Kent aylağı kadın tipinin icadı ve sonrası; kentli olmak, kadın olmak ve kentte yürüyen kadın olmak üzerine...
Virginia Woolf'un 'Kendine Ait Bir Oda' kitabında, "Neden bir kadın Sheakespeare yok?" sorusuna verdiği çok boyutlu cevabın iki ana unsuru vardır. Birincisi, kadınların çoğunlukla ev içinde kendilerine ait bir mekanları ve üretim yapmak için zamanları olamamıştır. İkinci ve daha önemli sebep ise, kadınların yürümesi – hele de kent gibi insanın en vahşi habitatında yürümesi – aslında her zaman bir performans gösterisi tadında olmuştur (ki performans sanatı kadınların öncü olarak yer aldığı tek sanattır, alışkanlıktan olsa gerek).
Virginia Woolf'un "Kendine ait bir oda" kitabına referansla yapılmış stencil grafiti. Caddebostan sahilinden kendi çektiğim fotoğraf...
Kadın, görünmez olamamış, istediği gibi gezememiş ve hareketsizliğe mahkum edilmiştir. Bu hem her türlü dinin çeşit çeşit felsefeyle desteklediği bir varsayımdır (kadın toprakken erkek tohumdur) hem de günümüzde neoliberal muhafazakarlığın biyolojik metaforlara da başvurarak (yumurtanın hareketsizliği - spermin hareketliliği) sonsuz defa pekiştirdiği bir mahkumiyet söylemidir. Orta Çağ'dan Yakın Çağ'a kadar Çin'de zengin erkeğin en önemli ve en değeli aksesuarının, çocukluğunda ayakları güzel olsun diye sarılarak gelişimi engellenen ve dolayısıyla sakatlanmış bir kadın olması (buna 'lotus ayak' deniliyor) ve bu kadını her yere tahtırevanla taşıtabilmenin erkeğe sağladığı statüden de bahsetmek gerekir belki… Sonra yine Rönesans'tan I. Dünya Savaşı'na kadar olan dönemde (acı ama gerçek, kadınlar insan olduklarını ancak erkekler savaşa gidince kanıtlayabilmiştir), Avrupa'da, ideal kadının hastalıklı ve kırılgan bünyeli olarak tanımlanması tesadüf müdür? Hareket edemeyen kadın hangi Freudyen fanteziye vurgu yapar? Gece yürümek kadının hakkı mıdır?
Düşünmenin hareketle bir ilişkisi olduğunu deneyimle sabittir. Dolayısıyla yürür-düşünür olmak da haktır.
Buradan gelelim bu seneye; Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü'nde yüksek lisans yaparken meraktan kredisiz olarak Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden aldığım ve tam da flâneuselük üzerine olan dersin, deneyimlerimi algılayışımın üzerinde yaptığı değişikliğe... Türkçe çevirisi "Çeviri, Edebiyat ve Kentte Yürümek" olan dersin hocası Alev Ersan, toplumsal cinsiyetin, kentle kurulan ilişkileri nasıl değiştirdiğini ve farklılaştırdığını edebi flâneuse yazılar üzerinden geniş bir skalada tartıştırıyor ve öğrencilerine kenti çağrışımsal yollarla keşfetmenin yollarını öğretiyor (inanılmaz ama gerçek).
Alice Notley
Yürümek, düşünmek ve hayal kurmak birbirine eklemlenirken, genç yaşta yorgun insanlar olarak biz, kendimizi anlatmanın kentsel, imgesel ve kimi zaman fazlaca çağrışımsal yollarını aradık bu dönem. Züppe ve deneysel olmaktan korkmadık. Dersin benim için en büyük faydası ise, anglofon dünyanın flâneuselük üzerine oluşturduğu külliyatı öğrenmiş olmamdır. Özünde kadın cinselliğini kontrol etmeyi amaçlayan, hareketsiz (sakat) kadını yücelten kültürel hegemonyayı yeniden düşünmek, aslında sıfırdan başlamaktır.
Ne yazık ki ‘alternatif' yayınlar yapan maskülen yayıncılık dünyamız kendini Beat Kuşağı, cyberpunk, pornografi, snuff, Bukowski ve Chuck Palaniuk'a vakfettiği için bu muhteşem külliyatın hiçbir parçası Türkçe'ye çevrilmiş değil. Dersin ilham verici yanları dışında en önemli katkısı, Renee Gladman, Etel Adnan, Rebecca Solnit, Kaia Sand ve Alice Notley (ki sonuncusu, ezelden beri erkeğin kahramanlığını anlatan epik şiir türünü kadın ana karakter ekseninde yeniden modern çağ içinden yorumlamıştır; bilindiği gibi epik erkek karakter hareket halindedir, hareketsiz olan coğrafyayı ve hareketsiz olan kadınları keşfeder – bkz. Odyseus) gibi muhteşem kadınları, onların edebiyatla, kentle ve flâneuselük deneyimiyle kurdukları ilişkileri keşfetmem oldu. Yani "geceler de sokaklar da benim" derken o kadar da yalnız değilmişim, değilmişiz.
Renee Gladman
Meraklı okur bahsettiğim kaynakların pek çoğuna buradan ulaşabilir.