Periferiden Merkeze Bir İstanbul Yolculuğu

Nazlı ÖDEVCİ / 27 Ekim 2015
"İki Deniz Arası" rotası için sadece kuzeyden güneye bir yürüyüş değil, periferiden şehir merkezine bir İstanbul yolculuğu da denilebilir. Bu sıradışı rotanın Yarımburgaz Mağarası – Küçükçekmece hattını kat eden Nazlı Ödevci, izlenimlerini, çektiği kareler eşliğinde Mimarizm ile paylaştı.

“Yürümek olağanüstü bir antropolojik etkinliktir çünkü insanda sürekli anlama, dünyanın yapısı içinde yerini bulma, başkalarıyla olan bağını sorgulama kaygısı uyandırır. Yürüyüşçü çoğu zaman dolaştığı yerler üstüne bilgi edinir, amatör bir etnolog gibi bahçe sanatındaki, pencerelerdeki, evlerin mimarisindeki ayrıntıları, mutfağı, insanların konukseverliğini, dillerdeki farklılıkları … inceler.” 
David Le Breton, Yürümeye Övgü, 53

Yürümek doğal bir terapi. En iyi kararlarımı açık havada çıktığım yürüyüşler sırasında veririm, projede bir detayın çözümü yürürken aklıma gelir, kafamı dağıtmak için en iyi gelen şey yürümektir. Ne zaman arabalar bacaklarımızın bize verdiği bu doğal terapiyi bertaraf etti de yürüyüşle alınabilecek keyfi “arabayla gezintiye çıkma”ya çevirdik bilmiyorum ama yeni dünya düzeninin bize dayattığı yaşam biçimine inat yürümek bizi özümüze yaklaştırır. Son birkaç yılda ülkemizde en güzel mesajları yürüyerek bir yerlere ulaşmaya çalışan kitleler vermedi mi? Yürümek en sade ve etkileyici eylemdir, hep de iyi gelir. Mayıs ayının ortalarında katıldığım İki Deniz Arası yürüyüşü de bende benzer duygular uyandırdı.

İki Deniz Arası, Karadeniz ve Marmara Denizi arasında, İstanbul’u kuzeyden güneye yürüyerek katedebileceğiniz bir yürüyüş rotası. Sanatçı Serkan Taycan’ın fikriyle ortaya çıkan bu yürüyüşe isteyen herkes katılabiliyor, açık çağrı olarak duyuruluyor. İki Deniz Arası için sadece kuzeyden güneye bir yürüyüş değil, periferiden şehir merkezine bir İstanbul yolculuğu da denilebilir. Hatta öyle bir yolculuk ki doğaya, kente, dönüşüme, kültüre dair birçok deneyimi aynı anda yaşayabilirsiniz. Rota, Karadeniz’e kıyısı olan Yeniköy’den başlıyor, Marmara Denizi’ne sahili olan Küçükçekmece Menekşe Plajı’nda son buluyor. Toplam uzunluğu 60 kilometre. Bu uzunluk tek günde yürünmesi zor olduğundan her biri yaklaşık 15’şer kilometrelik dört rotaya bölünmüş. Her bir yürüyüş yaklaşık altı saat sürüyor.

Yürüyüşe dair bu bilgileri verdikten sonra biraz kendi deneyimlerimden bahsedeyim. Normalde bir cümlede yan yana gelmesi bile bütün bir ülke coğrafyasını tanımlamaya yetecek kadar çok çeşitlilik bu rota ile görülebiliyor: Eski linyit ocaklarına ait su dolu çukurlar, kuzey ormanlarından güneye inerken manda sürülerini ağırlayan ve yakında havalimanı inşaatı nedeniyle doldurulacak olan göletler, su havzası özelliği taşıyan baraj gölü; olimpiyat stadyumu; otoyollar, viyadükler, köprüler; çöplük üzerine kurulmuş güvenlikli kapalı siteler; tren istasyonları, gümrük, atom araştırma entitütüsü; sahil, plaj ve tüm bunların yanında tarihten kopup gelen arkeolojik sit alanı olan mağaralar! Ben rotanın 4. ayağı olan Yarımburgaz Mağarası – Küçükçekmece hattını yürüdüm. Daha önce arabayla defalarca geçtiğim yolları bu sefer yürüyerek geçmenin deneyimi çok farklıydı. 

İki Deniz Arası rotasının 4. kısmı, Yarımburgaz Mağarası – Küçükçekmece

Yürüyüşümüze Yarımburgaz’da başlar başlamaz “Kanal Manzaralı!” sloganıyla pazarlanan konutlar ve 1. derece sit alanı içerisindeki kayalıklarının tepesine konmuş gecekondular görüyoruz. Nasıl oluyor da buraya bina yapılabiliyor diye sormadan edemiyoruz. TEM otoyolunun altından geçerken güçlendirme çalışmaları nedeniyle rotanın yönünün değiştiğini öğreniyoruz. Bu rota o kadar dinamik ki, her yürüyüşün güzergahı, yapılmakta olan kazı ve inşaatlarla değişebiliyormuş. Aklıma kendi oturduğum site geliyor. Evimin çevresine son sekiz yılda 1 hastane, 2 AVM, 4 yeni site ve 1 futbol stadyumu(!) yapıldı. Büyük bir inşaata dönüşen İstanbul’da rotanın bu dinamik değişimi de haliyle anlaşılır bir durum oluyor. Hatta her yürüyüş bir öncekinden farklı olabiliyor! İşin güzelliği deneyimsel olmasında değil mi?

Yaklaşık bir saat sonra Küçükçekmece Gölü’ne ulaşıyoruz; sazlıklarda güzel tüylü, uzun bacaklı kuşlar dolanıyor. Temiz bir hava var; sessizlik ve oksijen iştahımızı açıyor, açlığımızı gavurdağı salatasıyla dindiriyoruz. 

Arıcılık ve sebzecilik yapan birkaç aileden başka kimsenin yaşamadığı kent bostanından çıkarken yapılı çevrenin yavaş yavaş değiştiğini görüyoruz. Devlet demiryollarının lojmanları, bir mimarın eliden çıktığını tahmin ettiğimiz spor tesisisin naif brüt beton çatısı, başka inşaatlar arasında kaybolmaya yüz tutmuş bir tren istasyonu görüyoruz. Bu hat üzerinde biraz konuşuyoruz: Demiryolu hattı Halkalı’dan 3. köprüye kadar yenileniyor, transfer merkezi olacak Halkalı durağına Anadolu yakasından bağlantı Marmaray üzerinden sağlanacak. Eskinin bu mütevazı istasyonları da yerini yeni binalara bırakacak.

Beton çatı dikkatimizi çekiyor.

“Kentleşme” yürüdükçe ivmeleniyor ve uzaktan katman katman bir şehir görülüyor. Yolun ilerisine varınca bir dört yol ağzındaki yan refüjde durup karşı vadiye bakıyoruz. Halkalı çöplüğü diye bilinen vadide büyük bir yapılaşma var:  Yüksek katlı binalar, sırtlarını bizim ayakta durduğumuz ağaçlı refüje dönmüş, yüzlerini ortada konumlandırılmış bol yüzme havuzlu, bitkisel peyzajlı çakma boğaz manzarasına çevirmiş, binlerce aileye “güvenlikli” bir yaşam vadediyor. Burası bir kapalı site, sunduğu en büyük lükslerden biri ise, klimayla iklimlendirilmiş 41. kattaki dairenizin açılmayan pencerelerinden “boğaz manzarası”na bakıyor olmanız.

Ortada “İstanbul Boğazı” olduğunu kim tahmin edebilir?

İçindeyken fark etmediğim birçok şey, dışarıdan bakarken daha net analiz yapmama vesile oluyor. Kuzenimin yaşadığı Ataşehir’deki kapalı ve güvenlikli siteye gidip gelirken sorun olmuyor da gettodayken mi bu siteler için tehlikeli oluyorum? Kapalı sitelerin sunduğu yaşam vaadinde, otoparktan servisle alınan çocuklar okullarına bırakılıyor, akşam yine sitenin güvenliğinden geçip evlerine dönüyorlar; alışveriş için asansör ile AVM’ye iniyor, oyun parklarında kendi sosyo-kültürel çevresinden ailelerin çocuklarıyla oynuyorlar, tabi evde iPad’leriyle oynamıyorlarsa. Toplumun farklı kesimlerinden insanlarla karşılaşma riski sıfırlanmış çocuklar, büyüdükçe çevrelerine yabancılaşıyor. Güvenlikli siteler bizi bir tehlikeden mi koruyor? “Güven” satılabilir bir pazarlama öğesi midir? Bu soruları kendimize soruyor ve yola devam ediyoruz. 

Kapalı siteler ve otoyollar içimi bunaltmışken aniden Küçükçekmece’nin içinde yeşil bir parka giriyor ve kendimizi hafta sonu piknik yapmaya çıkmış yüzlerce insanın içinde buluveriyoruz. Bizim yürüyüş bir akşam gezintisine dönüşüyor. Etraf tam bir cümbüş, müthiş bir kalabalık var! Piknik yapanlar, uzananlar, bir aşağı bir yukarı yürüyen gençler... Biz de gevşiyor, yürüyüşümüzün 6. saatine girerken ağrıyan tabanlarımızı yeşil çimlere uzanarak dinlendiriyoruz. 

Devam ettiğimizde dokuz katlı bina yüksekliğinde bir “satış ofisi” görüyoruz. Satış ofisinin boyutlarına bakılırsa epey yüksek bir yapı inşa edilecek. Bizim grubu hayretler içinde bırakan bu tabelasız satış ofisi, yürüyüş yapan keyifli halkın dikkatini pek çekmiyor gibi, oysa yakın gelecekte sahile çok yakın bir noktada bir gökdelen, etrafındaki makul dokuya aldırmadan Jack’in Fasulye Sırığı gibi yükseliverecek.

Yürüyüş, Menekşe Plajı’nda sonlanıyor. Sahile vardığımız noktada penceresiz dev bir bina var. Ben onu karaya vurmuş bir mavi balinaya benzetiyorum; siyah dev bir kütle! Binanın ne işlevle oraya kondurulduğunu söylemeyelim ki, yürüyüşe katılıp kendiniz keşfedin.

Yürüyüşün sonunda iştahla yenecek bir yemek, derin bir uyku ve güzel anılar varsa yürüyüşçünün keyfine diyecek yoktur. Bedenle arşınlanmış her yol gibi İki Deniz Arası rotası da hiçbir “arabayla gezinti”den alamayacağınız türde deneyimleri size yaşatıyor. 

Rotanın bitiş çizgisi: Marmara Denizi

Yol tavsiyesi:
Yürüyeceğiniz rotanın başlangıç noktasına elbette arabayla da gidebilirsiniz ama bizim yaptığımız gibi toplu taşımayı kullanarak varmanızı tavsiye ederim. Benim yürüdüğüm rotaya ulaşmak isterseniz Mecidiyeköy’den metrobüse binip Yenibosna durağında inebilir, 36AY Arnavutköy-Yenibosna Metro otobüs hattını kullanarak Yarımburgaz Mağarası’nda inebilirsiniz. Dilerseniz İETT’nin henüz beta sürümünde olan Nasıl Giderim uygulamasıyla inmek istediğiniz bölgeyi yazarak gideceğiniz yere ulaşım hatlarını bulabilirsiniz.

Okuma tavsiyesi: 
İki Deniz Arası Haritası
Yürümeye Övgü, David Le Breton

"İki Deniz Arası" hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


İlişkili Haberler
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :