Foster&Partners ilk özel uzay havaalanı için düzenlenen tasarım yarışmasının galibi oldu. Richard Branson'un sahibi olduğu Virgin Galactic'e ait uzay iniş alanı, Meksika, Mohave Çölü'nde inşa edilecek. Dünyaca ünlü firmanın sahibi Norman Foster, modern estetiği ekolojik çözümlerle harmanlayarak bu ‘ilk yapı'nın tasarımcısı olma hakkına kavuştu.
Tam tamına 198 milyon dolara mal olacak sürdürülebilir Spaceport Amerika projesi, Virgin Galactic tarafından yürütülmesi planlanan kısa süreli uzay yolculuklarının çıkış sahası olacak. 2009 yılından itibaren 200 bin dolara patlayacak tek kişilik bir bileti alma lüksüne sahip kişiler, havayolu tarafından düzenlenecek uzay seferlerine katılma şansına nail olacak. Seyahatler, SpaceShipTwo adı verilen özel bir tür uzay gemisiyle yapılacak ve böylece, henüz yalnızca uluslararası uzay istasyonuna kadar gitmeyi sağlayan turistik uzay gezilerinin gelişimine katkı sağlayacak.
Virgin Galactic şirketinin ekolojik bir konseptle tasarlanmış bir yapıyı tercih etmesinin ardındaki sebebin, sürekli galaktik seferlerin dünya atmosferine yükleyeceği, sera gazı olarak da bilinen karbondioksit fazlasını dengeleme dürtüsü olduğunu söylemek çok da güç değil. Daha ilgiyle karşılanması gereken ise, nasıl Foster&Partners'ın bu işlevde bir binanın yapımında ‘sürdürülebilir' tavrını koruduğuna inanması. Nitekim, LEED Platiniyum Standardı adı verilen ve ancak en ‘yeşil bina'ların almaya hak kazandığı belgeyi hakketmek için atmosfere yayılacak karbon gazının inanılmayacak kadar az miktarlarda tutulması gerekiyor. Bu, kompleks teknik gereklilikler barındıracak bina için Norman Foster şunları belirtiyor: "Bu yapı yalnızca astronotlar ve ziyaretçiler için dramatik bir deneyim sunmayacak, aynı zamanda gelecek uzay limanlarına, ekolojik anlamda örnek teşkil edecek."
Foster projesiyle ilgili şunları söylüyor: "Yapının toprak içine
gömülerek çevreye yayılan formu, binayı New Mexico'nun ekstrem atmosferik koşullarına karşı koruduğu gibi batı rüzgarlarını yakalayarak doğal havalandırma amaçlı kullanılmalarını sağlayacak şekilde tasarlandı. Doğal ışık, çatı ışıklığından yapı içine girecek. Terminal yapısının tek cam cephesi, kalkış platformuna meraklı bir bakış atmamızı sağlayacak."
Yapının toprağa gömülmesi enerji tasarrufu sağlamak üzere gerçekleştirilirken, yuvarlanarak yükselen cam cephenin üstünden geriye doğru kayarak uzayan ve böylelikle bir kuşun uçuş hareketlerini ‘taklit' (imite) eden ‘kanatlı' çatı, taşlarla doldurularak, solar destekli pompaları sıyıran rüzgarın serinletici etkisinden faydalanılmasını sağlayacak.
Yapının ziyaretçileri ve astronotlar ‘derin, topoğrafya kazınmış bir kanal'la, sürekli olarak gömülüp tekrar yer yüzüne çıkarak binaya ulaşacaklar ve sonrasında uzaya doğru yol alacaklar. Bu kanalın duvarları, üzerinde bölgenin tarihi ve sakinleri ile uzayın keşfi ve fethine ilişkin materyallerin sergileneceği bir sergi koridoruna dönüştürülecek.
Bunca ekoloji uğruna çekilen ‘eziyet'e rağmen, yapının nasıl olup da oradan kalkacak uzay gemilerinin atmosferde yarattığı büyük çaplı kirliliği ‘affetireceği' ise merak konusu. Ya da belki şöyle sorulmalı: Ekoloji veya sürdürülebilirlik, bir trendden öte algılanmaya başlanırsa, yalnızca mimari mekanda mekanik sorumluluklar ve/veya figüratif tasarım kararlarından ibaret sayılabilir mi? Ekolojiye hizmet etmeyeceği apaçık belli bir yapının tasarımında, insanlığın farklı arzuları ve belki ihtiyaçları adına verilecek hizmete daha ‘dürüst bir mimarlık'la yaklaşılması beklenebilirdi.
Bir de Fuksas'ın 'kanatlanıp, uçup giden barış' metaforu var ki, uzay münasebetleri için böylesi bir dileğin bu yapının formunda etkili olduğunu düşünmeyi dilemeyiz.