Alghero Hatırası - 1: Nankör Moka

Attila BEKSAÇ / 02 Eylül 2013
Ocaktaki moka fokurdamaları bile daha fazla dikkat çekiyor, karşıda muhtemelen bu yağmurlu Sardinya gününde halılarını yıkamakla cebelleşen adalı kadının fırça darbeleri de kesinlikle daha dikkat çekici...

Akdeniz'in büsbütün kuytusunda saklanmış kaçak bir gelin gibi mahcup Alghero. Bin yıllar öncesinde yola nasıl koyulduğunu hiç unutmamış. Karşı kıyıyı, İber'i seyredercesine sırtını dönüp uzanıvermiştir Sardinya 'nın koynuna.

Her göçmen gibi o da ne ait olduğu yerdedir, ne de ait olduğu yer ona aittir artık. Sarp kayalarına vuran her dalgasında kokusuyla uyanır denizinin. Köpükleriyle yıkanan yıllanmış surlarına gözü gibi bakar. Dünya savaşlarının bile eskitemediği Aragon surlarına.


 
Beş ay iki gün aynı nefesi paylaştık, Algherolu kadınlar, erkekler, ağaçlar, hayvanlar, yaşayanlarıyla. İlk bakışta herhangi bir turizm kataloğundan fırlamış mükemmeliyetçi sloganlar gibiydi bu deniz, bu yeşil ve tüm bu insanlar.
Sırtlayıp tüm geçmişini sermişti önümüze Alghero. Yavaştan, sessizce alıyordu içine ve şu satırları yazdırıyordu daha ilk günlerimde:

"Alghero bugün ağlamaklı. Sessizce, kimseye duyurmadan, içine çekerek hatta, öylesine vakur bir duruşla oturmuş başucumuzda ağlıyor."

Ocaktaki moka fokurdamaları bile daha fazla dikkat çekiyor, karşıda muhtemelen bu yağmurlu Sardinya gününde halılarını yıkamakla cebelleşen adalı kadının fırça darbeleri de kesinlikle daha dikkat çekici.


 
Kiralık olarak kaldığım bu şehrin ruhunu yakalayıp sihirli lambaya hapsetmeye çalışıyorum neden sonra. Kiralık bir ruh, kiralık bir hayat, tek porsiyonluk paylaşımlar, geçici düzenler, kalıcı parçalar, hepsini hem de hepsini beynime kazıyorum. Arşive bırakıyorum sonra. Bir gün biri gelir de kiralar belki. Geçiciliğin, ödünç yaşamların tadına varmak ister belki tek geceliğine.

Mokamı yudumluyorum şimdi. Burada, Via Torricelli 'de... Hiç yaşamadığımı zannettiğim güzel şeylerin hepsine, sobelemek istediğim kötülere, Alghero'nun gözyaşlarından daha çok dikkat çeken ve mideme inecek olan mokama ve sen, karşıdaki yağmurlu ada gününde halılarını yıkamaya çalışan Sardinyalı kadına. Evet, sana da içiyorum. Ne de olsa üç günlük, dokuz sekizlik, bir sıkımlık, iki hecelik, tek porsiyonluk dünya.


 
Tüm bu geçicilik, köksüzlük içerisinde moka yudumlamak. Her yudumun boğazında düğümlenmesi geçici. Sonra yutkunup derinlere dalması, artık bizden bir parça olması, harekete geçirmesi, ‘zinde' tutması, kafein depolaması, sonra sanki hiç senden bir parça olmamış gibi çıkması, gitmesi, hep geçici.

Kahve için vücut, yaşamak için kent, dertleşmek için ruh, sevişmek için bedenler kiralıyoruz. Ev sahibi bize karşı hep dürüst oluyor, kıyak geçiyor kahrolası. Biraz daha kal demiyor. Kal demiyor. Geçici oluşumuzun verdiği dayanılmaz hafiflik, kiracı oluşumuzun getirisiyle tek porsiyonluk emekler kiralıyor o da.

Ve biz her zamanki gibi geçiciliğimizin kalıcılığına yanıyoruz. Suçu kendimizde arıyor, bunu benimseyen kendimiz değilmişiz gibi, etrafımızdan ödünç kinler biriktiriyoruz. Arşive koyuyor, çok fazla birikince ufaktan etrafa kiralamaya başlıyoruz yine, bedel almadan, bedelini ödeyerek hem de.

Moka azalıyor şimdi. Neredeyse sonuna geldi. Geçiciliğinin zevkine varmak istiyor o da. Bunca renk, onlarca kalabalıklar içinde.

Ve moka bitti şimdi. Geçiciliğine küsmeden, ödünç alınmışlığına alınmadan pişkin pişkin bir sonraki durağını düşünerek.

 

 


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :