LIVENARCH IV Kongresi'nden Öngörüler, İzlenimler, Değerlendirmeler

Şengül Öymen GÜR* / 28 Temmuz 2009
Sosyal yapıların modern dünyayla uyum sağlayamamaları halinde ortaya çıkan bozulmayla başa çıkmak için, geleceğe yönelik bazı yeniden yapılanma alternatifleri var mıdır? Varsa farklı karar aşamalarında ve mimarlığın içkin boyutları bağlamında bunlar ne anlamlara gelebilir?

Yaşanabilir Çevreler ve Mimarlık [LIVable ENvironments and ARCHitecture] IV. Uluslararası Kongresi 9–11 Temmuz 2009 tarihinde KTÜ Mimarlık Fakültesi tarafından Trabzon'da Osman Turan Kongre Merkezi'nde gerçekleştirildi. Konferansın ana teması, MİMARLIKTA YAPILAR, YENİDEN YAPILANMALAR VE YAPI BOZUMLAR [(RE/DE) Constructions in Architecture] olarak belirlenmişti.

Küreselleşme süreçleri ve bunun mimarlık disiplinine etkileri daha 2007'deki LIVENARCH III konferansında oldukça başarılı biçimde tartışılmıştı. Bu tartışmalar doğrultusunda LIVENARCH IV'ün bir kısım davetli konuşmacıları ve başkanı bu kez rastgele dönüşümlerle ve bu dönüşümlerin içerdiği kentsel ve mimari değişimlerle risk altına giren geleneksel sosyal yapıların tartışılmasına karar verdi.

Sosyal ve fiziksel yapıların zaman içindeki değişim ve dönüşümleri kaçınılmazdır. Eğer toplumsal amaç ve hedefler doğrultusunda önlemler alınmazsa sanat, mimari ve bütün kültürel, sosyal ve biyolojik çevre istenmeyen bir geleceğe doğru akabilir. Şayet sosyal yapılar modern dünyayla uyum sağlayamazsa parçalanırlar ve izleyen evrelerde toplumları her şeye karşın ayakta tutabilen tüm yapılar bozulabilir. Bozulmayla başa çıkmakta geleceğe yönelik bazı yeniden yapılanma alternatifleri var mıdır? Varsa farklı karar aşamalarında ve mimarlığın içkin boyutları bağlamında bunlar ne anlamlara gelebilir?

Bu soruların ve olası yanıtlarının sosyal ve fiziksel yapılar başlıkları altında tartışılacağı bir forum olması hedeflen LIVENARCH-IV mimarideki yapı, yeniden yapılanma ve yapıbozum kavramlarının ele alındığı ve çok çeşitli sosyal, kültürel, kuramsal, eğitsel yapılanmaların tartışıldığı bir ortam oldu. Kongreden beklenen büyük dönüşümlerin hangi kuramsal ve uygulamalı alanlarda ne biçimlerde yaşandığının saptanması, eleştirilmesi ve ne yönde gelişmelerinin doğru sayılabileceğinin ortaya konmasıydı.



Kongreden;

1.Toplumsal ve bireysel yapıların kuramsal temellerinin gözden geçirilmesi, mimarlık için taşıdıkları anlamın irdelenmesi ve mimarlık için felsefi, etik ve sosyal önerilerin ortaya konması,

2.Mimarlık tarihi ve kuramında önemini kaybeden Modern kanonların yerine gelmekte olan yeni tavırlar ve bunların meşruiyetleri ve etik haklılıklarının tartışılması,

3.Mimari tasarım yöntemleri ve araçlarında yaşanan değişimlerin tanıtılması, eğitimde uygulama bulan tavırlar ve önerilerin sergilenerek tartışmaya açılması,

4. Mesleki örgütlenmelerde yaşanan veya yaşanması beklenen yapısal değişimlerin masaya yatırılması,

5.Doğrudan mimarinin yapı, yapım ve teknolojisiyle ilgili gelişmeler, bunların sosyal, ekonomik ve ekolojik sonuçlarının belirlenmesi,

6. Kentsel ve mimari uygulamalar ve restorasyonlarda karşılaşılan iletişim, teknik ve her türlü sorun alanının gerektirdiği zihinsel yönlenme ihtiyacının ortaya konması beklendi.

Bu arada en düşündürücü olan soru "Çözümleme ve Yeniden Yapılanma" mimarlığın ebedi bir içkinliği mi sayılmalıdır sorusu oldu. Çünkü mimarlık her dönemin koşullarını içselleştirerek kendi disiplini çerçevesinde yeni koşullara ayak uydurmuş ve kendini sürekli yenilemiştir. Ancak bu gün durum çeşitli nedenlerle biraz daha kritiktir. Eleştiri ciddi bir sorumluluktur.

Aslında eleştiri mimarlıkta gecikmiş bir olgudur. Hegel ve Marx'a atfedilen Eleştirel Kuram hem genel eleştiri edebiyatında hem de mimarlıkta bir dönüm noktası olmuştur.

Eleştirel Kuramın kurgulanmasını önceleyen yıllarda Ruskin ve Violette-Le-duc'ün söylemleriyle örneklenen Romantik Eleştiri Mimarlık Eleştirisinde Modern Dönemin yolunu açmıştır. Erken 19.yy'ın romantik-sübjektif yargıları her ne kadar objektif ölçütlerden yoksun olsalar da bina tarzları-stilleri üzerinde tartışma başlatarak mimarlık kamuoyuna bazı şeylerin tartışılabilir olduğunu göstermiştir.

Daha sonra Pozitivizm ile özdeşleştirilen Modernleşme kendine nirengi olarak bilimsel ölçütleri aldı. Modern Mimarinin öncüleri tarafından öne sürülen kurallar yarı-nesnel kanonlara dönüştüler ve böylece mimarlıkta eleştiri bilimlerdekini andıran bir "değerlendirme modeli" olarak gelişti. 60'lı yılların başında bu çabalar mimari tasarıma "saydam kutu" yaklaşımlarının ortaya çıkmasıyla taçlandı.

Ama ortaya çıkar çıkmaz mimari arenada bir karışıklığa neden oldu. O tarihlerin önde gelen mimarları metodolojik yaklaşımın yaratıcılıklarını engelleyeceğini öne sürdüler. Diğer yandan antropologlar, toplumbilimciler, psikologlar ortaya çıkmakta olan yöntemin mantığının insan davranışını, toplum belleğini ve anlamını yorumlamaktan uzak olduğunu öne sürdüler.

20'ler ve 30'ların konut ürünleri mekanik üretim sistemleri sonucunda çok insanı konutlandırmıştı ama üretim biçiminden dolayı yaşanabilir çevreler üretmekte başarısız olmuştu. Rakamlara gösterilen ilgi niteliğe gösterilmesi gereken ilginin çok önüne geçmişti. Kültürel farklar görmezden gelinmiş, evrensel insan olgusu işlenmişti.

Bruno Latour Modern durumu baskın bir ikilem olarak görür: " Düne ait fikirler birbiri ardına yetersiz ve bilim-dışı şeyler olarak algılanıyordu… Sosyal gereksinme ile doğayı, anlam ve mekanizmayı, gösterge ve nesneleri bilim-öncesi yollarla katıp karan eski zamanların esrarengiz yöntemleri materyal nedenselliği insan düşlemlerinden kesin bir biçimde ayıran pırıl pırıl bir yeni güne merhaba diyordu" (We Have Never Been Modern, 1993; s. 35).

Eleştirel kuramı iyileştirmek için bazı yeni Marksistler Dilbilim ve Anlam kuramlarından destek almak şeklinde çaba gösterdiler. Bunu izleyen Radikal ve Pragmatik eleştiri de bilim ve toplumsal politikaları birbirinden ayrı tutu. Gerek doğa kültür ikilemleri ve gerekse bu ikilemlerle gerçekliğin hibrid yapısı arasındaki ikilemler yine görmezden gelindi. Başka bir deyişle bilim bir türlü insanı ve kültürünü tam olarak kapsayamadı çünkü araçları yetersiz kaldı.

Radikal eleştiri felsefenin kanon ve söylemlerinin altını oydu ve sosyal mitlerin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Yapıbozum felsefesi gerçekliği sorgulamada güvenilir bir yöntem olduğunu kanıtladı ama sorguladığı yapıların yerine yenilerini önermekten kaçındı.

Pragmatik eleştiri bağlamın değerini kabul etti ama eleştirinin önemli bir çekincesinin üstesinden gelemedi. Eleştirmen de bağlamın bir parçası olunca eleştiri ne kadar güvenilir olabilir sorusu havada kaldı. Ama yine de mimarlıkta güvenilir bir düşünme ve sorgulama modeli olarak itibar gördü. Çünkü bir bağlama gönderme yapmadan mimarlıkta hiç bir makul eleştiri yapılamaz. Bağlam mimarlığın içkin bir özelliğidir.

Ama Pazar piyasasının entelektüel alan dâhil her alanı kirletmesi gerçekten nesnel bir eleştiri imkânı korunabilir mi ya da eleştiri için otonom bir alan bulunabilir mi sorularını gündeme getirdi.

Bu gün eleştiri hala modası geçmiş ideolojiler ve modeller üzerinden sürdürülüyor. Oysa klasik eleştiride yer, mesafe ve hız kavramları önemliyken küreselleşme hızı arttırdı, mesafeyi kısalttı ve yeri yozlaştırdı. Kısacası küreselleşme eleştiriyi yeniden gerekli kılan sonuçlar ortaya çıkardı.

Küreselleşmenin toplumlar üzerindeki etkisi çok büyük. Her dünyalı kişi bugün küresel bağımlılık halinin getirdiği imkân ve sınırlamalara tabi hale geldi. Mimarlık da öyle… Çünkü kaynaklar, ürünler ve fikirler dünyanın dört bir köşesinden temin edilir hale geldi. Bu durum güçlü ve zayıf odaklar yarattı. Bu gün ezilen coğrafyalar, toplumlar, etnisiteler, cinsiyetler ve hatta yaş gruplarından söz ediyoruz.

Kentsel peyzajın bozulması ve endüstri atık alanları çok çirkin çevreler ortaya çıkarıyor. Dünya nüfusunun görülmedik artışı ve özellikle kentsel nüfus artışları alt yapı ve destek sistemlerine büyük baskı yaratıyor. 21. yüzyılda gelişmesini tamamlayamamış dünyayı inanılmaz konut açığı bekliyor. Farklılıkların görmezden gelinmesi, fakirin ezilmesi, ekonomik özelleştirmeler ve deregülasyonlar hep mimari sorumluluğumuzu arttıran küreselleşmenin sonucu.

Konu gelişmekte olan ülkeler için daha da önemli gibi görünmekte. Modernleşme ve küreselleşme en çok gelişmekte olan toplumların kentlerini vurdu. Planlama anlayışının yerleşemediği bu ülkelerde kentsel kararlar parasal güce sahip girişimcinin istekleri doğrultusunda alındı. Sadece kimliksiz değil, sağlıksız kentler ortaya çıktı. Yeşil alanlar pahalı yerleşmelere, su kaynakları pistlere, doğal körfezler beş yıldızlı otellere, kıyılar yollara dönüşürken doğa dengesi, kültürün korunması gibi kavramlar eridi gitti. Fosseptikler yollara, oradan denizlere aktı. Teknoloji radyasyonlu direklerini olur olmaz yerlere dikti. Doğal yaşam sürdürülemedi, keneler ölümlere yol açtı. Kürenin zayıf bölgeleri küreselleşmenin mağduru oldu.

Oysa her bir bireyin insan gibi yaşamaya hakkı vardır!

Çeşitli disiplinlerde önlem anlamına gelen kıpırdanmalar var. Ciddi problemler karşısında sistemler kendilerini sorgulayıp yeniden yapılandırmaya mecburdur. İkilemlerimizi ayıklamak, toplumun, bilimin, sanat ve mimarlığın içsel gerçekliklerini derinlemesine anlamak bir zorunluluk haline gelmiştir.

Mimarlıkta buna benzer hareketler çok cılız. Bu kongrede bu gerçeklikle yüzleşerek mimarlığın içkin ve aşkın değerlerinin sorgulanması istendi. Tarih işaret etmektedir ki mimarlığın kendini yeni durumlara ayarlama kapasitesi vardır. Öncülerin yaratıcı sıçramaları yeni mimariler, önceden düşünülmedik mekân biçim ve kavramları üretebilmiştir. Dolayısıyla bu kongrede hangi inançlarımızın gerçeklikle örtüştüğünü hangilerinin yeni durumlara ayak uydurmada bize engel oluşturduğunu ortaya koyabilmek istenmiştir.

Mimarlık imar ve toplumun süre giden ilişkisinden kökünü alan bir meta-yapıdır. Sosyal yapıların ve fiziksel dünyanın zaman içinde değişim ve dönüşümü önlenemez! Ama değişim ve dönüşümler daha iyi bir geleceğe doğru yönlendirilemezse bu sanat, mimarlık, toplumsal, kültürel ve biyolojik yaşam için büyük bir kayıp olur. Sosyal yapılar ve siyaset yeni zorunlulukları idrak edemezse ya da stratejilerine dâhil edemezse toplumun dokusu bozulur ve çürür.

