Yağmurlu ve soğuk bir kış gününün ardından odanın sıcaklığı birden yazın sıcaklığına dönüşüverdi. Nedensiz, "bir yaz olsa" diye geçti içimden. Ardından, işi gücü keyif yapmak olan çocuğun sesi duyuldu: "Nereye gitsek?"
Yağmurlu ve soğuk bir kış gününün ardından odanın sıcaklığı birden yazın sıcaklığına dönüşüverdi. Nedensiz, "bir yaz olsa" diye geçti içimden. Ardından, işi gücü keyif yapmak olan çocuğun sesi duyuldu: "Nereye gitsek?" Daha deneyimli ve oturaklı olan ise iğneleyici bir tonda: "İşgal altındaki zeytin ağaçları diyarı Ege'ye mi, yoksa üzgün portakallar yurdu Akdeniz'e mi?"
Düşünmeye bile fırsat kalmadan yola koyulmuşuz. Feribotla Bandırma'ya geçiyoruz. Siluet bizden, kendi içimizden. Arada tek tük kalmış eski yapılar, eski doku hakkında fikir veriyor. Hikayesi belli. Kent elden geçmiş; korunmuş bir kaç yapı, güzelleştirilmiş bir iki kent parçası, gerisi apartman, okul, resmi yapı, trafik vs. Bir Türkiye klasiği. Allah'tan coğrafya önlemini almış. Çarpışan araba pisti gibi bir trafiği olan limandan ayrılırken, tek tük evlerin, lojman benzeri yapıların arasından Bandırma'dan uzaklaşıyoruz.
Tavuk çiftliklerinin yaydığı kokunun uzun süre burun deliklerimizde varlığını sürdürmesine aldırmadan ilerliyoruz. Bir kaç yıl önce koca çınarların gölgesinde bir kır kahvesinde içtiğimiz güzel çayları yeniden içmek istiyoruz. Tek nirengi noktamız yola dizilmiş olan büyük ağaçlar. Bir de bakıyoruz, kır kahvesinin yerinde yeller esiyor. Az ötedeki benzin istasyonunun etrafına market, lokanta ve tuvaletin bulunduğu bir tesis yapılmış. Birkaç kişi, betonun üzerini örten yeşil plastik halının üzerindeki piknik masalarında çay içiyor. Çok kalmak istemiyoruz. Ayrılırken, marketin kasasındaki beyle boş boş konuşmayı da ihmal etmiyoruz: "Şehirde, betonların arasında bir tutam yeşile hasretiz. Bütün hayalimiz şu ağaçların altında oturmaktı. Çok yazık. Herhalde bir daha burada mola vermeyiz." Mübaşirin umurunda değil, hâkim bey ise zaten duymaz.
Hızla uzaklaşıyoruz. Yol yapım çalışmaları arasından ilerleyerek bir yerleşim alanına varıyoruz: Halkalı mı, Bakırköy mü, Çekmece mi, Kartal mı, Avcılar mı, Tuzla mı, yoksa Kurtköy'den mi geçiyoruz? Benzettiğimiz yerlerin daha önce benzetildiğine (!) mi üzülsek, yoksa göç gibi, büyük şehir olmak gibi ortada gözle görülür bir neden yokken, onlara benzetilen yeni benzerlerin üremesine mi? Bildik apartmanların arasında, sıkışık bir trafikte başka bir benzetilen yer... Binalar irili ufaklı etrafa saçılmış. Tabi bu manzara toplu konutsuz olmaz. Ucuzlukçu mağazalar yolun kenarına dizilmiş. Dışları metal, sıcaktan kaynar kazan olmuş, içlerinde klima… Dünyanın enerjisini tüketiyorlar. Şehirlerarası yolda ne lüks! Hemen sağa çekebiliriz. Yoksa hala Merter'de miyiz? Küçücük bir yer, trafik büyük kalmış içinde... Yollar halı deseni prekast parke taş. Kıyıda, denizi tamamen kapatan baraka benzeri dükkanlar (Hindistan'dan, Çin'den, Afrika'dan gelen hatıra eşyalar satıyorlar), oteller, korsan kitap satan kitapçılar, ölçeği kaçmış kafeler; karma bir müzikte denize sırtını vermiş, omuzlar yapışık, yan yana halay çekiyorlar. Yazlıkçıların katıldığı bir köy düğünü…
Orayı geçiyor, köşedeki iki otel ile devasa ölçekli yeni bir otel kompleksi ve niteliksiz binaların merkeze dönüştürdüğü bir yere geliyoruz. Trafik ışıklarıyla kesilen transit yolda karşıdan karşıya geçen yazlıkçılar, İstanbul'un kaotik sayfiyelerini anımsatan can sıkıcı bir kare daha çiziyor. Kıyıda ne var diye baktığımızda, su kaydıraklı bir tesis inşaatı ve halı mağazasına dönüştürülen eski zeytinyağı fabrikasının arasındaki toprak zeminli otoparkı görüyoruz. Bir yanda iskele ve balıkçı motorları, diğer yanda lokanta ve kahvelerin sıralandığı hüzünlü bir rıhtım uzanıyor. Dükkân dizisi, silindirik bacalı yatay ince uzun yapısıyla çürümeye terk edilen eski zeytinyağı fabrikası, bu hüznü artırıyor. Bölgedeki zeytincilik potansiyelini gösteren yapının duvarına eklenen parazit satış birimlerinde ucuzluk var: "Ne alırsan 1 TL!"... Dağdaki zeytinliğin içine kazınmış bir yapı dikkat çekiyor. Bütün körfeze tepeden ve cepheden bakan, ulaşmak için özel bir yol açılmış olan ve hiçbir özelliği bulunmayan bu yapı, saçkıran olmuş bir kafada beliren yara gibi öylece duruyor. Nasıl bir ayrıcalıktır anlamak zor. Belli ki zeytinliğin yapılaşması için atılan ilk adım. Önümüzdeki yıllarda kesinlikle etrafına yeni komşular gelecektir.
Bir köy tabelası görüyoruz. Köy; ne güzeldir şimdi. Gölgeli sokakları vardır, bir de kahvesi, çeşmesi... Hadi gidelim! Dar ve bozuk bir yoldan kıvrılarak tepeye çıkıyoruz. Tek bir geleneksel yapı kalmamış. Betonarme derme çatma yapılar ve çanak antenlerden kaçarcasına kendimizi tekrar anayola atıyoruz.
>>>>>