Betona atfedilen olumsuz çağrışımı gidermek amacıyla 10 yıl önce yayın hayatına başlayan Betonart dergisi, geçtiğimiz aylarda 'Brüt' temalı 40. sayısı ile raflardaki yerini aldı. Derginin bu özel sayısının editörlüğünü üstlenen Aykut Köksal ile, modernizmin var ettiği zamansız malzemeyi konuştuk.
Beton, özellikle Türkiye'de 'betonlaşma' ifadesi üzerinden çirkinlikle özdeşleştirilen ve anonimleştirilen bir özne. Bir mimar olarak betonun sizin için ne ifade ettiğini öğrenebilir miyiz?
Gerçekten de beton Türkiye'de çok haksız biçimde kötü yapılaşmanın, düzensiz kentleşmenin, enformel mimarlığın çevredeki tahrip edici etkisinin bütününün simgesi haline gelmiş durumda. Bu söylediğim niteliklerin her birini toptan anlatmak için 'betonlaşma' deyimi kullanılıyor. Bu tabii ki modern çağın bu önemli malzemesine yapılan bir haksızlık. Sonuç olarak beton, endüstri çağının yani modernleşmenin, çelikle birlikte öne çıkan iki ana yapı malzemesinden birisi. Doğal olarak bir yapı malzemesinin kendisini, olumsuz bir nitelemenin simgeleşmiş mottosu olarak kullanmak doğru değil. Aynı şekilde geleneksel bir malzemeden, taştan yahut ahşaptan yola çıkarak böyle bir niteleme yapılması ne denli doğru olur? Beton bir anlamda yapılaşmış çevredeki bütün olumsuzluğun yükünü üzerine almış durumda. Öte yandan bu, malzeme olarak betonun, yapı sistemi olarak betonarmenin, günümüz mimarlığında ne kadar belirleyici bir rol oynadığını da gösteriyor. O zaman da mimarlığın bizatihi kendisini konuşmak gerekiyor. Nitelikli bir mimarlık, malzeme beton olduğunda, hatta o beton kendini çıplak bir biçimde ortaya koyduğunda olumsuz değil, tam tersine olumlu bir estetiğin de göstergesi haline gelecektir. Bütün mesele bunun yapılaşmış çevrede yani mimaride nasıl kullanıldığı ile ilişkili. Yani betonlaşma denildiği zaman sözü edilen şey, bizatihi betonun kendisi değil, onunla gerçekleştirilmiş olan yapılaşmış çevrenin ne kadar olumsuz bir çevre olduğu.
Modernite ile bu kadar özdeşleşen bir malzemenin, 21. yüzyılda hala başat yapı malzemesi olarak kullanılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'de yapı üretiminde çelik henüz öne çıkan bir yapı sistemi olmadığından, çok yüksek yapılar, kuleler bile betonarme sistemle inşa ediliyor. Betonarme bir sistem olarak endüstri çağı mimarlığının yeni imkanlarını yapı üretimine taşıyor, yeni bir imkan açıyor. Unutmayalım ki, tarımsal dönem mimarlığının binlerce yıl boyunca kullandığı malzeme ve sistem hep sınırlı olmuştur. Yeni imkanlara çelik ve betonarme ile geçilmiştir. Bu anlamda modernleşmenin yapı üretimine getirdiği en önemli malzeme tabii ki betondur.
"Modern mimari karkasın güzelliği ile ölçülür"
Bu bağlamda malzeme olarak betonu temel alan bir süreli yayın olarak Betonart'ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu derginin ortaya çıkışındaki gerekçelerden birinin, baştan beri sözünü ettiğimiz "Türkiye'de betonun pejoratif anlamının ağır basması" olduğunu tahmin ediyorum. Bir tür iade-i itibar da denilebilir. Betonun bir yapı malzemesi olmasından öte -eğer onun göstergeleşmesini konuşacaksak-, modernizmin özünü aktaran bir anlam taşıdığı... Konuk editörlüğünü üstlendiğim 10. yıl özel sayısı dolayısıyla 'Brüt' kavramını ana tema olarak seçmemin nedeni de bu. Evet, betonda bir göstergeleşme var ama bu göstergeleşme o pejoratif anlamın ötesinde, etik ve estetik olarak bizatihi modernizmi anlatan bir göstergeleşme. Bunun üzerinde durmak son derece anlamlı olabilir. Dergideki yazımda Sedad Hakkı Eldem 'den yaptığım alıntıyı burada da yinelemekte fayda var:
"Ben o zaman [1929-1930 yılları] ve bugün betonarme karkas inşaatına hayranım. Benim için modern mimari karkasın güzelliği ile ölçülür. O seneler [Auguste Perret'nin tasarladığı] Raincy'deki kilise inşa ediliyordu (...) aşık oldum. (...) Ben de betonarmenin nasıl çıplak kalabildiğini öğrenmeye çalışıyordum. Öyle ya esas orada idi."
Sedad Hakkı Eldem, 50 Yıllık Meslek Jübilesi, İstanbul, 1983, s.33
Bu sözlerden Eldem'in Paris'te bulunduğu yıllarda Auguste Perret ile nasıl yakından ilgilendiğini, özellikle de Perret'nin betonu çıplak kullanmasının onu ne kadar derinden etkilediğini görüyoruz. Raincy'deki kilisenin inşa edilişini izliyor ve yapıya aşık oluyor.
Auguste Perret | St. Joseph Kilisesi, Le Havre, Fransa
fotoğraf: Esther Westerveld
"Modern mimari karkasın güzelliği ile ölçülür" derken de bunu bir ölçü olarak ortaya koyuyor. İşte ben de bu ölçüyü 1920'lerden bugüne kadar taşımak istedim. Betonun pejoratif anlam taşıyan bir motto olarak değil, tam tersine modernizmin bütün etik ve estetik sözünü taşıyan bir motto olarak anlamının üzerinde durdum. Bu yüzden de onu en çıplak haliyle, kendisi olarak gösteren brüt çalışmalara yöneldim ve bu çalışmaların bugün halen güncelliğini koruduğunun altını çizmeye çalıştım. Bu son derece önemli bir nokta çünkü 1920'lerden bugüne mimarlığın önde gelen bütün figürleri bir anlamda betona yöneliyor. Hakiki olarak kendini dışa vuran, etik samimiyet, içtenlik, şeffaflık içeren, olanı olduğu gibi aktaran, o yüzden de betonun çıplak halini tercih eden mimarların seçimini göstermek istedim. Bu sayıda da gördüğünüz gibi, 1920'lerden bugüne çok ilginç örnekler öne çıkıyor.
Dergide hem yurtdışından hem de Türkiye'den çok farklı tipolojilerde yapılar görüyoruz. Projeler ile bunları yorumlayan yazarları nasıl belirlediniz?
Öncelikle 1920'lerden itibaren benim için anlamlı olan mimarları ve yapıları ele aldım. İlginç bir şekilde ilk üç örnek, mimarlık eğitiminin içinden gelmeyen tasarımcılara ait projeler: Rudolph Steiner'in Goetheanum'u, Pier Luigi Nervi'nin Orvieto'daki Uçak Hangarı ve Le Corbusier 'nin Marsilya'daki Konut Birimi (Unité d'Habitation). Üçünün de çok önemli bir ortak bir özelliği var; betonun brüt halini tercih etmiş olmaları.
Rudolph Steiner | Goethenaum, Dornach, İsviçre
fotoğraf: Wladyslaw Sojka
Pier Luigi Nervi | Uçak Hangarı, Orvieto, İtalya
fotoğraf: Christopher John Chamales
Her mimardan/tasarımcıdan bir proje olmak üzere toplam 23 mimari ürün seçtim. Bunu yaparken de kendime herhangi bir sayı veya tarih kısıtlaması koymadım. Türkiye'yi de hesaba katarak modern mimari ürünler arasından bir seçim yaptım ve sonuçta ortaya 23 tane ürün çıktı.
Yani yapıları siz seçip ilgili yazarlar ile paylaştınız.
Evet, önce yapıları sonra da yazarları seçtim. Eşleştirmenin büyük bölümünü ben yaptım. Geriye kalan bazı projeleri ise liste olarak iletip yazarların seçmesini sağladım.
Yazarlar arasında üç yabancı isim göze çarpıyor. Bunlar da yeni yazılar mı, yoksa konu çerçevesinde başka kaynaklardan çevrilen yazılar mı?
Bütün yazılar bu sayı için kaleme alındı. Yabancı yazarlardan birisi, Le Corbusier'nin Marsilya'daki "Unité d'Habitation"u (Konut Birimi) üzerine önemli bir monografi yazmış olan Jacques Sbriglio . Kendisi ayrıca, 2013 yılında Marsilya'da düzenlenen "Le Corbusier revient à Marseilles" (Le Corbusier Marsilya'ya geri geliyor) temalı Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde, "Le Corbusier et la question du brutalisme" (Le Corbusier ve Brütalizm Meselesi) adlı kapsamlı bir sergi de gerçekleştirdi. Dolayısıyla Unité d'Habitation projesiyle ilgili metni ondan istedim.
Diğer iki yabancı yazar ise Lausanne Polytechnique'ten. Mimarlık tarihi hocası olan Bruno Marchand, daha önce de üzerinde çalıştığı Philippe Meier'in Cenevre'deki yapısı üzerine bir yazıyı bizim için yazdı. Daha önce bu konuda yayımlanmış başka bir yazısı yoktu. Bir Louis Kahn tutkunu olduğunu bildiğim, yine Lausanne Polytechnique'in önde gelen hocalarından Patrick Mestelan da Salk Enstitüsü Laboratuar Binaları'nı yazdı. Bunun dışında her biri son derece önemli, her biri yeni kapılar açan 18 yazar yer aldı.
Makaleler konusunda yazarlara ne gibi yönlendirmelerde bulundunuz? Konuyu nasıl ele almalarını istediniz?
Öncelikle derginin ana temasını ve istediğimiz yazının uzunluğunu belirttim. "Ana temamız 'brüt' ama ele alacağınız yapı sizin için hangi anlamı taşıyorsa özellikle onu yazın" dedim. Muhakkak brüt temasına bağlama zorunluluğunu koymadım. Ama önemli bir bölümü derginin ana temasına da bağlanan metinler ortaya çıkarttı. Hepsi birden okununca gerçekten de müthiş bir toplam ortaya çıkıyor. Bir dergide 23 tane özgün metnin bir arada bulunması kolay rastlanan bir durum değil. Bu açıdan da önemli bir sayı olduğunu söyleyebilirim.
Fotoğraf çekmeyi seven, bu konuda sergiler açmış bir mimar olduğunuzu biliyoruz. Bu sayıda da fotoğraf seçimi ve görsel tasarım konusunda titiz bir çalışma söz konusu...
Fotoğraf seçimine gerçekten çok önem verdik. Benim de bu sayı için çektiğim fotoğraflar oldu. Seçtiğim yapılardan biri olan İstanbul Reklam Sitesi 'nin önceden çekilmiş iyi bir fotoğrafı olmadığını fark edince ben fotoğrafladım. Ayrıca geçtiğimiz yıl bir kolokyum vesilesiyle ziyaret ettiğim Marsilya'da çektiğim Unité d'Habitation ait fotoğraflarını kapakta ve iç sayfalarda kullandık. ODTÜ'den ve Mimar Sinan Üniversitesi'nin iç mekanından çektiğim fotoğraflar da yer aldı.
Bunun dışında, Cemel Emden'in Salk Enstitüsü Laboratuarları, Yahşibey binaları ve Karatepe Açıkhava Müzesi'ni fotoğrafladığı çok güzel kareler mevcut. Özellikle Turgut Cansever'in Karatepe saçaklarına ait olağanüstü fotoğrafları var. Bu arada hem yazı hem fotoğraflarıyla dergiye katkıda bulunanlar oldu. Müge Cengizkan Türk Dil Kurumu'nu, Levent Şentürk de Holokost Anıtı'nı hem yazıp hem fotoğrafladı.
"Modern yapıların korunması meselesi artık gündeme gelmeli"
Dergide yer alan yurtiçi örneklerden yola çıkarak, betonun coğrafyamızdaki yerini yeniden değerlendirebilir misiniz?
Başta da bahsettiğim gibi betona hep pejoratif bir anlam yüklenmiş. Ama bu aslında çok da haksız bir niteleme değil. Evet, beton modernleşmenin getirdiği bir yapı malzemesi ama Türkiye'de bu artık bir ezbere dönüşmüş durumda. Anadolu köyündeki tek katlı bina bile betonarme karkas inşaat ile yapılıyor. Bu bir yandan betonarmenin doğru bir kullanımı olmuyor, bir yandan da yapılaşmış çevreye çok olumsuz bir biçimde katılmasına neden oluyor. Malzemenin kendisi doğru ya da yanlış olmaz; önemli olan nerede ve nasıl kullandığınız.
Örneğin Nevzat Sayın'ın Yahşibey çalışması ile, yerel olana sırtını çevirmeyen ama günümüz tektoniğini de betonarmenin brüt kullanımı şeklinde söyleyen bir vokabüler getirdiğini görüyoruz. Bu bağlamda Pınar Gökbayrak'ın ele aldığı iki yapı, brüt betonun kullanıldığı iki zıt davranışı bize gösteriyor. Bir yanda Nevzat Sayın'ın Yahşibey'deki kendisini vernaküler çevreye, 'kendilinden'liğin doğallığına teslim edilmiş olan kullanımı; öte yanda Tadao Ando 'nun son derece estetist, perfeksiyonu öne çıkartan, detayda alabildiğine yetkin Sri Lanka'daki evi... Tabii burada yazar olarak yer alan mimar dostlarımızın katkısının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum çünkü bunların önemli bir bölümü aynı zamanda üreten, uygulama yapan mimarlar.
'Brüt' sayısı, Türkiye'den ele aldığımız örneklerin korunması meselesini gündeme getirmiş olması açısından da önemli. Örneğin Nezih Aysel 'in yazısında ele aldığı Güzel Sanatlar Akademisi'nin birinci ve ikinci kısım yenilemeleri... Birinci kısım yenilemesi ne yazık ki fotoğrafların burada aktardığı biçimiyle ortadan kayboldu çünkü Mimar Sinan Üniversitesi, Sedad Hakkı Eldem'in mimarlığına son derece hoyrat davranan bir güçlendirme çalışmasıyla o mimariyi ortadan kaldırdı. Yine çok önemli bir yapı olan, Boğaçhan Dündaralp'in ele aldığı İstanbul Reklam Sitesi de koruma çalışması yapılması gereken binalardan. Türkiye'de modern yapıların korunması meselesinin artık gündeme gelmesi lazım.
Sedad Hakkı Eldem'in Güzel Sanatlar Akademisi yenilemesi
fotoğraf: MSGSÜ Fotoğraf Atölyesi Arşivi
'Brüt' sayısı belki de az önce konuştuklarımızdan çok, modern mimarlık mirasını değerlendirmenin önemini vurgulayan bir sayı oldu. Yayımlandıktan sonra katkıda bulunan yabancı dostlarımıza dergiyi gönderdiğimde, ilk olarak çok beğendiklerini söylediler. Ardından da Türkiye'den çok nitelikli ürünlerle tanışmış olmaktan mutluluk duyduklarını belirttiler.
Şu çok net görülüyor ki burada yer alan bütün çalışmalar, dünyanın neresinde olursa olsun bu anlamda değerlendirilebilecek düzeyde işler. Karatepe Saçakları bence dünya mimarlığı için çok önemli bir ürün. Günay Çilingiroğlu ve Muhlis Tunca'nın İstanbul Reklam Sitesi, Sedat Hakkı Eldem'in Akademi Yenilemesi aynı şekilde. Türk Dil Kurumu gerçekten Cengiz Bektaş'ın başyapıtıdır. Ayşe Orbay'ın çok genç yaşta gerçekleştirdiği Ayşe ve Ercüment Kalmık Vakfı Müzesi, Atilla Yücel'in de başlığında söylediği gibi tam bir 'mücevher'. Nevzat Sayın'ın Yahşibey binaları bu yayında ilk kez bir bütün olarak ele alınıyor. Bu yedi binanın, yerleşim planı ile birlikte bakıldığında köy için ne kadar önemli bir değer oluşturduğunu görüyoruz. Aynı şeyi Hindistan'daki Büyükelçilik Binası için de söylemek gerekir.
Günay Çilingiroğlu ve Muhlis Tunca | İstanbul Reklam Sitesi
fotoğraf: Tarih Vakfı Arşivi
Doğan Tekeli, Sami Sisa, Metin hepgüler | T.C. Büyükelçilik Kompleksi Binası, Yeni Delhi, Hindistan
fotoğraf: Tekeli - Sisa Mimarlık Ortaklığı
Yurtdışındaki yazarların tepkilerinden bahsettik. Peki burada kimlere ulaştığını takip etme fırsatınız da oldu mu?
Bu sayı bir bakıma başvuru sayısı gibi oldu. Hatta pek çok kişi "kitap olmuş" dedi. Bütün metinlerin yabancı dile çevrilmesiyle Türkçe-İngilizce bir kitaba dönüştürülürse oldukça isabetli bir iş olur. Ama bu haliyle de ciddi bir başvuru kaynağı. Öte yandan öğrenciler için de anlamlı olabilecek bir sayı.
Az önce bahsettiğim gibi fotoğraf editörlüğü de bu sayının editörlüğünün bir parçası oldu. Yazı ve fotoğrafı ayrı şeyler olarak düşünmüyorum, bu yayını da o anlayışla hayata geçirdik. Fotoğraf editörlüğü ile birlikte, derginin sayfa düzenini de bu özel sayıdaki anlamı ön plana çıkaracak şekilde ele aldık. Derginin bu düzeyde ortaya çıkmasında Banu Binat ve Neslihan Şık'ın katkılarının özellikle altını çizmek isterim.
Brüt sayısının editörü olarak brüt beton ile ilgili başka hangi okumaları önerirsiniz?
Eser adı: Construire en France: Construire en fer, Construire en béton
Yazar: Sigfried Gideon
Yayınevi: Edition de la Vilette
Eser adı: Architectures du béton: Nouvelles vagues, nouvelles recherches
Yazar: Kolektif (editörler: Jean-Louis Cohen, G-Martin Jr Moeller)
Yayınevi: Le Moniteur