Geleceği tasarlamada ve uygulamada alternatifler nelerdir? Bu alternatiflere ulaşmak için ne yapmalıyız? Mimar nasıl davranmalı? Bu gün hangi kritik soruları sormak ve yanıt aramak zorundayız?

Bu sorgulamaya nereden ve nasıl başlanabilirdi?

Sorgulama ve eleştiriyi bir kalkış noktası olarak kabul ederek çeşitli sosyal ve sosyo-fiziksel rekonstrüksiyonlar önermek bu kongrenin amacı oldu. Umulan şey en azından değişimlerin mimari sonuçlarını veya tersine mimarinin yarattığı değişimlere odaklanmaktı. Bu anlamda kongre zengin tartışma konularına götüren çeşitli yorumlara açıktı.

Şimdi elimdeki katkıları gördükten sonra mimariyi yansıtabilecek en iyi metaforun EVREN olduğunu düşünüyorum. Mimariyi sorgulamak evreni sorgulamak gibi uçsuz bucaksız…

Doğal olarak bu durumda tartışmalar geniş bir alana yayıldı. LIVENARCH IV (yaşanabilir çevreler ve mimari) gerek siyasi kararlar, gerek mimari tarzlar, gerek koruma anlayışları, gerek sürdürebilirlik dediğimiz iklim ve coğrafya ağırlıklı düşüncelere, enerji konusuna yer açılan, bir tartışma ortamı oldu.

Bu tartışmalar sürmedikçe geleceğin mekânı insanî mekân olamayacaktır.

Sonuç sayılabilecek ayrıntılara girmeden önce şunun altını çizmek gerekir ki her şeyden önce entelektüel bir yeniden yapılanma mimarlar için şart gibi görünüyor.

Ayrıntılara gelince; yapılanma kavramını katılımcılar zihinsel, sosyal, ekolojik, sürdürülebilir ve enerji duyarlı yeniden yapılanmalar olarak algıladılar ve alt başlığı buralardan hareketle zenginleştirdiler. Bu da yapılanma kavramının çok zengin açılımlara sahip bir kavram olduğunu gösterdi.

Kuram-toplum-mimari başlığı altına sokulabilecek bildirilerde,

- Yeni mimari malzemelerle ele alınan binalarda eski-yeni bir arada kullanımından doğan estetik karmaşanın iyi bir dengeye getirilmesinin şart olduğu,
- Mimarın tasarımının kendisi için ifade ettiklerinin yanı sıra kullanıcı için ne ifade ettiğinin ön plana çıktığı ve mimarın bunun bilincinde olması gerektiği,
- Doğa analojilerinden esinlenen standart olmayan form çalışmalarının gerçek bio-genesis'ten çok farklı olduğu ve doğayı simule ettikleri iddiasının geçersiz olduğu,
- Post-modern gelişmeler avangart kavramların ortaya çıkmasına, bir yandan kötü uygulamalarla çevrenin bir anarşist yapıya bürünmesine neden olurken diğer yandan yeni mekansal çözümlemelerle zengin mekan hissine yol açtığı,
- Enerji ve ekonomi önlemleri alınmadıkça yükselen Batı tarzlarını taklidin yersiz olduğu,
- Özellikle sirkülasyon alanları çözümünde ölçüt ve uygulamaların çok ve iyi yönde değiştiği, bunu sağlayan esnek-plan tasarımlarının araçlarının neler olduğu,
- Mimarlıkta yapıta farklı ölçeklerden bakmanın yararlılığı,
- Esnek kamusal mekân tasarım ölçütlerinin neler olduğu ve kamusal alan tasarımında kullanıcıya hangi olanakları tanıdığı,
- Mimesisin yaratıcı bir yol, ama kopyanın kötü bir yol olduğu sonuçlarına varılmıştır.

