Ihlamur “Kokulu” Meyhane: Lipa

Tan Morgül / 17 Şubat 2016
İstanbul Meyhaneleri konusunda bir kitaba bir de belgesele imza atmış olan Tan Morgül, kentte “barba” kültürünü yaşatan nadir mekanlardan Lipa'yı keşfinize sunuyor...

Pendik’in biraz yukarılarında, yeni İstanbul’dan farklı olarak daha çok alçak katlı evlerin çevirdiği bir mahalle Sapan bağları. Veya benim ziyaret ettiğim Lipa meyhanesinin de bulunduğu Yeni Pazar Sokağı. Semt, vaktinde Sancak’tan göçen (Şimdi Sırbistan ile Karadağ arasında bölünmüş) Boşnakların yaşadığı bir muhit. Haliyle mekan isimlerinde ve havasında da buradan izler var. Misal caddeye ulaşırken aldığımız tarif “Mostar Birahanesi’ni geç, hemen sağa gir, Sancak meyhanesi ile karşı karşıya”. Sokağın ismi de Yeni yani Novi Pazar, öz Sancak’ın merkezi.

Sancaklı bir ailenin çocuğu olan İbrahim Türkoğlu 56 yıl önce Üsküp’te doğmuş. Ailenin Üsküp’e gelmesinin amacı ise Türkiye’ye göçmenin buradan daha kolay olması. Doğumundan birkaç yıl sonra da yollara revan olmuşlar. İlk durak Gaziosmanpaşa, çok kısa zaman sonra da şimdiki muhitleri, ta o zamanlar da hemşehrilerinin yaşadığı Sapan Bağları. Babanın rotası ise farklı; Almanya’ya işçi olarak gidiyor. İbrahim abinin, babasını görmesi tam 14 yılını alıyor. Oğluna bir nalbur dükkanı açıp tekrar gurbete çıkıyor ve bir daha 83’te geliyor. Sonrasında markete döndürdüğü dükkanındaki dolap arkası aslında “mesleğe ilk adım attığı” yer İbrahim abinin...

Bira kasalarından mütevellit oturak-masa ortamında bira ve kuru etle başlayan muhabbet Lipa’nın yolunu da açıyor. İlkin dokuz sunta masadan ibaret mekan, ismini de İbrahim abinin babasının mekan açıldığında kapının önüne diktiği ıhlamur ağacından alıyor. Yıl 1984. Birçok Slav dilinde ıhlamur anlamına gelen “lipa”, Hırvatça’da da “kuruş veya para” demekmiş. Varın siz düşünün, ıhlamurlar açtığında kapının önündeki kokuyu. Rakıya bundan iyi meze mi olur!

İbrahim Türkoğlu

Mekanın müşterileri yavaş yavaş gelmeye başlıyor. Sohbetimizin kıvamı ne olursa olsun, İbrahim abi kalkıp herkese hal hatır sormayı ihmal etmiyor. Tekrar masaya geldiğinde ise şu meşhur Boşnak lezzetini soruyorum: kuru et. Zira sadece bizim değil, mahalleye gittiğimizi öğrenen herkesin siparişi de bu “mübarek”. Önceleri Sancak’tan getirdiği eti şimdi kendi yapıyor. Mekanın arkasında tuzlayıp beklettikten sonra, Karamürsel’deki bahçelerine ‘tütsülemeye’ gönderiyor. Bira yanı mezesi olarak kuru etin mazisi ise enteresan: Malum, vaktinde (84 öncesi) kahvehanelerde bira satışı var. Boşnak ahali de okey-kağıt oynarken bir yanda birasını yudumluyor, bir yanda da cebinde stokladığı kuru etten atıyormuş ağzına. Tabii mevzu sonrasında hadiseye ve lezzete tanık herkesi kapsamaya başlıyor.

Kuru et ve rakiya

Sadece kuru et de değil elbet, Boşnak meyhanelerinin kendilerine özel menüsünü harlayan... Sarı renkli dolmalık biber ve yoğurt kaymağıyla yapılan “sooka” (ama orijinali “ovçavina”), güveçte köfte “čevapčiče” (et son derece lezzetli, zira Karamürsel’de yetiştirdikleri sığırdan geliyor), kuru etli köfte “plevskavisa”, Boşnak böreği ve kuru etli bulgur pilavı masanın olmazsa olmazlarından. Ha keza, Sancak’tan gelen sucuk da çok acayip, tecrübeyle sabit. Kuru et için tekrardan bir parantez şart: Rakıyla yumuşak, birayla sert olanını tercih edin. Her ne içerseniz için yağlı olanını ara sıcak olarak alın. Bir de ilgilisi için, mekanda “rakiya” (erik rakısı) da var, tabii ki o da Sancak’tan. Aslında, az önce saydıklarımızın çoğunun sadece tarifi değil, malzemesi de Sancak’tan. “Yahu nasıl oluyor?” sualinin cevabı ise, mahalleden haftada 4 sefer kalkan otobüste. Sadece insan değil, lezzet de taşıyor bu seferler yani. 

Sooka

Güveçte köfte (čevapčiče)

Lipa’nın dekorasyonu ise başlı başına ‘varyete’. Duvarlara müdavim ne getirmişse asılmış; ayı postundan eski resimlere, küçük kilimlerden futbol atkılarına kadar yok yok. Takımlar ise her renk ve çeşitten. Sigara yasağından sonra yan tarafa, eski bahçeye, özel açık bölüm yapılmış. Fiyatlar son derece uygun: mezeler 7 tl, kuru et tabakta dolu dolu geliyor ve 14 tl. Lipa Perşembe-Ramazan ve dini günler kapalı. İlgilisi olun yahut olmayın maç saatlerini de not etmek lazım, zira mekanın her yerinde (tuvalette bile) TV var. 

Lipa’ya ilkin 2010’da İstanbul Meyhaneleri Rehberi'ni yazarken gitmiştim, daha sonra hem müşteri olarak hem de “İstanbul Meyhaneleri Belgeseli” çekimlerinde birkaç kez daha gittim. Her şey aynen yerli yerinde duruyordu. Bu tarz yerler artık İstanbul’da pek fazla kalmadı. Değişmemelerinin birkaç nedeni var. Öncelikle ana arterin dışındalar, dolayısıyla yoğun bir "tüketim kültürü" saldırısı yok, ikincisi kendine has bir saati var, müdavimi ile birlikte işleyen. Ama herhalde daha da önemlisi, artık sayıları azalan “barba” kültürünü yaşatan ve mekanını seven bir sahibinin olması deyip fazla da abartmadan keselim. Zira İbrahim abi öyle istedi: “Çok övme! Popülerlik burayı bozar, biz böyle iyiyiz!”


Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :