UIA Neden Torino'da Yapılmamalıydı?

İpek YADA AKPINAR / 10 Ekim 2008
İpek Yada Akpınar'ın metni, gecikmiş bir UIA konferansı yazısı olacakken, endüstri-sonrası dönemin travmasını yaşayan Torino kenti deneyimi, sosyal-ekonomik geçiş dönemi için üretilen mimari-kentsel projeler kapsamında farklı noktalara kayıyor.
Gerek Massimiliano Fuksas, gerekse Peter Eisenmann, genç mimar adaylarına seslendiler. Fuksas, "gençler, yeni fikirleri deneyin, risk alın inşa edin", "ama dikkat edin, İtalya'da inşa edenleri avlıyorlar" diyerek, "meslek için tutku sahibi olmanın, kenti, bağlamı göstermenin, kenti göstermenin" önemini vurguladı. Eisenmann ise (ya da kendisini sunduğu gibi, nam-ı değer L'enfant terrible/mimarlığın korkunç çocuğu...) gençliğe ve geleceğe mesajlarında Modern Mimarinin, en azından ahlaki konumu olduğunu vurguladı. Günümüzde ise yeni bir entelektüel paradigma olmadan mimarın rolü ne olabilir ki sorusunu gündeme taşıdı. "Dünya nereye gidiyor? Biz neredeyiz? Ne yapıyoruz?" sorularını sormak, bu soruları sorabilmek için de biraz duralamak ve düşünmek gerektiğini vurguladı... "DIGITAL FORM yeni bir paradigma değildir", "GARP CEPHESİNDE YENİ HİÇBİRŞEY YOK!" manifestolarını sıkça tekrarlayan Eisenmann, yeni konumun olasılıkları üzerine düşünmek, yeni buluş olasılıkları üzerine düşünmek gerektiğini söyledi. "Karmaşıklık" olarak betimlenen durumun aslında yeni bir olgu olmadığını, en a-tipik biçimlere imza atan Zaha'nın bile geçmişten, tarihten, kültürden deneyimlendiğini; bu kapsamda, nerede durduğunu, nerden geldiğini çok iyi bilip, yarına ait bir şeyleri üretebildiğini vurguladı. Geçmişten hep beslenmek gerektiğinin altını çizerek en son çalışmasını sundu. Hayatının ve meslek hayatının sonunda olduğunu vurgulayan Eisenmann'ın öğrencilerce kucaklanması, (aslında Pop-icon // arch-icon'luktan halk arasına inme olarak da okunabilir) görkemli bir şölendi. Sonraki oturumda yer alan Odile Decq ve Marcus Novak ise, dijital dünyanın gerçek bir mimari platform olabileceğini vurguladılar. Teknoloji ile oynamak aslında kurallarla oynamaktır diyen Decq, İtalya'da sabotajcılar olarak tanındıklarını, zor yapı izni aldıklarını vurguladı. Novak ise, cyber-space, Bienaller ve İstanbul GG sergisi odaklı sunumunda, Eisenmann'a karşı pozisyon aldı. "Öncü olmak/avant-garde olmak için hiçbir zaman geç değildir" ve "her şey değişmek zorunda; mimarlar, bu değişimin parçası olmak zorunda" diyen Novak, günümüz karmaşık toplumunun ve vücut deneyimimizin, yeni, karmaşık, deneysel süreçlerinden beslenmekte olduğunu ve bu süreçlerin yeni kavramlar, yeni yaklaşımlar üretmekte olduğunu aktardı. "Morpho-genesis, "BIOimmanence // BIOnomics," vb kavramlarla aktarılan yeni gerçekliğin, biyoloji, genetik, tıp, çevre, elektronik, bilişim, bilgisayar vb disiplinleri bir araya getirdiğini; böylece sadelik/yalınlıktan, karmaşıklığa uzanan süreç bağlamında, mimarlığın da değişmesi gerektiğini savundu: "Nereye gidecekse, oraya gitsin". Dominique Perrault ise, genç mimar adaylarına iki temel öğüt verdi: "Bağlamla diyalog kurun ve yarışma yapın". Projelerde, "kent ile hareket etmek, kimlik vermek, kimliğe katkıda bulunmak, çevreyle duygusal ilişki kurmak eylemlerinin temelde entelektüel sorgulama süreci ve algılamaya dayandığını vurguladı. Mimar, bugün 6 milyar olan dünya nüfusunun, yarın 9 milyar olacağına işaret ederek, bu süreçte, insanlığın inşa ettiğini, ve hep yine inşa edeceğini yineleyerek, inşa etme sanatının, aslında deneysel süreç olduğunun altını çizdi: "Müteahhitin elinde sadece bir imge var... gelecek için deneysellik üzerinden iş üretmek ise biz mimarlara ait."

Her ne kadar farklı duruşlar sergileseler de, tasarımcı mimarların genç mimar adaylarına mesajlarında ortak payda, Mimarlıktaki deneyselliğin peşinden gitmek, gelecek için, dünün deneyiminden de faydalanarak yeni düşler kurmaktı.

Yoğun UIA kongre programı sırasında, üç çeşit sergi düzenlenmişti. İlki, proje ofisleri, yeni malzeme ve üretimle uğraşan firmalara, sanatçı standlarına ve kitapevlerine yer verilen profesyonel fuar alanıydı. İkinci olarak, resmi fuar alanı içinde, ülke, dernek, vakıf ve benzeri kuruluşların yer aldığı resmi standlar vardı. Bu kapsamda ayrılan devasa mekanı, ülke standları aslında iyi şekilde dolduramamıştı. Bu bağlamda, Mimarlar Odası tarafından düzenlenen Türkiye standı bu boşluğun kritik örneklerindendi. Fuar alanının boşluğu, zayıflığı ile örtüşen stand, İstanbul kentindeki bir dizi kentsel ölçekteki sorunu görselleştirdi. Aslında günümüz Torino'sundaki tartışmalarla örtüşen kritik konu, zayıf görsel ve metinsel söylemi ile, uluslararası mimarlık platformunun dikkatini çekemedi. Ve mimarlık platformunda sözü olmayan bir stand olarak kaldılar. Diğer bir deyişle, ‘Türkiye'nin, İstanbul'un sözü nedir' sorusuna bu stand yanıt getiremedi. Kentsel yaraları sorunsallaştıran görsellik ve metinsel temsiliyet olmamasını aceleye gelmiş diye anlayabilirsiniz. Ama daha vahimi, "kent ile ilgili sizin pozisyonunuz, çözümünüz nedir? Oda olarak sözünüz nedir? Türk Mimarlığı'nın, Türk Mimarlarının, kentin kanser gibi büyüyen sosyal-ekonomik sorunlar ve ayrımcı/soylulaştırma yanlısı kentsel politikalar karşısında duruşu nedir? Ürettiği çözümler nedir?" Bu soruların cevapları, üzücü ama, havada kaldı.

Üçüncü olarak, UIA kongresi sırasında, resmi fuar alanı dışında, kent merkezine yayılan ve UIA'yı kamusal mekanlara taşıyan, yerel halka mimarlığı taşıyan bir dizi sergi gerçekleştirilmiştir. "Bağımsız Ülke Sergileri"nden biri de, Dünya Mimarlık Topluluğu'nun girişimi olan "İSTANBUL: 7 tepe 7 mimar" ismiyle, gerek kentimizi, gerekse mimarlık adına söz söyleyen ve üreten bir grup meslektaşımızı bir araya getiren seçkin organizasyondu. "7 tepe/7 mimar" sergisinin teması, İstanbul'un 2,500 yıllık kültürel tarihinden ve coğrafyasından beslenen yalın ve net bir seçim (ki, geçtiğimiz ay Yedikule ve çevresindeki Marmaray arkeolojik kurtarma kazılarının bulguları, aslında 8,500 yıllık bir kentte yaşadığımızın ispatı!). Ama, yabancı ziyaretçi için, görsel ve metinsel net açıklama olmayışı kafa karıştırıcı. Yine de, sergi ve özellikle yayını, temaya karşı ilk yabancılaşmayı ziyaretçiye unutturmakta. İlk mekandaki Dijital gösteri ve Emre Arolat'ın üzerinde kimse eleştiri yazısı yazmadığı için mimari konferanslarda yakınarak dile getirdiği kitaplarının sergilenmesi tabii ki can alıcı... Şevki Pekin'in yerleştirmesi ve görseller vurucu... Tabanlıoğulları, her zamanki gibi, uluslararası kurum tavırları içinde, net ve profesyonel dijital bir dünya sunmaktalar. Can Çinici, Mehmet Kütükçüoğlu, Han Tümertekin ve Nevzat Sayın'ın duvarlara asılan mimari fotoğrafları, görkemli saray duvarlarında biraz zayıf kalmış... Ayrıca rutubet ile kağıdın kırışması insanı, mimariden çok hataları görmeye itiyor... Sıtkı Kösemen'in fotoğrafları olağanüstü çarpıcı; ama mimari duruşta, bu kadar yarına odaklanan grup içinde, biz, bize karşı oryantalist bakış açısını mı geliştiriyoruz diye düşündüm... Ama bu sergi bir ilk... ilk bir araya geliş... üstelik problemli kente , problemli ülkeden benim de sözüm var diyenleri bir araya getirme, ortak bir söz üretme ve bunu yabancı gözle paylaşma adına vurucu ve cesur bir girişim. Tabii, serginin bence en vurucu ve kalıcı yanı, 19.yüzyıl yayınlarının fasiküllerini anımsatan bir mütevazi zenginliği içinde, bir arada sunan sergi kataloğu... Günümüz Türk Mimarlığı'na bütüncül bir bakış getiren katalog, hem bizler hem de genç mimar adayları için yeni ve olumlu bir kaynak.

Kısaca toparlayacak olursam, İstanbul'dan sonra UIA'ya, Torino'nun ev sahipliği yapması kurumsallaşmış kongre adına şanssızlık oldu. Ama biz İstanbullu mimarların, mimari ve kentsel dönüşüm projeleri üzerinden, kentteki sosyal, ekonomik değişimi ve beraberinde getirdiği sorunları gözlemesi açısından eşsiz bir fırsattı.

İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :