E. Seda Kayım
/ 28 Mart 2008
BekaFilms
Filme ait fragmanı izlemek için tıklayınız.
Pritzker ödüllü mimar Rem Koolhaas'ın çok bilinmeyen ama bununla birlikte şaşırtıcı bir ustalık sergileyen özel bir yapısı var: Maison a Bordeaux. Engelli sahibinin hareketlerini tamamlamak adına hareketli duvarları, kaldırılabilen yatak odaları, platformları ve otomatik pencereleriyle bir mühendislik harikası olan yapı, bir filme konu oldu. Sinema sanatçıları Ia Beka ve Louise Lemoine, ‘LivingArchitectures' serisi dahilinde çektikleri Richard Meier'in ‘Roma'da Kilise' ve Herzog & de Meuron'un şarap mahzeninden sonra, yeni bir mimarlık dökümantasyonu için, ölümcül bir araba kazası sonucunda tekerlekli sandalyeye mahkum olan bu adam için OMA tarafından tasarlanan ‘makine ev'i seçti.
Evin hikayesi şu: Varlıklı bir ailenin, üç çocuklarıyla birlikte yaşadığı Fransa, Bordeaux'daki eski evleri için yıllarca planladıkları, yerine yeni bir ev inşa etmek olmuş. Evin nasıl şekilleneceğini, nasıl planlanacağını ve hangi mimara yaptıracaklarını düşünen ailenin hem hayatları, hem de ev ile ilgili planları, ailenin babasının geçirdiği ani bir trafik kazası soununda değişmiş. Tekerlekli sandalyeye mahkum olarak hayatını sürdürmek zorunda kalan adam için, kasabanın ve evin bir hapishaneye dönüşmesi, ev ile ilgili planların tekrar gündeme gelmesini sağlamış. Ama elbette çok daha farklı bir biçimde.
Bordeaux tepe üstlerinde, tüm şehre panaromik bir manzarayla bakan bir arazi satın alan aile, 1994 yılında Hollandalı mimar Rem Koolhaas ile görüşmeye başlamış. Mal sahibinin mimara yaptığı açıklama ise "Tahmin edebileceğinin aksine, yalın, basit değil, karmaşık, komplike bir ev istiyorum. Çünkü, başkalarının aksine, bu ev benim hayatımı belirleyecek" olmuş.
Tekerlekli sandalye ile hareket eden bir insanın hareketlerini kolaylaştırmak için tek katlı bir yapı tasarlamak varken Rem Koolhaas , üç farklı kotu olan bir ev ile mal sahibi aileyi şaşırtmış. Yarısına kadar tepeye gömülmüş olan zemin kat, mutfak ve televizyon odasına ev sahipliği yapıyor ve binanın bahçesine açılıyor. Ailenin yatak odaları en üst katta yer alırken, karanlık, betonarme bir kutunun içinde konumlanıyorlar. Bu iki katın arasında tamamen cam cepheli bir yaşama mekanı bulunuyor ve Garonne nehri ile Bordeaux'nun açık silüetine bakışlar atma fırsatı sunuyor.
Tekerlekli sandalyenin tüm bu kotlara erişimi, bir oda büyüklüğündeki ve aslında iyi donanımlı bir ofis olarak düzenlenmiş açık asansör platformuyla sağlanıyor. Bu düşey sirkülasyon hareketi yüzünden söz konusu platform, zemin kattayken mutfağın bir parçası oluyor; orta kattaki alüminyum döşemeye eklemleniyor ve en üst kattaki büyük yatak odası ile birleşerek rahatlatıcı bir çalışma ortamına dönüşüyor. Nasıl tekerlekli sandalye vücudun bir uzantısı olarak görülebilirse, mimar tarafından tasarlanan asansör platformu da engelli müşterinin vazgeçilmez bir elemanı haline geliyor. Bu durum ona, ailenin her üyesinden daha fazla ulaşılabilirlik sağlıyor: Hareketli platforma bağlı olarak yalnızca onun şarap mahzeni, polikarbonattan imal edilmiş ve zemin kattan başlayarak en üzt kata uzanan kitaplık gibi mekan ve elemanlara erişimi mümkün oluyor.
Koolhaas, kendi içinde karmaşık bir ev tasarlayarak kullanışlılığı her detayda ele almış. Örneğin en üst kat üç ayak üzerinde duruyor. Bu ayaklardan biri, evin döner merdivenini kapsıyor ve merkezden uzakta konumlanıyor. Her ne kadar bu ‘yer değiştirme' evi belli bir miktar stabillikten uzaklaştırsa da, evin üstünde uzanan çelik bir kirişin, askı kirişini sabitleyip çekmesiyle denge kuruluyor. Tüm ziyaretçilerin sorduğu soru ise şu oluyor: Ya kablo bir gün koparsa? Koolhaas, aynen müşterinin yaşamı gibi, yalnızca bir kabloya bağlı bir strüktür oluşturmuş.
Bu organizasyon, aynı zamanda, orta katın kesintisiz bir görüş açısıyla evi çevreleyen dış mekana açılmasını sağlıyor. Söz konusu merdiven kovasını kapatan silindirin cilalanmış çelikten imal edilmesi ise, yansımalar yoluyla bu manzarada kaybolmasını mümkün kılıyor.
Orta kat, üst katın geriye çekildiği noktada bir balkona dönüşüyor. Burası, engellinin iç mekan ile dış mekan algısını bozan, karıştıran ‘parlaklık'ta bir mekan. Üst katta ise manzaraya karşı tam ters bi tutum var. Görüntü, öngörülür kılınmak için, insanın oturduğu, yattığı ve ayakta durduğu sıradaki göz hizasına göre yerleştirilmiş dairesel pencerelerle sınırlanmış.
Yapı, her an yörüngeye girmek üzere gibi duran bir uzay istasyonunu andırıyor. Bu noktada Le Corbusier'in unutulmaz brutalist söylemlerinden "Ev bir makinedir" kulaklarımızda çınlanıyor. Tekerlekli sandalyede hayatını süren biri için hayatı kabusa dönüştüren hemen her zorlayıcı detaydan arındırılmış gibi duran bina, film sırasında kendiliğinden açılıp kapanan pencereleri, asansörün taşıdığı çalışma masasıyla ulaşılan kütüphanesi, açılan, kayan döşemeleri, bir ilüzyonistin eli değişmişçesine kayan, açılan, kapanan kapıları, duvarları, cam cepheleriyle, gerçekten de bir ‘makine'. Ne var ki, evin öylesine sıcak, güneşli, aydınlık bir havası yansıtılıyor ki , gördüğünüz atmosfere hayranlık duymaktan başka çareniz kalmıyor.
Aile ise, evin içerisinde, Koolhaas'ın yaşamın ikililiği ve öngörülemezliği üzerine yorumlamalarıyla başbaşa kalıyor. Zaten bu ‘dengesizliği' deneyimlemiş olan baba için bu durum, artık kendisinin bir parçası. Nasıl göbek bağı hem anneye, hem de çocuğa ait, bu asansör platformu da ailenin babasını eve ‘bağlıyor' ve ona özgürlük veriyor.
Her ev gibi bu yapı da, tüm kaosu ve değişimi ile farklı hayatların yaşandığı bir mekan. Beka ve Lemoine'nın eseri ise, bize gerçek ve sürekli değişim halindeki canlılığı, ‘zamansız' olduğuna inanacağımız türden bir ‘mimarlık anıtı' üzerinden portreliyor. ‘Koolhaas Houselife' yapının tüm özelliklerini mükemmel bir şekilde yakalıyor. Ama bununla da kalmıyor: Bu müthiş ‘high-tech' hacme çok daha naif ve pratik bir perspektifle bakmamızı sağlayan hizmetliyi işin merkezine alıyor. Sinemasal yapım, evin hizmetlisi Guadalupe Acedo'nun ve ev ile ilgilenen diğer kimselerin günlük hikayeleri üzerinden kotarılıyor. Guadalupe'yi takip ederek ve onunla iletişime geçerek oluşturulan hikaye, yapının mekanları ve strüktürüne alışılmamış ve öngörülemez bir bakış atmamızı sağlıyor.
Mimarlık üzerine olan pek çok filmin aksine bu yapım, yapıyı, strüktürünü ve virtüözitesini anlatmaktan çok izleyiciyi, günümüz mimarlık ikonlarından birinin eserinin günlük samimiyeti içine sokuyor. Bu deneme, mimarlığa farklı bir şekilde bakma yetisi sunarken, ‘temsiliyetinin' sahalarını genişletiyor.
Ia Beka , film hakkında şunları söylüyor: "OMA'nın Bordeaux'daki evini ilk ziyaret ettiğimde, Guadalupe Acedo'nun evi ve onun ağır strüktürel mekanizmalarını iyi durumda tutabilmek için başa çıkması gereken rutinlerden çok etkilenmiştim."
BekaFilms
Sonuç olarak bu eserin hayatta ve işler vaziyette kalmasını sağlayan kişi, Guadalupe'nin ta kendisi. 'Koolhaas Houselife' (Koolhaas Ev Hali), pencerelerden, kapılara ve ünlü kütüphaneye çıkan hidrolik asansöre kadar evin tüm iç otomatik mekanizmalarına odaklanıyor. Bunu yaparken de, evin doğal halleri içinde açık bir televizyonda Jacques Tati'nin meşhur ‘Mon Oncle 'ını göstermek gibi keyifli referanslar vermekten uzak durmuyor.
‘Koolhaas Houselife', Storefront Sanat ve Mimarlık Merkezi 'nin 25 Mart-3 Mayıs arasında sunacağı üç bölümlü bir serginin parçası olacak.
Filme ait fragmanı izlemek için tıklayınız.
Bu haber Gizomodo, Stories of Houses ve Bekafilms'in sitesinden derlenerek hazırlanmıştır.