Tarih konusunda ise,

- Kuru "formlar tarihi" yerine ikonolojik derinliğin ve bağlamın altının çizildiği toplum-tarih ikilisini ve belki de ikilemini ortaya koyan yeniden okuma yöntemlerinin keşfedilmesi gerektiği,
- Bu konuda yardımcı metinler ve tekniklere başvurulabileceği; bu yardımcı metinlerin el yazmaları, anılar ve hatta rüya tabirleri bile olabileceği,
- Yöntemlerin GIS teknolojilerinden, harita okuma tekniklerinden, vb uyarlanabileceği gibi, yapıbozum kavramlarıyla da mimarlık tarihinin yeniden okunabileceği,- Mekânsal dönüşümler tarihinin büro, halkevi, çarşılar gibi özel konular bağlamında ele alınabileceği ve böyle durumlarda konuya özgü mekânsal gelişimlerin daha kolay incelenebileceği ve öğretici olabileceği,
- Eski klasik dönem yapılarımızın zengin öğretilerle dolu olduğu ortaya konmuştur.

Çevre-davranış ilişkileri bağlamında,

- İnsanımızın çevre ve mimarlık konusunda halk bilincinin arttırılmasına ciddi gereksinme olduğu,
- Bu bilinci pekiştirme yollarının aranması ve denenmesi gereği,
- Eskinin elverişli ortamlarının fütursuzca yok edilmesinin önlenmesinin şart olduğu,
- "Gate" topluluklarının anlamsızlıkları, komşuluk ünitesi olmaktan çok uzak oldukları ve kentlere getirdikleri artı yüklerin önlenmesi gerektiği,
- Yeni mahalle tasarımlarında eski Osmanlı mahallelerinden alınması gereken derslerin olduğu,
- Toplu konutlarda kullanıcı memnuniyetinin varlığın özüyle de ilgili olduğu; kullanıcı anlamlandırma süreçlerinde idrak, anı ve anlamın çok önemli olduğu,
- Toplumların zengin geleneklerinin bu anlamda incelenmesi gerektiği,
- Tarihi kimlik ve anlamın her zaman tüm kültürel grup ve etnisitelerde aranıp özlendiği, bunlara saygı duyulması gerektiği,
- Sürdürülebilirliğin sosyal ve kültürel boyutlarının ekonomik kaygılardan çok daha önemli olduğu ortaya konmuştur.

Mimarlık eğitiminde,

- Dünya ile mutlaka ilişki içinde olunması gereken bir dönemde bu ilişkilerin araştırma ve ortak stüdyolarla sürdürülmesi gereğinin yanı sıra her topluma özgü çözümlerin olabileceği gerçeğinin tüm eğitimde ve stüdyolarda mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiği,
- Özellikle stüdyolarda bağlamsal özelliklerin evrensel özelliklerden önde tutulması gerektiği sonuçlarına varılmıştır.

Restorasyon uygulamalarının,

- Çok vahim bir durumda seyrettiği,
- Bunun derhal önünün alınması gerektiği,
- Bir yandan tarihçi ve sanat tarihçilerinden destek alınması gerekirken, diğer yandan toplum ve kültür bilimcilerin uzmanlığının araya girmesinin şart olduğu aksi halde restore edilen binaların ruhlarının asla yeniden yaşatılamayacak kadar zarar gördükleri,
- Uygulama düzeyinde özel ustalıkların gerektiği durumlara hazırlıklı olunması babında bu ustaların yetiştirilmesinin şart olduğu,
- Sonuç estetik üzerinde söz sahibi olabilecek, toplumda bu konuda temayüz etmiş insanların olurlarının alınmasını gerektiren düzenlemelerin derhal yapılması gerektiği sonuçlarına varılmıştır.

Enerji ve sürdürülebilirlik bağlamında özellikle davetli konuşmacıların uyarıcı söylemleri doğrultusunda,

- Malzeme israfını önleyecek çözümlerin bilinmesi ve uygulamada bu ölçütün göz önünde bulundurulmasının şart olduğu,
- Fotovoltaik uygulamaların insan sağlığı açısından binalara asla monte edilmemesi gerektiği, bina açık alanlarından ve binalardan ötelenmiş vaziyette yapılmalarına dikkat edilmesi gereği,
- Ancak, bunların yine de en büyük yararı üretici firmalara sağlaması nedeniyle tükenmez doğa kaynaklarına yönelmenin şart olduğu,
- Yeşil çatı uygulamalarının önünün açılmasını sağlayacak imar önlemlerinin alınması gereği,
- Güçlendirilmiş lamine ahşabın aslında ekolojik bir malzeme olduğu, malzemelerin tüm özellikleri anlaşılmadan kullanımına engel getirilmemesi gerektiği,
- Alman enerji şartnamesinin incelenerek ülkemizde uygulamaya konmasının önünün açılması gerektiği sonuçlarına varılmıştır.

* Prof. Dr.


İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :