Hayatına birçok unvanı sığdıran bir isimdi Cengiz Bektaş; mimar, mühendis, yazar, ozan… O'nun tüm vasıfları ile anlatılmasını arzu ettiğimiz için sevenleri, dostları, çalışma arkadaşları, komşuları ve öğrencileri adına bir anı defteri açtık...
Çizim: Deniz Yıldırım / Mimar, İllüstratör
Zor süreçlerden geçiyoruz... Sağlıkla, en az hasarla sonlanmasını umduğumuz bir zaman dilimi. Böyle bir zamanda daha da üzücü olan 20 Mart günü Cengiz Bektaş’ın aramızdan ayrılmasıydı.
Cengiz Bektaş, 1999 yılında hayatıma giren, bana mesleğimi, çalışmayı sevdiren, birlikte üretmeyi öğreten Yapı-Endüstri Merkezi’nin tanıştırdığı isimlerdendi. Üretmenin, üretirken mutlu olmanın ve daha fazlasını yapmanın adıymış Cengiz Bektaş. Sevilen, sayılan, bilgi ve birikimiyle öğrenilecek çok şeyi olan…
Kimsenin onu anlatmaya, yâd etmeye gitmedi kalemi. Anladığım; yitirmemişçesine herkes ondan bahsetmek istiyor, ama iş kelimelere dökmeğe gelince, işte orada düğümleniyor her şey. Üzgünlük, şaşkınlık... Kabullenilmesi zaman alacak ancak yanımıza hatıraları ve yaşanmışlıkları kalacak. Bende kalan ise, kitabına desteğimde onunla evinde geçirdiğim zaman, sergileri, dinlediklerim, okuduklarım, Kuzguncuklu olmam...
Hep birlikte, O'nu yaşatmanın bir yolu olarak gelecek kuşaklara da Cengiz Bektaş’ı anlatmak üzere bir anı defteri bırakıyoruz mimarizm’e... Paylaşımda bulunan isimlere teşekkür ederiz. Defterimizin her daim açık olduğunu ve katkıda bulunmak isteyenlerin destek@mimarizm.com adresine yazılarını iletmelerini rica ediyoruz.
Cengiz Hocam, bizim sana verebileceğimiz mevcut şartlarda bu anı defteri, ama senin bize kattıkların sonsuz.
Saygı ile...
Aslıhan A. Erkmen, Yapı Medya İletişim Kurucu Ortağı
Cengiz Bektaş'ın IMOGA Art Space'de Çizdiklerimi Hiç Unutmuyorum sergisinden
Aykut Köksal / Mimarlık Kuramcısı
"Şair ve mimar kimliğini birbirinden ayırmadan var eden Cengiz Bektaş"
Aykut Köksal’ın hazırlayıp sunduğu TRT 2’de yayınlanan Aykut Köksal ile Mimarlık Söyleşileri’ne 3 Mayıs 2019 tarihinde Cengiz Bektaş konuk olmuştu. Yayınlanan bölümde; birçok eseriyle hem şiir hem mimarlık dünyasına büyük katkılar sağlayan Cengiz Bektaş'ın şiir ve mimarlık üslubu konuşuldu:
“Batı Anadolu’nun vernaküler mimarlığı üzerine yayınlar yapan, içinden çıktığı Ege coğrafyasının kültürünü, geleneksel yapı sanatını inceleyen, Azra Erhat’la birlikte Antik Çağ’ın ünlü şairi Sappho’nun şiirlerini Türkçeye aktaran Cengiz Bektaş’ın düşünce dünyası iki sözcükle özetlenebilir: ‘Anadolu hümanizmi'".
*
Mesut Kaya / YEM Yayın ve Kitabevi Yöneticisi
“Hayır" Demeyi Beceremeyen Bilge!
Tarih 18 Aralık 2017. Yapı-Endüstri Merkezi’nin faaliyetlerini sonlandırma kararının açıklandığı akşam. Kara kara düşünüyoruz; “Ne yapsak, nasıl yapsak, kiminle yapsak?”. Tam o anda çalan telefonumun diğer ucunda Cengiz Bektaş. Uzun, upuzun bir konuşma yaptık.
Ana fikri şöyleydi: “Haberi duydum ve ne kadar çok üzüldüğümü ifade edemem. Siz çalışanlar için ayrıca üzülüyorum. Ne yapmayı düşünüyorsun bilmiyorum ama, başka bir yerde çalışmaya başlasan da, yeni bir yayınevi kursan da, kitaplarımı senin yayınlamanı istiyorum. Elimden gelen her türlü desteği de vermeye hazırım. Gönlünü ferah tut, sen tüm sorunların üstesinden gelirsin demek için aradım.”
