Dikkat, Bisiklet Çıkabilir!

Özgü YILDIZ / 22 Mart 2012
Red Light bölgesini görmek, Van Gogh Müzesi'ni gezip bitap düşmek, Dam meydanında soluklanmak, Jordaan 'da kahve içerek düşüncelere dalmak gerek diyorum ben...

2011 yılının Şubat ayında, hatta tam tarihini hatırlıyorum, 14 Şubat'ta Amsterdam'a uçtum. Bazıları gezmek, bazıları Erasmus için gider, ben de Amsterdam Üniversitesi'nin (Universiteit van Amsterdam) düzenlediği bir workshop'a katılmak için gittim Amsterdam'a.

 
Hepinizin tahmin edeceği gibi Amsterdam'a gideceğim belli olduktan sonra tüm arkadaşlarım "Red Light District" ile ilgili meraklarını ve kendi hayallerinde yarattıklarını paylaştılar. Benim bu konuda bir merakım yoktu sanmayın ve şans bu ya, workshop süresince "Red Light District" konu başlığını çalışma fırsatım oldu. Bununla ilgili de yazılacak, anlatılacak çok şey var, fakat bu yazımda daha çok Amsterdam'daki bisiklet kullanımından bahsetmek istiyorum.

Organizatör ekip workshop için bazı üst başlıklar belirlemişti ve "Red Light District" başlığını duyunca, işte benimki bu olmalı dedim. Belediye bir çeşit dönüşüm projesi yapıyor ve merkezde konumlanan Red Light bölgesini şehir dışına taşımak istiyor. Workshop süresince konuyu enine boyuna tartıştık. Tahmin edeceğiniz üzere, Red Light'ı taşımanın çözüm olmadığını düşündük. İlk defa Red Light bölgesini görmüş biri olarak, o günlerde en çok kadın olmak ve hangi koşullarda doğduğumuz üzerine düşündüm. Şimdiye kadar katıldığım en iyi workshoptu ve çok şey öğrendim. Belki de en çok hayata dairdi öğrendiklerim. Red Light bölgesindeki vitrinlerin üzerinde çok utangaç bakışlar bıraktım. Anlayacağınız, başlık ne kadar ilgi çekiciyse, içerik de o kadar az eğlenceliydi.


Esas vurgulamak istediğim konuya geçecek olursam, öncelikle şunu belirtmeliyim ki Amsterdam'da bisiklet bir ulaşım aracı. İstanbul'da yaşayan bizler için çok uzak bir hayal gibi gözükse de insanlar orada işe, okula, eğlenmeye giderken bisikletlerini kullanıyorlar ve buldukları bisiklet park alanlarına, hatta bazen köprü üstüne bağlayıp hallediyorlar park sorununu. Bir sokağa girdiğinizde sağlı sollu park etmiş arabaların yanı sıra bisikletleri görmek içinizdeki umudu ateşliyor ve kendi şehriniz için de birşeyler yapabileceğinizi geçiriyorsunuz içinizden.

Amsterdam sokaklarında rahat rahat yürürken, yanımdan bisikletli insanlar geçtikçe İstanbul'da bisikleti bir ulaşım aracı olarak kullanabilmek nasıl sağlanabilir diye düşünmekten kendimi alamadım. Hatta konuya öyle dalmışım ki bir bisiklet zili tarafından uyarılana kadar bu düşüncenin içindeydim. Farkına varmadan yaya yolundan bisiklet yoluna geçmişim. Sanırım Amsterdamlıların turistler konusunda en çok rahatsızlık duyduğu nokta da bu. Yazılardan okuduğumuz, arkadaşlardan duyduğumuz kadarıyla hayal etmiş olduğumuz bisiklet kullanımı, gerçekte o kadar yoğun ki sadece ben değil benimle birlikte birçok turist bunun karşısında şaşkın davranıyor.




Amsterdam'daki bisiklet kullanımında, şehrin düz bir arazi üzerine kurulu olması göz ardı edilemezse de uygulanan politikaların ve oluşturulan altyapının da son derece organize ve insan odaklı olduğunu farkediyorsunuz. İnsan odaklı demişken, bir şehirde arabadan çok yaya ve bisikletli görmek de kendinizi daha iyi hissetmenize yol açıyor. Özellikle bizim gibi yeşili az, betonu çok bir şehirde yaşıyorsanız, önceliği insan olan projelerle ve uygulamalarla karşılaşmak sizi gerçekten heyecanlandırıyor.



Amsterdam'ın kesinlikle görülmesi gereken bir havası var; anlatmakla farkına varabileceğiniz bir güzellik değil bu. Tabi Amsterdam'a gidip de Van Gogh Müzesi'ni görmemek olmaz. Ben müzeyi ziyaret ettiğim sırada Picasso 'nun eserleri sergileniyordu. Arkadaşımla birlikte bulunduğumuz hostelden müzeye doğru yola koyulduk ve yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşün ardından müzeye vardık. Bisiklet yollarına alışabilmiş olsaydık 5 dakika daha erken varabilirdik, zira bisikletler ile yayalar için ayrılmış yollardan yürümeye çalışırken fazladan dikkat göstermemiz gerekti. Tabi yürürken, dış çephesi çok güzel resimlendirilmiş ya da heykellerle donatılmış eski yapılardan gözümüzü alamamış olmamız da bu gecikmeye yol açmış olabilir. Müzede kuyrukta beklediğimiz süreden pek bahsetmek istemiyorum ama gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki beklemiş olduğumuz tüm zamana değdi.


Bir şehirde yürüyebiliyor olmak o şehre dair küçük ayrıntıları, yenilikleri farketmenizi de sağlıyor. Amsterdam'da yürürken gözünüzden kaçamayacak güzellikte binalar, unutamayacağınız işçilikler görüceksiniz. Bununla birlikte hem cephesi hem de iç mekânı ile aklınızı alan bir kütüphane binası var ki sanırım öyle bir kütüphane İstanbul'da olsa daha çok ders çalışırdım.

Amsterdam'daki bir haftayı 2 gün gezerek, 5 gün workshop'ta farklı insanlarla tanışıp, belediye projeleri üzerine yeni fikirler üreterek geçirmiş olmak, tadı damağımda kalan bir yolculuk deneyimi oldu benim için. Red Light bölgesini görmek, Van Gogh Müzesi'ni gezip bitap düşmek, Dam meydanında soluklanmak, Jordaan 'da kahve içerek düşüncelere dalmak gerek diyorum ben...

Bunları benim anlatmam yetmez tabi, asıl sizlerin fırsat bulunca bir görmesi gerek.


Özgü Yıldız'ın Dış Ses'te yayınlanan ikinci yazısına ulaşmak için
tıklayınız.


İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :