaza yapısı var tamamlanmak üzere olan, severek çalıştığımız, güzel malzeme denemeleri yapma fırsatı bulduğumuz. Yine özel sürdürülebilir bir cephe deneme şansımız oldu.
Onun dışında, çeşitli kurumlarla çalışıyoruz. Depremden etkilenmesi muhtemel bölgelerde, bölgesel yenileme çalışmaları üzerine, Fatih bölgesinde büyük ölçekli bir çalışmamız var. Beykoz bölgesinde yaptığımız çalışmalar, yine master üzerine çalıştığımız, Ege sahillerinde çeşitli projeler ve ofis yapıları var.
UD: Akademik çalışmalarınız devam ediyor mu?
AD: Önümüzdeki dönem New York'ta Pratt'ta bir mimarlık yüksek lisans mezuniyet projesi vereceğim. Onun dışında başka bir üniversitede bir lecture sunumu olacak. İTÜ'de bitirme projelerinde, diploma jürilerinde yer alıyorum fırsat buldukça.
UD: Yeni nesil mimarların karşılaştığı zorluklar ve bilgiye erişimdeki değişimler hakkında neler söylemek istersiniz?
AD: Yeni nesil mimarların önünde o kadar çok kafa karıştıracak şey var ki nasıl odaklanacaklar bilmiyorum. Çok odaklanma isteyen, derinleşme isteyen bir alan. Bir tür sanat eserini gerçekten mühendislikle ve çeşitli başka disiplinlerle bir arada hayata geçirme alanı aslında. Bu anlamda nasıl bunlara odaklanacaklar önemli olan bu. Odaklanma çok önemli ve bir odak ekonomisi içinde yaşıyoruz; odağın dağıtılmasından ekonomi yaratılmış bir dünyada yaşıyoruz. Bu herhalde zor şeylerden bir tanesi olacak.
Bunu yanı sıra çok fazla sayıda mimar mezun oldu. Bence doğru planlanmamış bir akademik durum bu. Mimar sayısının artması, aslında her alanda profesyonellerin sayısının artması niteliğin düşmesine sebep oldu belirgin bir şekilde. Halbuki başka alanların çeşitlenmesine önem vermek lazım. Çünkü mimarlık çok küçük bir alan. On binlerce mimarlık öğrencisinden birkaç tanesi belki gerçekten işini gerektiği şekilde, hayal ettiği gibi yapabilecek olanağı kazanacak; belki birkaç yüz tanesi, maksimum birkaç bin tanesi bu işi yapabilecek. Ama bunun yanı sıra olağanüstü teknik zayıflıklar var süreçlerimizde. Yapıların denetiminden tutun nitelikli bir şekilde sahada hayata geçirilmesine kadar çok ciddi boşluklar var. Bunlar doldurulabilirdi. Belki mimarlık mezunu arkadaşlar da bu alanlara bakabilir. Mimarlığa komşu alanlar içindeki fırsatları değerlendirebilirler.
UD: Mimarlık eğitimi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
AD: Sayı arttıkça eğitim de kalitesizleşiyor aynı şekilde. İyi okullardaki hocalar da başka okullara da gidiyor. Hem iyi okullar kaybediyor, hem de yeni okullarda bu oturmamış sistemler problemli oluyor. Bu yüzden eğitimde belli bir kalite düşüşü var. Okul sayısı çok fazla. Bu kadar çok mimarlık mezunu olan bir yer olduğunu düşünmüyorum. Birçok öğrenci okula girebilse bile eğitim sürecinde yüzlerce çocuk süreçle ilgilenmediğini anlıyor ama yine de mezun oluyor. Halbuki başka alanlara yönlendirilebilecek şekilde bölüm değiştirmeler mümkün olsa daha doğru olabilir.
UD: Son olarak genç meslektaşlarımıza ve mimarlık mesleğini seçmek isteyen arkadaşlarımıza bir mesajınız var mı?
AD: Mimarlık çok kişisel ilgiyle oluşan bir şey. O yüzden okulda alacakları eğitimin yeterli olacağını düşünmesinler. Sonuna kadar araştırsınlar; yarışmalar, stajlar, dünyada başka tür çalışma fırsatlarını hep takip etmelerini öneririm. Kendilerine öğretecekleri bir süreç benimsemeleri gerekir.