UIA Neden Torino'da Yapılmamalıydı?

İpek YADA AKPINAR / 10 Ekim 2008
İpek Yada Akpınar'ın metni, gecikmiş bir UIA konferansı yazısı olacakken, endüstri-sonrası dönemin travmasını yaşayan Torino kenti deneyimi, sosyal-ekonomik geçiş dönemi için üretilen mimari-kentsel projeler kapsamında farklı noktalara kayıyor.

Kentliye ve ziyaretçiye, "TORİNO: 2011" kapsamındaki sosyal, ekonomik ve mekansal değişimi sistematik biçimde aktaracak çeşitli ara yüzler / kamusal karşılaşma noktaları oluşturulmuş. Böylece, tutucu kentli, hem bilgilendiriliyor; hem de 21.yüzyıla dönük yeni mekansal imgelere alıştırılıyor. Bu bilgilendirme sürecinde, 19.yüzyıldan kalma tren atölyesi (kısa adıyla OGR), günümüzde "To11" adını taşıyan ve kentin 2011'deki yüzünü görselleştirecek, fizikselleştirecek projelerin sergisini ağırlamakta. Özel gece turları ve şovları ile desteklenen sergi, olağanüstü bir organizasyon. Önce sergideki projeleri kavramaya, ardından ya henüz bitmiş ya da şantiyesi devam eden projeleri gezdik. Mimari turumuz, Torino Mimarlık Fakültesi'nden yeni mezun olmuş tutucu/elitist genç meslektaşımız eşliğinde zor oldu; mimarlık ve kentsel dönüşüm projelerini, diğer bir deyişle kentin geleceğini, tutucu yorumlar eşliğinde okumak kafa karıştırıcı. Tüm kent şantiyeye dönüşmüş durumda: yer altı metro inşaatı ve yer üstü kentsel dönüşüm projeleri, karma kullanımlı çok uluslu merkez inşaatları her an her noktada karşınıza çıkmakta... Bir yandan, yeni projelere, göçmen mahallerini dönüştüreceği, suç oranını düşüreceği için hevesle yaklaşıyorlar; öte yanda, geniş ölçekli ve yüksek yapılaşmanın (özellikle Renzo Piano'nun gökdelen projesi), kentin tarihsel imgelerini gölgeleyeceğini, "kentin yeni imgelere gereksinim duymadığını" düşünüyorlar (Aslında Piano'un gökdeleni kapsamında yapılan tartışmanın aynısı, 19.yüzyılda, sinagog projesi önerildiğinde de yapılmış: Avrupa'nın en büyük sinagogu olması amaçlanan 19.yüzyıl kule binasının, maddi olanaksızlıklar içinde zamanla ‘sinema müzesi'ne dönüşümü olağanüstü mimarlık serüveni... Kentli, acaba bu simgenin de kurgu olduğunu acaba fark ediyor mu?) 150 yıl önceki tartışmaları yeniden yapmaları bana sürekli Türkiye'yi anımsattı...

Eski kente gelince, Barok kent planlamasının en önemli örneklerinden olan Torino, olağanüstü genişlikteki emperyal yol eksenleri, devasa meydanları, yani faşistik kent imgeleri ile bezeli... Bu görkem, günümüzde, insanı ezici hal alıyor. Geleneksel kentin, dar, gölgeli sokaklarında kaybolmayı göze alırsanız, esnafın, yerel zanaatkarların yok olmakta olduğunu; yerlerini hızla Starbucks, Gloria Jeans, Benetton ve benzeri mağaza zincirlerine bıraktıklarını gözleyebilirsiniz. Merkez Torino'yu betimleyen özellikler, endüstri sonrası işsizliğin artışı, kepenklerin kapanışı, küresel markaların istilası, işsiz işçi sınıfı ve işsiz zanaatkarlar olarak sayılabilir... 1980'lerin Beyoğlu esnafını anımsatan dükkan sahiplerinin sayısı giderek azalmakta. Hızla dönüşen kentte, yerel zanaatkarlar ve işçi sınıfı ne yapacak? Ne tür iş kollarına yönelebilecekler? Kentin çöküntü bölgelerinde yaşayan insanlar, soylulaştırma projeleri ile giderek yükselen kiraları nasıl karşılayacak? Çevrelerini sarmalayan üst gelir grubunun yaşam biçimiyle ve tüketim kültürüyle nasıl başa çıkabilecekler? Nereye gidecekler? Nereye kaçacaklar?

İşte tam da bu kritik soruları sorarken, aslında kentin en önemli sorununu olan ‘ırkçılık' ile yüzleşiyoruz. Günümüzde, ayrımcılık, soylulaştırma ve kökeni çok gerilere uzanan ırkçılık, Torino kentinin en kritik konularından... Ön sunuda belirttiğim gibi, Torino'da, dışardan gelene, ne turiste, ne yabancı ziyaretçiye -hele ki derisi koyu renkli göçmene - asla tahammül ve hoşgörü yok... Sosyo-ekonomik nedenleri ne olursa olsun, yerel halkın çok daha sistematik biçimde ayrımcılığa karşı bilinçlendirilmesi gerekmekte... Torino'daki ‘tepkisiz, ırkçı, ayrımcı, yabancı düşmanı' davranışın kökenlerini, endüstrileşmenin parlak yıllarında çok göç alan kentin, endüstrileşme-sonrası huzursuz döneminde aramak gerek... Bu kapsamda da, asıl büyük resme, İtalya geneline ve merkez yönetime göz atmak gerek: Balkanlar ve Afrika'dan son dönemde gelen göçün oranı, güvensiz ve durgun emek piyasasıyla, önceden ilerici ve anti-faşist olan kültürün çöküşü, bireyci korku atmsoferini yaratmakta. Bu kapsamda, Başbakan Silvio Berlusconi'nin yeni sağcı yönetimi, ülkedeki yaklaşık 150,000 Roman'ın tamamını kayıt almaya çalışırken, Kuzey Ligi'in önde gelen politikacıları, çocuklar dahil tüm Romanların parmak izlerinin alınmasının, dilenciliği önlemek ve gerekirse çocukları ailelerinden uzaklaştırmak için gerekli olduğunda ısrarlı. Tabii asıl hedef, 700 Roman kampının kapatılması (Seumas Milne, The Guardian, 10.07.2008). Kalabalık göçmen nüfusu insani koşullarda barındırmak, göçmen işçilerin sömürülmesinin önlenmesi merkezi ve yerel yönetimin ajandasının asıl parçası değil. Yönetimin, yeterli konut ve iş yaratması konusunda uzlaşı varsa da, kentsel dönüşüm projeleriyle soylulaştırmanın önü açılmış durumda. Aslında net istatiksel verilerle ispatlanmayan, kent hurafelerinde abartılı biçimde yer alarak, göçmen/roman/rengi koyu olanca yapıldığı öne sürülen suçu önlemek için, Ağustos'ta askerini garnizondan çıkartan hükümet, bir yandan kentli ile askeri karşı karşıya getirmekte; öte yandan, göçmenleri potansiyel suçlu olarak görüp, onlara karşı ayrımcı politika izlemekte. Bu kritik çerçevede, az sayıda da olsa, sivil toplum kuruluşlarının "ırkçılık" karşıtı posterleri, Beyoğlu'na benzer kamusal mekanlardaki camlarda yer alsa da, sayıları ve kapsadıkları coğrafi alan olarak kısıtlar... Verilen sosyal mesajın, bırakın hedef kitlelere ulaşabildiğinden, görünür bile olabildiğinden şüpheliyim... İşte tam da bu noktada, UIA Kongresi sırasında, misafir delegasyonlara yardım etmeyen organizasyon ekiplerini, hep bu yabancıya mesafeli duran tavır içinde ele almak gerek... Hadi, diyelim ki yazının ikinci bölümünde ele alınacak UIA'daki kötü organizasyon anlaşılabilir, affedilebilir.. ama kentlinize karşı, misafirinize karşı ‘ırkçılığa' boşveremezsiniz... Yerel sivil toplum örgütlerinin gökkuşağı fonları üzerine yazdıkları ‘IRKÇILIĞI DURDURUN' (stop racism) sloganını yeniden irdelemek, tekrar tekrar tartışmak ve hep gündemde tutmak gerek... Diğer bir deyişle, Torino'daki yeni kentsel dönüşüm projeleri, ayrımcılık, soylulaştırma ve ırkçılık politikaları konusundan ayrı ele alınamaz. Torino'yu dünya haritasında önemli mekansal koordinat haline dönüştürme düşünde ve ajandasında, kentsel ve mimari projeler, aslında göçmen işçi sınıfına karşı ayırımı ve ırkçı tutumu sorgulamak için önemli araç olabilirler.

İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :