Y. Mimar Zuhal Nakay, çok tartışılan günümüz modern ikonik yapılarıyla ilgili olarak bir kanıya varmadan önce, neden görsel etkileriyle yetinmeyip bu sıra dışı tasarımlarının ardında yatan mimari yaklaşımlarının da bilinmesi gerektiğini dünyaca ünlü bir örnek üzerinden irdeliyor.
Görseller: Gallery Archdaily
(AD Classics: Walt Disney Concert Hall / Gehry Partners)
Baştaki resme baktığınızda, diğer alışılagelmiş gökdelenli kentsel mimarinin ortasında yer alan metal strüktürün uzaydan gelip oraya konduğunu düşünebilirsiniz. Alttaki, yaya bakış açısından çekilen resme baktığınızda ise kendinizi fütüristik bir uzay üstünde hissedebilirsiniz. Ancak mimarlık uğraş veya ilgi alanınıza giriyorsa, bu yapının 23 Ekim 2003’te açılan ve dünyaca ünlü mimarlardan Frank Gehry’nin heykelimsi imzasını taşıyan Walt Disney Konser Salonu (Walt Disney Concert Hall) olduğunu bilirsiniz.
Öncelikle başlıktaki “uzaylı” tanımının bana değil, Doğal Taş Cepheler kitabının yazarlarından Mimar Philipp Meuser’e ait olduğunu belirtmeliyim. Kendisi “Kuram ve Temel Bilgiler” adlı bölümde günümüzdeki cephe tasarımına yönelik olarak, mimarlığın sanatsal evrimden uzaklaşıp kendini tümüyle -bir nevi mimarlığın genetik manipülatörü gibi işleyen- bilgisayarın dijital tasarım gücüne teslim etmesi durumunda, biçimdeki bozulmanın durdurulamaz olacağını dile getiriyor. Kusursuz bir dijital ürün olarak mimarlığın sanatsal biçiminin aşırı derece stilize edilmesi ve sadece kendine odaklanması onu biçimi bozulmadan geliştirilemeyecek ve dönüştürülemeyecek katı bir tasarım haline getirdiğini; bu nedenle inşa edildiği fiziksel çevreye yabancı (“Alien”) olan bu tür tasarımların aykırı görünümünün onların her zaman yabancı bir öğe olarak kalmalarına neden olacağını belirtiyor.
Aslında bir yönüyle doğru bir saptama ve özellikle doğal taş ile tasarlanan cephelerde pek rastlanılmayan bir durum. Söz konusu Walt Disney Konser Salonu ise gerçekten de mevcut yapısal çevrede son derece aykırı duruyor ve yabancı, adeta “uzaylı” bir öğe olarak öne çıkıyor. Diğer yandan ise tekdüze, dikdörtgen gökdelenlerin arasında yuvarlak ve parlak hatlarıyla son derece estetik bir tezat oluşturuyor. Onları “yutmuyor”, tam tersine “tamamlıyor”. Mevcut fiziksel çevreyi, görsel bir odak oluşturarak “zenginleştiriyor”.
Peki, bunu nasıl başarıyor?
Bu sorunun cevabı için binanın oluşum ve tasarım sürecine daha yakından bakmak gerekiyor. Archdaily’de yer alan ve bu sıra dışı yapının onuncu yıldönümü için hazırlanan makale bu açıdan çok değerli bilgiler sunuyor. Konser salonunun yapımı, 1987’de merhum kocası Walt için 50 milyon bağışta bulunan Lilian Disney’in girişimiyle gerçekleşiyor. Ertesi yıl düzenlenen mimari proje yarışmasında Frank Gehry’nin tasarımı birçok aday arasında birinci seçiliyor. Tasarımının büyük ölçüde kamuya yönelik olması ve dış alanların büyük bir kısmında açık bahçelere yer vermesi bunda etkili oluyor.
Başlamasından birkaç yıl sonra siyasi ve yönetimsel engeller 1994’te projeyi durdurma noktasına getirsede basın ve bağış toplama kampanyasıyla iki yıl sonra çalışmalara devam ediliyor. 23 Ekim 2003’te tamamlanan Walt Disney Konser Salonu, o zamandan beri Los Angeles Filarmoni Orkestrası'na ev sahipliği yapıyor ve mükemmel akustiği olduğu kadar kendine özgü mimarisiyle de büyük beğeni topluyor.
Konser salonu, orkestra ile izleyicilerinin ortaklaşa yer aldığı tek bir hacim olarak tasarlanmış. Alışılmışın dışında sahnenin her iki yanında da yer alan koltuklar, sanatçıların notlarının kısmen uzaktan görülebilmesini de mümkün kılıyor. Los Angeles Filarmoni Orkestrası'nın eski direktörü locaların ve balkonların izleyiciler arasında bir nevi sosyal hiyerarşi oluşturduğunu düşündüğünden, tasarımda mekânsal ayrışmanın en aza indirgenmesi hedeflenmiş. Bu nedenle yanlardaki eğrisel düzlemli douglas göknarlarından oluşan ve görsel engel yaratmayan seyirci bölümleri, toplam 2.265 kişilik salondaki tek sınırlandırmalardır. Tüm alan çelik çatı konstrüksiyonu ile geçildiğinden iç mekânda kolon bulunmamaktadır. Sahnenin arkasında yükselen org, neredeyse tavana kadar uzanan 6.134 kıvrımlı borudan oluşan buket şeklinde tasarlanmıştır. Bu sanat eseri, Gehry ile Los Angeleslı org tasarımcısı Manuel J. Rosales’in işbirliğinin eşsiz ürünüdür.
