Kavun Unutulmaz

Murat ŞAHİN / 14 Şubat 2013
Bana “Muratti” derdi. Her şeyi kendi bildiği gibi yaptı. Kendi bildiği gibi oldu. Gidişi bile... 3 Şubat 2013. Bugün tam 1 yıl geçmiş aradan. Ne çabuk.

Bana "Muratti" derdi. Her şeyi kendi bildiği gibi yaptı. Kendi bildiği gibi oldu. Gidişi bile... 3 Şubat 2013. Bugün tam 1 yıl geçmiş aradan. Ne çabuk! 

Acılar, sevinçler, kaygılar, heyecanlar, olaylar, başka hayatlarla kesişimlerle geçen bir ömür. Bütün toz duman, gidişin ardından dağılır. O biriktirmeler kısmen başkalarına geçer. Karakterin taşıdığı renk ise değdiği insanlara bulaşır, onlarda yaşar. Yitip gitmez, unutulmaz.

Terk-i diyar etmek canlıların doğasında var. Fakat bunu bilsek bile, dünyaları biriktirmiş üretken insanlara, bizi etkileyen, ilişki içinde olduğumuz renkli kişiliklere ve sevdiklerimize gitmeyi yakıştıramayız.

Nasıl ve ne şekilde kesiştiğine bağlı olarak herkes herkese, her zaman iyi gelmez. Fakat ben eminim ki, geçen yıl bu sıralar aramızdan ayrılan Aydın Kunt Hocamız en tatsız tecrübeyi yaşadığı insanda bile bir tebessüm bırakmayı başarmış ender insanlardandır.

Gönül kırgınlıklarını dile getirmez. Kötülükleri hemen unutur, iyilikleri, hoşlukları  konuşur. O kadar açıktır ki, onu  tanıyorsanız, onun hayatındakileri de tanırsınız, en azından isimlerini bilirsiniz. Aslında sevgiyi yaratan temel şey bence tam da bu. Yaşamını cesurca ve tüm samimiyetiyle, kimseyi rahatsız etmeyen bir hassasiyet içinde paylaşmak.

Kitabi bilgilerin dışında, özel deneyimin zenginliğini içtenlikle sunmak. Bunlar, takdir edersiniz ki, kolay kolay başarılacak şeyler değil; olayları, hem kendini büsbütün ifşa etmeden hem de başkalarının rencide olmasını engelleyecek doğal bir ustalıkla hazırlanmış gizli ekranlarla sınırlandırarak anlatmak. Aydın Hoca hem mesajını iletir, hem de karşısındakinin zihninin daha da keskileşmesine yardımcı olurdu. Muziplik onun temel silahıydı. 

Pek çok kişi hayatı bir savaş olarak kabul eder. Onun mücadelesinde ise hep "sevgi"  vardır. Kızgınlığında  ve öfkesinde bile. Her tür uzlaşmazlığın yanına mutlaka barışçıl bir iki söz takar; tek yönlü değerlendirmelerden hep kaçınırdı. Bir kez bile birisi hakkında kötü bir söz sarfettiğini duymadım. En dayanılmaz durumları bile nükteyle geçiştirirdi. Güzelliklerden söz eder, güzel olandan derinden etkilenirdi.

Geçirdiği by-pass sonrasında davranış biçimi, hep sonucu belli olan bir maçın uzatma dakikalarının ruh halini taşıyordu. Telaş kısmı hariç. "Sonuç belli, doğru oynayalım" derdi. Ama doğru dediği kendi doğrusu. Onun için  sürenin ve sonucun bir önemi yoktur. İçinden geldiği gibi oynar. Oyunun tüm konvansiyonları boştur. İçinden rövaşata atmak geçiyorsa atar, çalım yapmak istiyorsa yapar. Galatasaray tutkusu  her şeyin önünde gelir. Vakur bir edayla tam bir aslan gibi dururken, etrafındaki insanlara neşe kaynağı olacak sözleri hep hazırdır. 

Aydın Hoca, Akademi'nin  güçlü sanat eğitimini alan, fazla yazmayan bir kuşaktandı. Çok çizerdi. Bize proje yapmanın, mimarlık alanında çalışan bir akademisyenin mimarca üretmesinin değerinden söz ederdi. Bileği çok güçlüydü. Ondan da önce, çok güçlü bir gözlem yeteneği vardı. Boşta kalan bir kağıt görmesin. Hemen çiziverirdi. Bu çizimler yalnızca mimari eskizler olmazdı. Karikatürler çizerdi. Onun için zarflar, resmi yazılar,  fotokopiler arkasının boşluğu nedeniyle ayrı bir değer taşırdı. Hoş, o kağıtlar boş olmasa da çizerdi. Toplantı sırasında, önünde not almak için tuttuğu beyaz kağıda, bir kaç hamlede masanın etrafında kim varsa çiziverirdi. Bir toplantıda yanına oturma gafletinde bulunmuştum. Çizdiği esprili yorumlara bakmaktan, konuşulanları dinlemekte zorlanmıştım. Uzun süren konuşmalardan, formel işlerden sıkılırdı. O nedenle yöneticilik tekliflerini geri çevirdiğini biliyorum.





Aydın Hoca'nın olaylar karşısındaki duruşu, kimsenin kolay kolay cesaret edemeyeceği bir tarz, dünyanın geçiciliğine belki de çok uygun bir davranış biçimiydi. Hatta onu konu alan bir "Yaşamın geçiciliğine nasıl yanıt verilir" kitabı bile yazılabilir. Toplumsal değerlere karşı son derece hassas olmasına karşın, toplumsallaşmış yargıları hiç üstüne almadı. İnandığını, bildiğini, daha çok da hissettiklerini yaşadı. Kalple beyin arasındaki savaşta tercihini çoğunlukla kalpten yana kullandı. Ciddiyet gayet tabi önemliydi. Fakat çoğu insan ciddiyeti, mizah sosundan yoksun tek başına sunar, tek başına tüketir. Onun eleştirileri ciddi ve iğneleyeciydi. İçinde ağırlığı barındıran bir hafiflikle söylerdi söyleyeceğini. Aydın Hoca'nın yaşadıkları ve onunla yaşananlar fıkra tadında pek çok olaya gebedir.

Bir kitap yazdı. Adı; "Kavun Unutmadan"... Kavun, Aydın Hoca'nın öğrencilik yıllarındaki lakabı. Bu kitapta çocukluğunu, ailesini, arkadaşlarını, lise ve üniversite yıllarını anlatıyor. "Yaşanan olayları hep mizah filtresinden süzerek değerlendirme" davranışının, Galatasaray Lisesi 'nin bir insan yetiştirme özelliği olduğundan söz ediyor. Döneme, mekanlara ve insanlara ilişkin pek çok gözlemini, kişisel yaşanmışlıkları samimi bir dille yazıya döküyor. Bu kitabın devamı niteliğinde bir kitap daha yazdığını söylüyordu. Tüm aramalara rağmen bulunamadı. Ben yazdıklarını okudum. Yazmadıklarını ise kısmen de olsa okumaya çalıştım.


Aydın Hoca, en ciddi eleştirilerini bile mizahi bir dille ifade etmiş, hayatın geçiciliğine kendince bir yanıt vermiş, ilginç ve unutulmayan renkli bir insan olarak pek çok kişinin anılarında yaşamaya devam edecektir. Ailesinin ve yakınlarının dışında, onu özleyen çok kişi var. Ayrılığın sert gölgesi kuşaklar sonra gidecek, yerine, onun muzip ışığının Aydın'lığı kalacaktır.


İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :