Her şeyi daha az kayıt altına aldığımız bir çağda, mimarlığın gelenek ve yerellik ölçeğinde izini sürmek mümkün mü? Tasarım Vakfı, 21 Mayıs Perşembe günü, mimarlık üretimini günümüz koşullarına uyarlayabilmek adına yerel ve modern üretim süreçlerini tartışmak üzere Özlem Yalım Özkaraoğlu moderatörlüğünde, Nevzat Sayın ve Timur Ersen'in katılımıyla "İz-siz Mimarlık" panelini gerçekleştirdi.
Endüstrileşme süreci ile yerel kimliğini kaybeden mimari, endüstriye çabuk tüketilen malzemeler sunan bir meslek olarak dönüşüm içerisine girdi. Gelenek, iklim ve coğrafya unsurları bertaraf edilerek gerçekleştirilen üretim, Türkiye ve dünyanın her yerinde gördüğümüz, birbirine benzer yapı tiplerini doğurdu. Bunun gibi yapılar, peyzajı, kültürü, geleneği yok eden, gelecek nesile ve kent hafızasına bir şey bırakmayan, silen/yok eden örnekler olmaktan öteye gidemiyor.
Bu noktadan yola çıkan Tasarım Vakfı, Koleksiyon Tarabya Kampüsü'nde gerçekleşen "İz-siz Mimarlık" paneli ile mimarlık dünyasını; peyzaj, kültür, coğrafya ve "yer" kavramlarını üretimin odak noktasına alan mimari anlayışın bugünkü karşılığını aramaya davet etti.
Moderatör Özlem Yalım Özkaraoğlu, panel başlangıcında son yıllarda kentleşme özelinde hepimizi etkileyen kentsel dönüşüm konusunu gündeme getirerek, İstanbul olarak şantiye halinde ve izimizi artık süremediğimiz bir noktada olduğumuzu ifade etti.
Geçmişi ve bugünü yeni yerlere taşıyabilme...
Bu tespitten hareketle, "Her şey hızla yıkılıyor ve yerine yenileri yapılıyor. Yeni yapılanların çok azı daha iyi. Keşke bozulmasaydı, keşke değişmeseydi, yerine yenisi yapılmasaydı derken buluyorum kendimi" sözleri ile konuşmasına başlayan Nevzat Sayın, sunumunda "gelenekle bugünkü dünyanın verilerini yeni yerlere taşıyabilme" adına projelerinden örnekler paylaştı.
İstanbul, Çiftehavuzlar'da, tamamen prefabrikasyon sistemi ile tasarladığı Irmak Lisesi 'nde, son katın ahşap yapılması ve hafifletilmesi üzerine ekibi ile birlikte bir çaba içerisinde olduklarından bahsetti. "1000 yıldır bu topraklarda yapılageldiği gibi ahşabın işlenmesi ile yapılmış bir yapı düşündük. Hem hafifliği, hem yapılma koşullarının neredeyse bir dülgerin becerisinde olması nedeni ile sürdürülebilir idi. Ancak ilginç olan şey şu; sürmedi, betonarme ile devam etti" sözleri ile yapının nasıl neticelendiğini belirtti.
Muğla'nın Fethiye ilçesinde gerçekleştirdiği Aydınlı Evleri projesinde ise, harman tuğlası kullandığını ve malzemenin ne olduğu kadar, nereden alındığının da önemli olduğundan bahsetti: "O malzemenin orada geçmişi var mı, malzemeyi nereden buluyorsunuz? Bu malzeme ile yapı yapmayı birilerine kolaylıkla anlatabilir misiniz ve onlar buna katılabilirler mi? Bu örnekte gördükleriniz müthiş sofistike detaylar değil, aksine brutal, hor kullanmaya müsait ve hemen hemen herkesin yapabileceği şeyler."
Nevzat Sayın, giderek hayatında çok önemli bir yer taşımaya başladığını söylediği, İzmir'in Dikili kazasının 25 köyünden biri olan Yahşibey projesi ile sunumuna devam etti. Sadece 250 kişinin yaşadığı 100 haneli köy, diğer köyler gibi boşaltılmaya başladığı noktada, Nevzat Sayın ve ekibi, köyü nasıl yeniden hayata döndürebileceklerini düşünmüş. Yaklaşık 110 hanenin içinden seçilen 10 evde, bu topraklarda defalarca denenmiş inşa yöntemlerinin biraz geliştirilmiş hali uygulanmış. Sayın, aynı zamanda malzemenin yöreye özgü olduğunu şu cümleleri ile ifade etti:
"Burada kullandığımız malzemeler için mümkünse hiçbir yere gitmiyoruz. Araziden topladığımız taşları kullanıyoruz. Hiç dışarıya hafriyat atmıyoruz, dışarıdan da buraya bir şey getirmiyoruz. Çatı, izolasyon malzemeleri gibi birtakım şeyleri almak için Dikili'ye kadar gidiyoruz. Ama bu kadar, İstanbul'a kadar gitmiyoruz."
Mimarlık ofisinin de bulunduğu Göksu deresinin kenarında konuşlanan yapıdan bahsederken ise, restore edilmeden önce, küçük ahşap bir yapı ve ona yapışan 50'lerden kalma betonarme bir yapıdan oluştuğunu belirtti. Ekip olarak "Acaba İstanbul'daki ahşap yapı geleneğinin modern dünyaya aktarabileceği, sunabileceği, verebileceği bir şey var mı?" diye sorduklarında, bundan daha fazlası olduğunu anlamışlar. Dolayısıyla ahşap yapının ölçü, oran, pencere, çıkma gibi meselelerini koruyarak; ama artık onu bir kez daha üretmek yerine, yeni bir yapıya ulaşmaya çalışmışlar. Bunu yaparken de, tamamen geleneksel bir yapı nasıl yapılıyorsa, aynı yöntem uygulanmış.
Dere yatağının içinde ahşap bir matristen oluşan bir tabana oturan Gümüşhane Kültür Merkezi projesinde de yerel malzeme ve teknik kullanımı ön plana çıkıyor. Gümüşhane, ahşap yapıyı çok iyi bilen, işleyen, bugün hala geçmişten kalan ahşap yapıları olan bir yer; "Tüm detayları buradaki eski yapıları referans alarak geliştirdik. Buradaki birçok detay aslında bugünkü teknolojilerle biraz daha karmaşık ve gelişmiş hale dönüştürülebilirdi; fakat biz basitlikte durmayı ve yapılageldiği gibi yapmayı çok önemli bulduğumuz için belli bir yerde durduk."
Emirgân'daki Sakıp Sabancı Müzesi'nde gerçekleştirdiği The Seed projesi için, yapım sürecinde geleneğin izini sürdüklerini, hala yapım sürecinin izlerinin görülebileceği bir sonuç çıktığını belirten Nevzat Sayın, son olarak "Buradan öğrendiğimiz pek çok şey var" dediği santralistanbul kazan daireleri projesini anlattı:
"Bizim bu yapılara müdahale ederken izlediğimiz yol, binayı ilk bulduğumuz andaki ruhunu korumaktı. Gerekmedikçe hiçbir şeyi söküp atmadan ve kullanabileceğimiz her şeyi sonuna kadar kullanarak, ipuçlarını yok etmeden, saklayarak, enteresan bir korumacılık örneği çıkardığımız söylenebilir."
"Mimarlıkta en ilham verici şey, malzemeyi bilmek"
Yerel malzemeye dair etik ve estetik kaygılarla ve yerel üretim teknikleri ile çalışan mimar Timur Ersen , konuşmasına, deneyimlerinin çıkış noktasının aslında endüstrileşme sürecine bir tepki olduğundan bahsederek başladı.
"Öncelikle, bir adım, hatta birçok adım geriye gidersek, bu gezegen yaklaşık 4,6 milyar yıla dayanıyor. Endüstrileşme sürecini analiz edip, iyi yorumlamamız gerekiyor ki, her şeyi yıkmadan, geriye, köklerimize dönebilelim" diyen Ersen, insanoğlu varolduğundan beri, toprak ve taş kullanarak yapı yapma eyleminde bulunduğunu ama endüstrileşme ile bu geleneğin kalkmaya başladığını söyledi.
9000 yıl önce Çatalhöyük'te, Harran'da ve dünyanın başka birçok yerleşiminde gözlemlenen yerel malzemenin, en iyi iklimsel değerleri içinde barındıran yapılaşmalara örnek teşkil ettiğini belirtti.
Ersen, 2012 yılında mimarlık eğitimini bitirdiği dönemden bu yana, Martin Rauch, Herzog de Meuron gibi ustalarla sahada edindiği deneyimlerden örnekler sundu. "Mimarlıkta bence en ilham verici şey, malzemeyi bilmek. Malzemeyi biliyorsanız tasarım kolaylaşıyor" diyen Ersen, sıkıştırılmış toprakla inşa yöntemi için şunları söyledi:
"Bu teknik yüzlerce yıldır kullanılıyor ama her projede hızlı ve ucuz geçişler yapmanız gerektiği için bu, toprak kullanımı ile çakışmıyor. Çünkü toprak zaman ister."
"Antikitenin en iyi örneklerinin olduğu bir coğrafyadayız"
Sunumlar bittikten sonra, moderatör Özlem Yalım Özkaraoğlu, çağdaş dünyada içinde bulunduğumuz yaklaşımlar neden sürdürülebilir kalamıyor?" sorusunu tartışmaya açtı. Tartışma; mimarlık okullarının programlarında geleneğe, yerelliğe dair hiçbir içerik olmadığı ve sanki her şeyin dün bulunmuş, bugün kullanacağımız, yarın da vazgeçeceğimiz gibi bir hızla yapıldığı yönünde gelişti.
Nevzat Sayın, tartışma sonunda "Antikitenin en iyi örneklerinin olduğu bir coğrafyadayız. Antik şehirleri mimarlık öğrencilerinin çoğu bilmez. Gündeminizde bu yoksa, böyle bir konu da kalmıyor." diyerek sözlerine son verdi.
Timur Ersen ise, kariyeri boyunca birçok engel ile karşılaştığını, mimarlıkta kullandığı tekniklerle ilgili yok edemediğimiz, yanlış bir imaj olduğunu ve bu önyargının ancak eğitim ile kırılabileceğini söyledi.