Gehry ayrıca akustik danışman Yasuhisa Toyota ile birlikte çalışarak salonun ses yansımasını hem mekânsal olarak hem de malzeme açısından geliştirmiştir. Akustiği test etmek için, her bir koltukta model izleyici yer alacak şekilde, oditoryumun 1:10 ölçekli modeli oluşturulmuş. Dalga boyunu on kat azaltabilmek adına mekândaki ses frekansının yükseltilmesi dahil, tüm elemanların aynı şekilde ölçeklendirilmesi gerekmiş. Bunun sonucunda ortaya çıkan tasarımda, konser salonunun izleyici bölmeleriyle birlikte kavisli, dalgalı tavanı da akustik sistemin parçası olarak işlev görmekte ve aynı zamanda cephenin heykelimsi diline de ince bir gönderme yapmaktadır.
Bahçe Düzlemi Planı
Cephenin dalgalı ve açılı formlardan oluşan kompozisyonu müzikal hareketi kadar Los Angeles’ın devinimini de çağrıştırmaktadır. Gehry’ye has karakteristik süreçte tasarım kâğıt modeller ve eskizler aracılığıyla geliştirilmiş. Planın aynı zamanda yapının dış mekânlara ve dolaysıyla kamu kullanımına ne denli açık olduğunu gösterdiğini de düşünüyorum.
Tasarımın özgün eğriliği, binanın kuzey tarafında yer alan 17 derece öne eğik kutu kolonlar dahil, son derece spesifik bir çelik strüktür gerektirmiş. Ön salondaki ışıklık ziyaretçilere bu çelik iskeleti görme imkânı sunarken, bahçeye çıkan merdiven de taşıyıcı strüktürü izlemelerini mümkün kılıyor.
Yansıtıcı paslanmaz çelik yüzey, ışığı mimari bir araç olarak kullanıyor. Cephedeki her bir panel ve kavis gün ışığında daha da öne çıkarken, hava karardıktan sonra da kentin renklerine bürünüyor.
Başlangıçta binanın taşla kaplanması öngörülmüş, ancak konser salonunun titanyum kaplı kuzeni olan Guggenheim Müzesi Bilbao’nun tamamlanmasının ardından daha şekillenebilir bir malzeme seçilmiş. İnce metal paneller daha cüretkâr eğriliklere izin veriyor ve yapısal olarak zeminden ayrıştırılabiliyor. Metalik formlar asimetrik bir cam bandın üzerinden adeta havada süzülüyor gibi duruyor. Aralarında oluşan cam yarıklar ise lobinin ve ön salonun ışık almasını sağlayarak genelde opak olan cephede büyük bir giriş algısı oluşturuyor.
Makalede belirtildiği üzere, salonu planlama komitesi bu projeyi Los Angeles'ın şehir merkezinin canlandırılmasında katalizör görevi görmesi amacıyla kamuya açık tesis olarak öngörmüş. Bazı eleştirmenler, çevredeki gayrimenkullerde değer artışı görülürken, şehrin merkezinde kültürel açıdan çok az bir değişiklik kaydedildiğini öne sürerek bu yerleşim stratejisinin etkinliğini sorguluyor. Bölgedeki değişimin devam etmesi, caddenin karşısında yer alan Diller Scofidio + Renfro tasarımı Broad Müzesi ve bitişiğindeki bölgeyi Gehry’nin de katkılarıyla geliştirme çabalarının bu durumu değiştirebileceği, ancak konser salonunun en alt seviyesinin yaklaşık 38 metre altından geçmesi planlanan yeni bir metronun, uluslararası alanda tanınan performans alanının akustiğini bozabileceği dile getirilmiş. Anladığım kadarıyla aradan geçen zaman içerisinde bir metro hattı inşa edilmiş, ancak konser salonuna yürüme uzaklığında olduğu belirtiliyor. Akustik kaygıları da gözeten bir planlama yapılmış gibi.
Sonuç olarak, Walt Disney Konser Salonu halen sevilen ve ziyaret edilen bir sanat merkezi. Bu bağlamda şehir merkezlerine simgesel değer kazandıran böylesi büyük kütleli yapılara “uzaylı” olarak tanımlanabilecek aykırı, gösterişli biçimselliğin yakıştığını düşünenlerdenim. Tabii ki Frank Gehry gibi usta ellerden çıkması kaydıyla. Ayrıca uzay çağına girmiş bulunduğumuzdan, geçmişteki büyük ustalardan Otto Wagner’in sözleri de her zamankinden daha çok geçerli gibi: “Her yapı biçimi bir konstrüksiyonun ürünüdür ve zamanla sanatsal bir biçime dönüşmektedir. Bu nedenle yeni işlevlerin ve yeni konstrüksiyonların yeni biçimleri doğurması kaçınılmazdır.”
Diğer yandan, yazının başına gönderme yaparak, doğal taş ile de -mevcut tarihi yapılarla uyumlu- son derece heykelsi tasarımların mümkün olduğunu Doğal Taş Cepheler kitabında yer alan Dela Frères Şarap İmalathanesi örneği üzerinden ayrıca hatırlatmak isterim.
Görseller: Doğal Taş Cepheler
Ancak hangi yaklaşım, yöntem ve malzeme ile olursa olsun, dünyaca tanınmış metropollerde inşa edilen dünyaca tanınmış mimarların eserleri her daim çok ses getiriyor ve ilgili kentin cazibesini artırıyor. En son ödüle doymak bilmeyen İstanbul Modern örneğinde görüldüğü üzere.
Görsel: Gallery Archdaily
(Istanbul Modern Museum / Renzo Piano Building Workshop + Arup)
İlgili makaleler:
AD Classics: Walt Disney Concert Hall / Gehry Partners
Doğal Taş Cepheler - Planlama İlkeleri – Projeler ve Yapılar