Öylece, durup dururken aradı. İlk O aradı. Sanki içine doğmuş gibi, sanki bir işaret, bir umut, yeni bir yol aradığımızı hissetmiş gibi aradı. O anda böylesi bir moral desteğin maddi karşılığı henüz yok! Düşünsenize; Cengiz Bektaş arıyor ve “yanındayım, merak etme” diyor. Daha iyi ne olabilir! Zihninin en karışık olduğu anda, tarifsiz bir güven ve “Yapabilirim, başarabilirim, doğru yoldayım” hissinin sana sunulması...
Böyle biriydi Cengiz Bektaş. İhtiyaç duyduğunuz an yanınızdaydı. Neye sahipse; elindekini, eteğindekini, dağarcığındakini, hesapsız hatta fütursuzca paylaşırdı. Kendisinden bir talepte bulunan herkese, “Evet, elbette, hay hay!” derdi. Sağlığı da, özel ve iş yaşamı da aklına bile gelmez, olumlu yanıt verirdi herkese. Hatta bu yüzden daha çok seyahat etmek zorunda kalır, daha çok yere yetişmek, sözünde durabilmek için sağlığını riske atardı.
Bir etkinliğin ardından; “Çok yoruldunuz bugün” deyince, “Çocukların gözlerindeki ışıltıyı, merakı, ilgiyi görmedin mi? Bunu görmek her şeye bedel”, derdi.
Okuma, yazma ve üretme açlığı bir türlü bitmezdi. Kitabının biri matbaaya giderken yenisini yazmaya çoktan başlamış olurdu. (Not: 2020 Sonbaharında YEM Yayın tarafından yayınlanması planlanan üç yeni Cengiz Bektaş kitabının editoryal çalışmaları sürüyor!).
Kimin neye ihtiyacı varsa; Diyarbakır’dan konferans için arayan öğrenciyi de geri çevirmezdi, İzmir’den projesi hakkında görüş isteyen mimarı da, yazdığı metne eleştiri isteyen edebiyatçıyı da, Muğla’da proje geliştirmek isteyen kamu kuruluşunu da, Turgutlu’da yapı malzemesi üreten firma yetkilisini de, Almanya’dan Batı Anadolu’yu gezmeye gelmek için fikrini soran Alman gençlerini de; Samsun’dan, Gaziantep’ten, Elazığ’dan, Antalya’dan, Düzce’den, Isparta’dan, Bursa’dan ülkenin dört bir yanından fikrini soran yapı, mimarlık, tasarım, kültür, sanat alanından akademisyen, öğrenci ve sivil toplum kuruluşunu da…
Aslında hakkında yazılacak, söylenecek sayfalar, kitaplar dolduracak daha çok şey var elbette... Üstelik “Bir koltuğa iki karpuz sığmaz” diyen ataların öz çocuğu olmasına karşın, onları yalancı çıkaran biri olarak. Şair, yazar, mimar, mühendis, şehir plancısı… Ama hepimiz biliyoruz ki hiçbirimiz O'nun kadar iyi ifade edemeyiz duygularımızı. Zaten O'nun kadar kalpten, öğretici çizen, yazan ve anlatanı bir daha bulamayacağız belki de... O nedenle, buradan uzun uzun, şöyle şairdi, öyle büyük mimardı, böyle değerli bir yazardı, gibi lakırdıya girmeyi hatırasına saygısızlık addederim. Çünkü ne yazılsa eksik kalacak.
Özellikle son birkaç yılda daha yakınlaşmış; birlikte seyahatler, uzun sohbetler edebilme yakınlığına erişmiş çok şanslı biri olarak şunu aktarmak isterim:
O Cengiz Bektaş'tı. Tanıdığınız, bildiğiniz hiç kimse gibi değildi.
Cengiz Bektaş. O kadar. Geldiği yeri de, durduğu yeri de, gitmek istediği yeri de çok iyi bilirdi.
Geçmişimizin bugünü, geleceğimizin de dünüydü.
Bu ülkeye ve insanına hiç bitmeyecek bir borcu varmış gibi çok çalışırdı.
Belki farkındaydınız belki de değildiniz ama sizi, ama her birinizi, ayrı ayrı çok severdi.
Size, hepinize bildiklerini aktarabilmek için gece gündüz, durmadan, dinlenmeden koşardı.
Özellikle Anadolu'ya ve insanına inanırdı, güvenirdi. Bu coğrafyanın kültürel zenginliğine ve potansiyeline sevdalıydı. Başka toplumların bize, neyi, nasıl, nerede, hangi koşullarla yapmamız gerektiğini söylemesine tahammül edemeyecek bir özgüvene sahipti.
Sanki bugün dünyanın içine düştüğü kaotik ve huzursuz ortamı görürcesine umutlu, kendine güvenli, çalışkan, bilinçli, sevgi dolu ve paylaşımcı olmamızı öğütlerdi sürekli.
O'nu böyle hatırlayalım ve öyle davranmaya çalışalım, olmaz mı?
*
Nevzat Sayın, NSMH Kurucusu
"Cengiz Bektaş: Aktaran"
SALT Araştırma Mimarlık ve Tasarım Arşivi’nin, Kalebodur desteğiyle hayata geçirdiği Cengiz Bektaş Arşivi çalışmalarına eşlik eden 23 Aralık 2016 tarihli program, Cengiz Bektaş ve Nevzat Sayın’ın katılımıyla gerçekleşmişti. Erhan Berat Fındıklı’nın danışmanlığında Işıl Uçman Altınışık ve Murat Burak Altınışık’ın moderatörlüğünde SALT Galata’da Bektaş’ı anlattığı söyleşiden alıntıları paylaşıyoruz:
“..... Işıl Uçman Altınışık: 1980-84 aralığında bir ofis çalışanı olan Nevzat Sayın, Cengiz Bektaş Özyönetim İşliği’ni çalışma ortamı olarak ve ortamın mekânsal atmosferi nasıl tanımlardınız?
Nevzat Sayın: Bektaş’la karşılaştığımda, tabii bu konuda tarafsız olmam beklenemez, Tanrılar katında bir adamla tanışmış gibiydim, benim için çok özel bir karşılaşmaydı o. Şunu fark etmiştim, "Birini tek kelimeyle anlatacak olsanız ne olurdu?" sorusuna yanıt, Bektaş için ‘aktaran’ olurdu. Hayatın bütün anlamı, bir kelimeye yığılacak olsaydı, gerçekten bu ‘aktaran’ olabilir.
Ara ara ‘başkasından öğrenmek’ dediği bir şey vardı. İlla kendi yaptıklarınıza yapışıp kalmayın, gidin başkalarının şantiyelerine bakın, başkalarının projelerine bakın, sizden önce yapılmış olanlara bakın. Bu bence çok önemli ve bize de geçirilmiş bir şeydi. ‘Katılım’, hiç başka bir örneğini görmedim şimdiye kadar. Benim için usta ve çırak ilişkisiydi bu. Dolayısıyla, hayranlık, ağzının içine bakmak, ne diyecek diye beklemek. Bu arada kendi zihninizde çalışıyor ve kritik ediyorsunuz. Ben çalışmaya başladığımda sıkı solcu bir adamdım, hâlâ bundan vazgeçmiş değilim, bunu bile gözden geçiriyorsunuz. Çünkü şöyle düşünün; antikiteyi ve moderniteyi aynı dozda birinden duyuyorsunuz. Evrensellik ve yerelliği aynı dozda birinden duyuyorsunuz. ‘Ne zaman biri ötekine geçti, biz biraz önce ne konuşuyorduk?’, diye çok dikkat etmediğinizde birbirine karışacak olan şeyler. Ben o güne kadar meraklısı olduğum konularda bile ne kadar sığ bir bilgim olduğunu O’nu dinledikçe anlıyordum. Bu, işlerin kendisine de yansıyordu.
Üçüncü sihirli kelime bence ‘otonomi’. Bir şeyin, bir insanın ya da bir mimarın, bunu nasıl adlandırırsınız adlandırın, kendisi olması için ona yapılabilecek bütün destek hiç bahane bulmadan yapılmalı ve ben her zaman böyle bir şeyle karşılaştım. (.....)
Mimari anlamda Özyönetim İşliği çok önemli bir şeydi. Gerçekten farklı bir düşünceye her zaman çok açık olduğunu düşünüyorum. Tabii ki kendi doğruları vardı, hep var ve onları delip geçmek, onların arasından geçmek kolay değildi ama mümkündü. Mimar olarak yaptığımız her şeyin kendi ömrümüzden daha uzun bir şeye işaret ettiğini yaparak anlatmak konusu çok önemli bir şeydi ve bu büroya yansıyordu.
Hem çok iyi türkü söylemek hem Bach’ın bütün eserlerini bilmek nasıl bir şey olabilirdi. Bunların ikisini aynı anda yaşıyorduk. (.....)”
*
Önder Kul, Y. Mimar / mimaristudio Kurucu Ortağı
"Büyük Usta’nın anısına..."
Cengiz Bektaş, kelimelere sığmayacak öyle bir üstad ki, hayatı boyunca kaleme aldığı yüzü aşkın kitabının yanında, nasıl satırlara sığdırabiliriz, bilemiyorum. Bu sebeple, Aslıhan aradığında ve büyük usta ile ilgili düşüncelerimi rica ettiğinde, ona şöyle söyledim: “Benim kendisi ile bizzat tanışıklığım, karşılıklı herhangi bir paylaşımım, bir anım ya da İşliği’nde görev almak gibi bir şansım olmadı. Öğrencilik yıllarımdan beri takip ettiğim, hayranlık beslediğim bir meslek büyüğüm olarak onun hakkında yazabilecek bir haddim var mı? Bilemiyorum. Ancak, yazının başına oturduğumdaki his ve duygularımı yazabilirim…”
Cumhuriyet dönemi modern Türk mimarlığının öncülerindendi. Ancak onun modernizm anlayışının temelinde, kendi insanı, kendi toprağı, kendi kültürü, kendi tarihi vardı. Bu ülke insanının aklına, zekasına, kabiliyetine her zaman güvenmiş, kendi yaşamına bu düşüncesini yansıtmış ve her fırsatta bu inancını dile getirmiş bir aydındı.
İyi bir mimar, gerçek bir korumacı, geleneksel Türk yapı sanatını kendi üslubu ile en doğru şekilde bizlere aktarmış, kültür ortamına ve toplum ilişkilerine önem vermiş öncü bir kimlikti. Kendisi ile çalışma şansı yakalamış meslektaş ve paydaşların anlatımlarından bildiğimiz, işte çok zor, çok titiz, belki biraz aksi ancak gerçek hayatta sevecen, arkadaş canlısı, yardım sever bir insandı.
Sadece mimarlık yaşamında değil, politik düşünceleri sebebi ile çok uzun yıllar sıkıntılar yaşamış ancak savunduklarından bir adım geri atmamış, hayatı boyunca kanaatkar olmuş, maddiyat yerine mimarlık mesleğini hep önde tutmuş, mimarlık camiamızda eşine az rastlanır gerçek bir idealistti.
Tam bir ulusalcıydı. Bu ülkede, birlikte yaşadığı insanlar için çalıştı, yaşadı. Yurt dışında yapılanlarla ve yazılanlarla ilgilenmedi. Bunun yerine, kendi yurdunda ortaya konulan mimarlık pratiğini, hem en üstte tuttu, hem de Türk mimarlarına her zaman çok kıymet verdi. Kendi ilkelerimizi korumamız ve sonuna kadar savunmamız gerektiğini her fırsatta dile getirdi. Dergilere, kitaplara konu olmak için çalışmadı, doğru bildiğinden ayrılmadı. Bu sebepledir ki projelerinde, bu topraktan doğanı ve bu coğrafya insanını her zaman odağına aldı. İşte bu sebepledir ki; eğer, “Anadolu Mimarlığı” diye bir kavram var ise, karşılığı Cengiz Bektaş’tır.
Mimarlıkta ve yaşamda, “Ben yerine biz demek nedir?, Bencil olmamak, paylaşmak, birliktelik, ortak akıl nedir?, merak ediyorsak, bence onun hayatını, sanki onu hiç bilmiyormuş, tanımıyormuş gibi en baştan incelemeliyiz, okumalıyız, düşünmeliyiz. İşte bu şekilde kendisi, bizlere bıraktığı anıları, öğretileri, projeleri, kitapları ile yaşayacak ve ancak maalesef yeri dolmayacak...
Saygıyla...
Datça Dinlence Köyü, Muğla, 1984, Bektaş Özyönetim Mimarlık İşliği, SALT Araştırma, Cengiz Bektaş Arşivi
*
Serter Karataban, Mimar, Team Fores Mimarlık Kurucusu
"Cengiz Bektaş Anısına"
Kendisini Muğla’da yaptığımız işler ve Kuzguncuk’taki son yıllarında komşusu olarak daha yakından tanıma fırsatı buldum. Çok az sohbet etme ve samimiyet kurma şansım olmasına rağmen, herkes tarafından çok sevilen, saygı duyulan, mütevazi ve sanatçı kimliğini toplumsal rol model olma noktasına taşımış birisi olduğunu gördüm. Teke tek sohbetlerimizde daima iç mimarinin, mimariden ayrı düşünülmemesi gerektiğini ve mimarinin de sadece çizme eyleminden ibaret olmadığını, akademik ve pratik mimarlığın iç içe geçmesi gerektiğini konuştuğumuzu, kendisiyle son derece aynı fikirde olduğum için net hatırlıyorum.
Kuzguncuk’un bir Ortaköy’e dönüştürülme çabasından duyduğu endişe maalesef ne kadar yerli ve Kuzguncuk ile sınırlı değil. Aramızdan erken ayrıldığını, kendisinden öğrenecek, etkilenecek çok şey kaldığını, üzülerek söylemek istiyorum.
Kendisi, koruma becerisi ve dirayeti gösterirsek, mimarlığında, şiirlerinde ve düşüncelerinde yaşamaya devam edecektir.
IMOGA Art Space, Cengiz Bektaş, Çizdiklerimi Hiç Unutmuyorum sergisinden, 1982, İcadiye Cad. Bereketli Sok.