Küçük Menderes Nehri’nin suladığı bereketli topraklarla, efsanevi dağlar arasında kurulmuş olan Tire ve Birgi, tarihsel ve geleneksel miraslarını başarıyla koruyarak bugünlere taşımış.
Tire:
“Küçük Menderes Ovası’na yukarıdan bakan Bozdağ’da (Tmolos) lir çalarak vakit geçirirdi Tanrı Apollon. Müzik konusunda en iyi olduğunu düşünürdü ve gün boyu lirinden çıkan ezgiler Bozdağ’da yankılanırdı. Ancak, dağın otlaklarında flüt çalarak sürülerini otlatan çoban Marsyas’ta oldukça usta bir çalgıcıydı. Apollon, bir gün “Bu dağa iki usta çalgıcı fazla” diyerek çoban Marsyas’ı yarışmaya çağırdı. İki usta çalgıcı jüri önünde tüm hünerlerini gösterdiler. Jüride bulunanlar arasında bir tek Frig Kralı Midas çoban Marsyas lehine oy kullandı. Bu duruma çok sinirlendi Apollon, iyi bir müzik kulağı olmadığını söyleyerek Midas’ı eşek kulaklı yaptı. Çoban Marsyas’ta payına düşeni aldı Apollon’un öfkesinden. Apollon onu derisini yüzdürerek cezalandırdı.”
Yaklaşık, iki bin yıl önce bu öyküden etkilenen sanatçılar, Marsyas’ın çektiği acıları tasvir eden heykelini yaparlar. Söz konusu heykel bugün Tire’nin mütevazı müzesinde sergileniyor.
Ancak Tire’nin geçmişi, müzesi gibi mütevazı değil. Kentin tarihi, Lidya dönemine kadar uzanıyor. O günlerdeki adı kale anlamına gelen Tyrha. Lidya için kentin önemi büyük, çünkü Tire konum itibariyle o dönemlerin iki önemli kenti olan Efes’le Sardes’in tam ortasında. Efes, Tire, Bozdağ, Sardes hattı o dönemin en önemli ticaret yolu. Ticaret yolu olma özelliği, bölge Türkler tarafından alındıktan sonra da devam etmiş.
Günümüzde geleni gideni az olsa da tarih boyunca Şeyh Bedreddin, Kanuni, Timur gibi pek çok ünlü konuğu olmuş Tire’nin... II. Mahmud döneminde Bektaşiler, Aydınoğulları zamanında Efes halkının bir bölümü, Büyük İskender’in hakim olduğu yıllarda ise Filistin’den getirilen Yahudiler Tire’de iskan edilmiş. Yakın tarihte ise Girit’ten gelen Türkler yerleşerek Tire’nin renklerine renk katmışlar.
Yüzyıllarca süren göçler ve ticaret yaşamı, hayatı yaşanır kılan ve ona anlam katan sanat ve zanaatın Tire’de fazlasıyla gelişmesini sağlamış. Keçeciler, urgancılar, saraçlar, kalaycılar, semerciler, nalıncılar Tire’nin çarşısında hala geleneksel yöntemlerle üretime devam ediyorlar. El sanatlarının dışında Tire’nin mimarisi ve yemekleri de yıllarca süren kültürel harmanlanmanın izlerini taşıyor.
Civit mavisiyle, güneş sarısı, vişne rengiyle, doğanın yeşili Tire evlerinin cephelerinde uyum içinde yan yana getirilmiş. Bu küçücük evleri her yıl özenle boyar Tire'li. Kentin sokaklarında dolaşırken mutlaka evini boyayan birilerine rastlarsınız.
Tire mimarisinin öne çıkan en önemli yapıları ise camileri. 15. ve 18. yüzyıl arasında yapılan tam 41 cami Tire’nin mücevherleri gibi adeta. Her caminin birbirinden farklı desenlerle bezeli minareleri Tire’nin siluetini oluşturuyor.
Küçük Menderes Ovası'ndan sofralara...
Tire köftesi ve mevsimine göre çeşitli otlardan yapılan zeytinyağlılar Tire mutfağının öne çıkan yemekleri. Doğada yetişen her ottan yemek yapmalarıyla tanınan Girit’li Türkler’in etkisi Tire mutfağında kendisini fazlasıyla gösteriyor. Isırgan, radika, arapsaçı gibi otlarla yapılan yemeklerin ardından yenilen karadutlu lor peyniri Tire’yle ilgili hoş bir sürpriz olarak çıkıyor karşınıza...
Ancak Tire’ye özgü sürprizler bitecek gibi değil. Ülkemizde sadece Tire’de oynanan ve “Karambol” adı verilen bilardoyu andıran oyun bu sürprizlerden bir diğeri. Yaklaşık 13x4 metre ölçülerinde ve etrafı 20 cm yüksekliğinde tahtalarla çevrilmiş beton bir alanda, tahtadan yapılmış toplara parmakla vurularak oynanan oyunun yıllar önce Tire’de yaşayan Museviler’den miras kaldığı düşünülüyor.
Salı günleri kurulan ve neredeyse Tire’nin tüm sokaklarına yayılan pazarın büyüklüğü kentin geçmişteki ticari gücünün göstergesi aslında. Bereketli Küçük Menderes Ovası’nda yetişen taptaze meyvelerin, sebzelerin ve geleneksel ürünlerin satıldığı pazarı dolaşırken vaktin nasıl geçtiğini anlamıyor insan. Pazar o kadar ünlü olmuş ki İzmir’den alışveriş için gelenlerin yanında, Selçuk ve Kuşadası gibi turistik yerleşimlerden gelen turist kafileleri de pazarın müdavimleri arasına girmiş.
Pazarı dolaşmaktan yorulduğunuzda heybetli çınar ağaçlarıyla gölgelenen mahalle kahvehanelerinde içilen okkalı bir Türk kahvesi tüm yorgunluğunuzu alıyor. Bu kahvehanelerde sürdürülen bir başka gelenek de nargile. Tabii Tire’li nargileyi ne gelenek devam etsin diye, ne de moda olduğu için içiyor. Onlar için nargile ya sohbetlerin yareni ya da kendini dinleme aracı. Konuşmayı seven cana yakın Tire insanı sizi de bu sohbetlerine ortak eder, kahvenizi yudumlarken bir bakarsınız ki koyu bir sohbetin içindesiniz.
Urganları İstanbul'u fethetmiş, darphanesi tüm İmparatorluğa çalışmış...
Bu sohbetler sırasında Tire ile ilgili çok şey öğrenirsiniz. Tire’nin urganlarının ne kadar meşhur ve sağlam olduğunu, hatta Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederken gemilerini karadan Tire urganlarıyla çektirdiğini, 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar tam üç yüz yıl boyunca Tire’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun darphanesi olduğunu ve imparatorluğun paralarının burada basıldığını bu sohbetler sırasında öğrenebilirsiniz.
Ancak, ne Tire ile ilgili kaynaklarda, ne de sohbetlerde öğrenemeyeceğiniz, sadece biraz dikkatle baktığınızda hissedebileceğiniz bir şey var. Tire, sanki Osmanlı İmparatorluğu’nun üç başkentine öykünür gibidir. Güme Dağı’nın eteklerinde yedi tepe üzerine kurulmuş olması İstanbul’u, ağaçları ve yeşili Bursa’yı, camileri ise Edirne'yi çağrıştırır.
* * *
Birgi:
Tire’ye yaklaşık 40 kilometre mesafede Bozdağ’ın eteklerine kurulu Birgi ise tarih boyunca Frigler, Lidyalılar, Persler, Helenler ve Bizanslılar için önemli bir yerleşim olmuş. Ama tarihinin altın dönemini Aydınoğulları Beyliği ile yaşamış. 1307 yılında Birgi’yi alan Aydınoğulları burayı başkent yapmışlar beyliklerine. Birgi’nin adı, Lidya döneminde burç anlamına gelen Pyrgion iken, Aydınoğulları ona Memleket-i Birgi demiş.
Birgi’nin taş ve ahşabın mükemmel uyumuyla biçimlenmiş güzelim evleri, çam ağaçlarıyla gölgelenen son derece düzenli sokaklara sıralanmış. 1312 yılında Aydın Bey’in oğlu Mehmet Bey tarafından inşa ettirilen Ulu Cami’nin bulunduğu meydan Birgi’nin merkezini oluşturuyor. 1993 yılında çalınıp, 1995 yılında İngiltere’deki bir müzayede bulunup geri getirilen Ulu Cami’nin ahşap minberi kündekari sanatının zirvesi sayılıyor.
1761 yılında zengin bir tüccar olan Çakıroğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılan Çakırağa Konağı, Birgi’den daha ünlü durumda. Bugün müze olarak hizmet veren üç katlı konağın en ilginç yanı iki baş odasında bulunan duvar resimleri. Söylence bu ya, Çakırağa, biri İzmirli diğeri İstanbullu olan iki eşinin memleket hasretlerini biraz olsun dindirebilmek için odaların birinin duvarına İstanbul’un, diğerine ise İzmir’in tasvirlerini yaptırmış.
Osmanlı Dönemi’nde şehzadelere hocalık yapanların pek çoğu Birgili’ymiş. Söz konusu hocalar arasında en ünlüsü olan II. Selim’in hocası İmam Birgivi’nin türbesi, Birgi’nin en çok ziyaret edilen mekanı. İmam Birgivi Medresesi ise Ulu Cami’nin karşısında yer alıyor.
1974 yılından beri koruma altında olmasına rağmen Birgi’de, ancak son birkaç yıldır koruma adına kayda değer çalışmalar yapılıyor. Bugünlerde neredeyse her ev ve tarihi yapı restore ediliyor. Muhtemelen önümüzdeki yıllarda Birgi’nin adını turizm konusunda daha çok duyacağız.
Henüz turizmin olumsuzluklarını yaşamayan, doğallıklarıyla insana keyif veren Tire ve Birgi tüm içtenlikleriyle ziyaretçilerini bekliyor.
Yeme - İçme:
Tire Değirmen Restoran
(232) 529 00 00
www.tiredegirmen.com
Kaplan Dağ Restoran
(232) 512 66 52
www.kaplandag.com
Cambazlı Efe Restoran
(232) 512 75 05
Ömür Mandıra
(232) 512 20 55
Keçeci Arif Cön
(232) 512 23 91
www.conkece.com
Çakırağa Konağı
(232) 531 52 05