2014 yılında Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi'nde ilk kez yer alan Türkiye Pavyonu'nun küratörlüğünü üstlenen Murat Tabanlıoğlu bu kez, uluslararası kültür ve sanat festivali "Europalia Turkey 2015"in üç ana sergisinden birinin küratörü oldu.
Avrupa’da, başta Belçika ve komşu ülkelerinde gerçekleştirilen uluslararası kültür ve sanat festivali “Europalia Turkey 2015”in üç ana sergisinden birinin küratörlüğünü Murat Tabanlıoğlu üstlendi.“Port City Talks. Istanbul.Antwerp.” (Liman Kenti Konuşmaları. İstanbul.Anvers) başlıklı sergi, Ekim 2015 – Ocak 2016 tarihleri arasında Belçika’nın liman şehri Anvers’de, MAS | Museum Aan de Stroom'da ziyaret edilebilecek.
2014 yılında, Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi'nde ilk kez yer alan Türkiye Pavyonu'nun küratörlüğünü yürüten Murat Tabanlıoğlu, bu yıl da uluslararası bir sergide benzer bir misyonu üstleniyor. Yine Türkiye’yi temsilen gerçekleşetirilen bir serginin küratörü olan Tabanlıoğlu, İstanbul’a bu kez bir “Liman Kenti” olarak odaklanıyor.
Kökleri, -liman olarak önemi de dahil olmak üzere- oldukça derin ve renkli bir geçmişe uzanan İstanbul, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, çok önemli imparatorlukların ve devasa boyuttaki coğrafyaların başkentliğini üstlenmiş bir metropol. Doğal ve coğrafi açıdan benzersiz konumu ile İstanbul, halen dünyanın en büyük ve en önemli kentlerinden biri.
Barok resmin önemli isimlerinden Rubens’in (1577-1640) yaşadığı ve öldüğü şehir olan Anvers ise Hollanda, Fransa ve Belçika’dan geçen Escaut Nehri’nin kıyısında kurulu. Flamanların “Antwerpen” dedikleri şehir, nehir kıyısındaki stratejik konumuyla Roma İmparatorluğu ve İngiliz adalarını birbirine bağlayan bir merkez olarak ticaret ve sanat alanında etkin olmuş. Bu kozmopolit kent, halen Avrupa’nın ikinci, dünyanın ise üçüncü en büyük limanına sahip.
"Serginin odağını, kentin daimi ve geçici nesneleri oluşturuyor"
“Sergi, İstanbul’un denize dair özgün nesneleri ve simge değerleri üzerinden, liman ile liman arkası kara ilişkilerini araştırarak bir anlatı kurguluyor ve eşzamanlı olarak Anvers kenti de bu anlatıya eşlik ediyor” diyen Murat Tabanlıoğlu, serginin çıkış noktası, uğradığı limanlar ve varış çizgisi hakkında şu bilgileri paylaştı:
“Su, insanlığın ilk yıllarından bu yana kentlerin kurulması ve gelişmesinde hayati olmuştur; su kıyısında yer almak aynı zamanda sanayi gelişimini teşvik etmiş, dolayısıyla ticaret faaliyetlerini artırmış, böylelikle limanlar da tekrar kentler için canlandırıcı, hayati rol oynamıştır. Ancak bugün, tüm dünyada endüstriyel faaliyetler ve ticaret yöntemleri ve buna bağlı olarak kent-liman ilişkisi gibi ekonomi ve sosyal hayat da değişti. Bir liman kenti olarak görüntüsünü ve temsiliyetini korumasına rağmen, İstanbul da aslında liman olarak özelliğini ve önceliğini kaybeden kentlerden biri konumunda. Bir şehir için limanın önemi nedir? Bir limanın tarihini, kurduğu ilişkiler üzerinden nasıl tanımlayabiliriz? Liman kenti olmak ne demek? Kent planı bağlamında liman işlevleri İstanbul ve Anvers kentleriyle nasıl ilişkilendirilebilir? gibi sorularla başlayan çalışmalar neticesinde sergi, sadece bir arşiv oluşturmanın ötesinde, şehirle ilgili bir his uyandırmayı hedefliyor.
Gemiler (İstanbul’a ve Boğaz’a has vapurlar, tekneler, transit geçen gemiler ve diğer deniz araçları), köprüler ve tüneller (Asya-Avrupa ve semtler arasındaki bağlar), tersaneler, doklar, rıhtımlar, kaybolan tersanelerin izleri ve varlığını koruyan iskeleler, kuleler (tarihi kuleler, deniz fenerleri, radar kuleleri vs.) ve bu kulelerden bakışlar, bir açıdan bu kıyı kentini var eden durumlar ve nesneler.
Tarihte önemli bir liman ve hala stratejik bir deniz koridoru olmasına rağmen İstanbul, bugün kendini öncelikle bir liman şehri olarak değil, ancak sularla çevrili bir kıyı kenti olarak sunmakta. Kent suyla doğrudan temasını neredeyse kaybetmiş konumda. Hatta, İstanbulluların günlük hayatta artık nadiren deniz yolu ulaşımında kullandığı, şehrin alameti farikası ‘Boğaziçi’ ve ‘Altın Boynuz’ sadece değerli manzara unsurları haline gelmişken kentlinin bu sahili nasıl kullandığı, fark ettiği, göz ardı ettiği çeşitli işlerle sergiye taşınıyor. Başta İstanbul’u tespit eden özellikli topoğrafyası olmak üzere, kentin daimi ve geçici nesneleri serginin odağını oluşturuyor."
Gençlerin dijital işlerine tarihi nesneler eşlik edecek
Murat Tabanlıoğlu, sergiyi; İstanbul Arkeoji Müzesi, Deniz Müzesi ve Koç Müzesi’nden ödünç alınan tarihi eserlerin yanı sıra gençlerle ve onların yeni işleri ile, kimi zaman görüp fark etmediğimiz veya hiç aşina olmadığımız açılardan, şehri yeniden anlatmak biçiminde kurgulamayı tercih ediyor.
Refik Anadol, Hasan Deniz, Emre Dörter, Alican Durbaş, Çigdem Borucu Erdoğan, Sabit Kalfagil, Ömer Kanıpak, Volkan Kızıltunç, Cem Kozar – Işıl Ünal (PATTU), Els Vanden Meersch ve Ali Emir Tapan’ın güncel işlerinin çoğunlukla dijital görselleştirme ile yer aldığı sergide; Yenikapı buluntularından, Bizanslıların Haliç’e germiş olduğu zincire kadar tarihi değeri yüksek birçok nesne de görülebilecek.
Tabanlıoğlu, “Kültürel akışların bir düğüm noktası olarak İstanbul'un ve bu kentte yaşayanların hikayesini denizle ilişkilendirerek anlatmak üzere kullanılan araçlar/aracılar; atipik bir liman kenti olan İstanbul’u, göz seviyesinden daha derin, tüm duyulara açık bir biçimde izleyiciyle buluşturuyor.
Benzer şekilde, uluslararası ticaretin, malların yer değiştirme akışını yönlendiren, kargo hareketlerinin önemli bir düğüm noktası, etkin bir liman kenti ve çok daha fazlası olarak Antwerp ise, güncel ve tarihi değerleriyle ve serginin anlatısı içinde seyrediyor. Tarihi değerlerin yanı sıra çağdaş sanat ve tasarımın önemli kaynaklarını bünyesinde taşıyan bu küçük ama etkili kuzey şehri, İstanbul’un izlerini sürmeye ve çok boyutlu siluetini yansıtmaya hazır” sözleri ile sanatseverleri festivale davet ediyor.
Sergi hakkında ayrıntılı bilgiye için tıklayınız.