Kalebodur'la Mimarlar Konuşuyor’da, İzmir mimarisi ve İstanbul firmalarının son dönemde kentin mimarı yapısına olan etkilerinin konuşulduğu söyleşide, İzmir Serbest Mimarlar Derneği Başkanı Hüseyin Egeli, İzmir'deki yerel mimarinin karakteristik özelliklerini, kentte yoğun göç sonucu yaşanan değişimleri, bunun mimarlık ve mimarlık eğitimindeki yansımalarına dair bilgiler verdi.
Kalebodur’un, toplumu ve mimarlığı ilgilendiren değerlere sahip çıkma misyonuyla devam ettirdiği ‘Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor’ söyleşileri, her ay mimarlık dünyasının önemli isimlerini ağırlamaya devam ediyor. ‘Kalebodurla Mimarlar Konuşuyor’un Kasım ayı söyleşisinde Celal Abdi Güzer’in konuğu İzmir Serbest Mimarlar Derneği (İSMD) Başkanı ve aynı zamanda Egeli Proje’nin Kurucusu ve Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Egeli oldu. Celal Abdi Güzer’in sorularını yanıtlayan Egeli, mimaride yerel yaklaşımları, kentin imkanlarını ve yerel bağlamlarda üniversitelerin eğitimini değerlendirdi.
“Yaptığım tasarımları konutlarda içselleştirebiliyorum”
Programın başında, mimaride yerel yaklaşımların önemine vurgu yapan Celal Abdi Güzer, yerellik kavramının konut ölçeğinde tasarımın bir parçası haline geldiğini ve ruhu olmayan büyük cam yapılarda bunu vermenin kolay olmadığının altını çizdi. Egeli ise, bu yüzden konut tasarımını daha çok sevdiğini ve bu tür projelerde daha fazla keyif aldığını söyledi.
Konuşmasında İzmir’de konut yapmanın farklılıklarını anlatan Hüseyin Egeli “İzmir ölçeğinde baktığımızda ikliminde beraberinde getirdiği, insanların sokakta yaşama istekleri var. İnsanlar, konutla bir yakınlaşma ve içselleştirme boyutundalar. Kendilerini kamusal yaşamla daha iç içe hissetmek istiyorlar. Ben de yaptığım tasarımları, konutlarda daha çok içselleştiriyorum. Mesela bir diş polikliniği yaparken, bunu ne kadar verebilirsiniz ki. Ancak konut öyle değil. Hele ki güneşini, rüzgarını, komşuluk ilişkilerini biliyorsanız, o zaman çok daha fazla hissedebildiğim ve tasarımında daha keyif aldığım bir süreç meydana geliyor. O yüzden konut tasarımını daha çok seviyorum” dedi.
“İzmir bir kaçış noktası”
İzmir’deki dönüşümü ve kentin yoğun göç almasını değerlendiren Egeli, İzmir’in birçok nedenden dolayı alternatif bir kaçış noktası olarak görüldüğünü, İstanbul başta olmak birçok ilden yoğun bir rağbet gördüğünü kaydetti.
İstanbul firmalarının İzmir talebini ve iş yapışlarını da eleştiren Egeli, sözlerini şöyle sürdürdü; “İstanbul firmaları müteahhitlik noktasındaki sıkışıklıklarına İzmir’de çözüm arıyorlar. Yaşanan bu göçle birlikte İzmir’i bir çıkış noktası olarak görüyorlar. Biz, İzmirli firmaların hatta belediyelerin bile hiçbir zaman alamayacağı imar izinleri bir şekilde kendilerine veriliyor. İstanbul için cephe mimarlığı prim yapabilir ancak İzmir’de bu çok zor. Maalesef ‘ithal’ mimariyle birlikte bu durum İzmir’e de gelmeye başladı. İzmir’de de artık kuleler yükselmeye başladı. Ancak bu yapı anlayışı şehrin sakinlerinden pek kabul gören bir anlayış değil. Nitekim baktığımızda satışlarda büyük problemler olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Çünkü İzmirliler, 32’nci katta yaşamak istemiyorlar. İzmirli, sokakta olmaya alışık, onlar adımını direkt sokağa atmak istiyor. Belki çok çok az bir kesim sadece yatırım olarak alıyor. İşin tuhaf yanı İstanbullu da almıyor. Çünkü yüksek kulelerden, İstanbul’un kaosundan kaçıp İzmir’e geliyor. Neden gidip tekrar gökdelende otursun. Dolayısıyla bu durum firmalar için bu büyük bir hayal kırıklığı yaratmış durumda.”
“Öğrenciler ‘imbat’ın ne olduğunu bilmeden mezun oluyorlar”
“Mimarlık okullarının önemli bir bölümü, kendi çevrelerini görmemezlikten gelerek, uluslararası ana eksene entegre olma çabası içindeler” diyen Hüseyin Egeli, “Bu durum neredeyse tüm okullarda olmaya başladı. Hemen başucunda duran bir yerellik değerinin ıskalandığını hissediyorsun. Bu çok uzun tartışılması, konuşulması gereken olgulardan biri. İzmir’de de böyle. En son İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin yılsonu jüriliğine geldim. Çok nitelikli projeler, çok nitelikli öğrenciler, hocalarımız var. Fakat konularda da tipolojilerde de tamamen uluslararası ana eksene entegre olma çabasını görüyorsunuz. Örneğin, derslerine katıldığım İzmir’deki bir üniversitede ‘İmbat nedir?’ diye sordum. Sadece 5 kişi el kaldırdı. Bu durumun İzmir’deki bir üniversitede yaşanıyor olması çok üzücü. Öğrencilerin bir kısmı İzmirli olmasına rağmen imbatın ne olduğunu bilmiyor. İkincisi ise, bu öğrenciler artık okulu bitirme noktasında. İmbatın ne olduğunu bilmeden mezun olacaklar. Dolaysıyla da bu durum tasarımda da herhangi bir girdi oluşturmuyor. Biz, 1976-77’li yıllarda İstanbul’da okuduğumuz zaman, hocalarımız bunların hepsine hakimdi ve anlatırlardı” diye konuştu.
“Bir piramidin tepesinde organizatör görevindeyiz”
Konuşmasının sonunda genç mimar adaylarına tavsiyelerde bulunan Egeli, şunları söyledi: “Mimarlık eğitimi bir kültür işi. Bizlerin koltuğu altında bir sürü şapka var ve olmak da zorunda. Bir işletmeci gibi, hukukçu gibi veya doktor gibi. Tabi ki onlarında ellerinin altında çok şapka var ancak mimarlık çok geniş bir alana etki ediyor. Hem kültür boyutunda hem topluma katkı anlamında tabiri caizse sihirli bir değnek var elimizde. Tasarım çok geniş bir süreci kapsıyor ve dolayısıyla her şeye hakim olmanız gerekiyor. Bir tarafta hastanenin, bir tarafta yüzme havuzunun, diğer tarafta ise tekne tasarımında çalışıyorsunuz. Bir piramidin tepesinde organizatör görevindeyiz. Altımızda çalışan, sorumlu olduğumuz tüm birimleri kontrol ediyoruz.”