Dar kalıplar içine sıkışmış olan “iyi tasarım” olgusunun baştan tasarlanması gerektiğine vurgu yapan Beatriz Colomina ve Mark Wigley ile tasarımcıları büyük sorular sormaya çağıran 3. İstanbul Tasarım Bienali üzerine konuştuk.
3. İstanbul Tasarım Bienali Küratörleri Beatriz Colomina ve Mark Wigley ile “Biz İnsan Mıyız? Türümüzün Tasarımı 2 saniye, 2 gün, 2 yıl, 200 yıl, 200.000 yıl” başlığı altında gerçekleştirdikleri bienal üzerine yüz yüze konuştuk.
Akademisyen küratörler, bienal için oluşturdukları manifestoda dar kalıplar içine sıkışmış olan “iyi tasarım” olgusunun baştan tasarlanması gerektiğini söyleyerek katılımcıları tasarımın tanımını baştan yapmaya davet ediyor. Colomina & Wigley bu bienalle günümüz tasarımcısının sistem içindeki rolünü sorgulayarak onu bir anlamda köşeye sıkıştırıyor: “Küresel olarak içinde bulunduğumuz bu zor şartlarda bir tasarımcı artık problemlere pratik yanıtlar vermenin ötesine geçmeli ve büyük sorular sormaya başlamalı”.
“Yanıt bulan tasarımcı yerine soru soran tasarımcı fikri üzerine yoğunlaştık"
Bu bienali diğerlerinden farklı kılan onun akademik dünyayla çok sıkı bir bağ kurmasıydı. Tasarımı, sanat ve bilimle yan yana getirdiniz. Özellikle de arkeolojiyle… Tasarım bienalinin konseptini oluştururken nasıl bir fikirden yola çıktınız?
Beatriz Colomina: Tasarımın sadece ‘endüstriyel ürün’ gibi algılandığı dar düşünce kalıbını kırmaktı ilk amacımız. “Bu yaygın algılayış biçimini değiştirmek için ne yapılabilir, tasarım neye ihtiyaç duyuyor?” sorusu üzerine odaklandık. Sorunun yanıtını insanlığın başlangıcından son iki saniye öncesine kadar uzanan bir zaman aralığında aramaya başlayınca doğal olarak arkeolojiyle yakın bir ilişki kurmaya başlıyorsunuz. Arkeoloji müzesini aynı zamanda bir tasarım müzesi gibi görüyoruz. Arkeologların ve antropologların ortaya çıkardıklarına bakarak nasıl bir medeniyet yarattığımız üzerine birçok fikir üretmek mümkün.
Küratöryel Ekip’ten ‘İnsanın İcadı’, Alt Sanat Mekanı, Fotoğraf: Sahir Ugur Eren
Mark Wigley: Sıkıcı olmayan ve insanların tasarıma farklı bir bakış açısıyla yaklaşmalarını sağlayacak bir bienal yapmak istedik. İlk konuşmalarımız sırasında Beatriz, “Büyük soruları sormaya hep sanatçıların hakkı olduğunu düşünüyoruz. Tasarımcılarsa hep yanıt bulmaya çalışan taraf oluyor. Onlardan sadece belirli bir probleme pratik bir yanıt bulmalarını bekliyoruz” demişti ve bu düşünce bienal konseptinin kafamızda belirginleşmesine yol açtı. “Yanıt bulan tasarımcı” yerine “soru soran tasarımcı” fikri üzerine yoğunlaştık. Bu noktadan itibaren artık tasarımı bir ürün gibi algılamayı bırakıp onu; sanat, bilim, teknoloji ve hatta tarihle yan yana getirmemiz gerektiğini anladık. Ve tüm bu disiplinleri tek bir çatı altında bir araya getiren bilim de arkeolojiydi. Arkeoloji, türümüzün tortulu tarihini ortaya koyuyordu. Tasarım üzerinde durduğumuz şeydi ve katmanların üzerinde yer alıyordu. Bu kadar çok katmanı bir arada İstanbul’dan başka hiçbir bir şehirde bulamazsınız. Yerin merkezine ve uzaya doğru giden birçok katmandan bahsetmek gerekiyordu. Sonunda ‘tasarım’ düşüncelerimizde artık sadece bir objenin tasarımı olmaktan çıkıp bütün gezegenin tasarımına doğru evrilmişti.
"Sonuç olarak bugün artık herkes birer 'tasarımcı'"
Bugünün tasarım dünyası estetiği yüceltiyor ve biraz da lüks tüketim sisteminin bir parçası gibi algılanıyor. Tasarımı, bilimle yan yana getirmek istemenizin bu algıyı değiştirmeye çalışmakla ilgisi var mı?
BC: Bilim olarak arkeolojiden bahsettiğimizde ortaya bir zaman meselesi çıkıyor. İnsanlık tarihinde geriye doğru, örneğin bundan 2 bin yıl öncesine gittiğimizde isim olmuş bir tasarımcıdan, markalaşmadan ve endüstriden söz etmek mümkün değil. Son iki saniye öncesini ele aldığımızda ise dünyanın birçok farklı yerindeki milyonlarca insanın kendi facebook, instagram ya da snapchat hesabını yeniden tasarladığına şahit oluyoruz. Sonuç olarak bugün artık herkes birer “tasarımcı”. Tasarım dünyasına herkes bir biçimde katkıda bulunuyor. Marka olarak tasarımı ya da endüstriyel tasarımı, insanın ne olduğu sorusuyla karşı karşıya bıraktığınızda zaten tasarım fikrini de bir şekilde demokratikleştirmiş oluyorsunuz.
"Artık dar kalıplara sığdırılmaya çalışılan tasarım tanımı bizi tatmin etmiyor"
Manifestonuzun bir bölümünde “Artık iyi tasarım olgusuna sığınamayız. Tasarımın baştan tasarlanması gerekiyor” şeklinde bir ifade var. Tasarımın baştan tasarlanmasıyla tam olarak neyi kastediyoruz? Bunu biraz açar mısınız?
MW: Bunu biz de bilmiyoruz. Bunun yanıtını bulmak için yaptık bu bienali zaten. Tasarımın baştan tasarlanması gerektiğini biliyoruz ama bunu nasıl yapmamız gerektiğini tartışmak için buradayız. Bu konular üzerinde düşünen birçok arkadaşı davet etmemizin nedeni de bu. Belki onlar yanıtı biliyorlardır.
BC: Baştan tasarlamakla aslında baştan tanımlamayı kastediyoruz. Tasarımı bir konsept olarak yeniden tanımlamamız gerekiyor çünkü artık dar kalıplara sığdırılmaya çalışılan tasarım tanımı bizi tatmin etmiyor. Bundan yüzyıl öncesine, endüstrileşme dönemine ait bu tanım. Dünya şu anda post post endüstriyel çağı yaşıyor. Biz de bu çağa yanıt veren bir tanım arayışı içindeyiz.
Bu bağlamda günümüz tasarımcısının rolü hakkında ne diyebiliriz?
BC: Bugünün tasarımcısı ya da mimarı aynı zamanda bir filozof, bir düşünce insanı ve bir arkeolog da olmalı. Sanatçıya ait olan dünyanın bilinç düzeyini arttırma görevini de üstlenmeli. Ticari olmanın ötesine geçip sadece sistemin bir parçası olmaktan çıkmalı. Biz tasarımcıların soru sormasını istiyoruz artık.
MW: Kesinlikle. Sanatçı, sistemin dışında kalan ve olaylara felsefi bir açıdan yaklaşıp onları sorgulayan biri. Günümüz tasarımcısı ise daha çok sistemin içinde yer alıyor. Sisteme hizmet ediyor ve soru sormaktan kaçınıyor. Biz tasarımcıların aynı zamanda birer sanatçı olmalarını istiyoruz. Tasarımın bir probleme verilen yanıt olduğunu fikrini seviyoruz ama bu sizce de biraz sıkıcı, biraz mekanik değil mi? Bazı büyük düşünürlerin aynı zamanda büyük tasarımcılar olduğunu da biliyoruz. Temel olarak tasarımı bir düşünme biçimi olarak ele almalıyız, aslında ‘baştan’ düşünme biçimi olarak demek daha doğru. Baştan düşünmede ise yanıt vermek yerine soru sormak var.
"İsim olmuş tasarımcılara gitmek yerine düşünen insanlara başvurmayı yeğledik"
Bienal için dünyadan ve Türkiye’den 26 farklı üniversiteyle işbirliği yaptınız. İşleri seçerken hangi kriterleri göz önüne aldınız? Nasıl bir organizasyon yapısı kurguladınız?
BC: Bienalin ilk yılında başlatılan Akademi Programı’nda Türkiye’den ve yurtdışından üniversitelerin katıldığı ve bienal teması kapsamında üniversitelerde yapılan çalışmalar sergileniyor. Türkiye Tasarım Kronolojisi bu çalışmalardan biri. Biz de birer akademisyeniz, bu nedenle bienale bir araştırma projesi gibi yaklaşıyoruz. Dünyanın birçok üniversitesindeki hoca ve öğrencileri bienal teması üzerine düşünmeye davet ettik. Bu tipik bir bienal değil. İsim olmuş tasarımcılara gitmek yerine düşünen insanlara başvurmayı yeğledik. Düşünen insanlar da çoğunlukla üniversitelerde bulunuyor. Tabii, bunun dışında birçok STK’yı, gönüllü çalışma grubunu da bu çalışmaya dahil etmeye çalıştık.
MW: Bu bienalin diğer bienallere göre çok daha geniş bir bant aralığının olduğu söylenebilir. Çünkü bienal çok geniş bir zaman aralığını ele alıyor ve birçok disiplini bir araya getiriyor. Ve en önemlisi çok geniş bir katılımcısı var. Bence diğer bienallerden farkı da bu noktada ortaya çıkıyor. Neredeyse 1000 katılımcı projeden bahsediyoruz. Ama tasarımı yeniden tasarlamak söz konusu olduğunda bu o kadar büyük bir sayı değil.
Bu bienali nasıl organize ettiğimiz sorusuna dönersek bunu basit bir şekilde yanıtlamaya çalışalım. Tasarım hakkında bir polemik yaratmaktı ilk amacımız. Bunun için ilk altı ayımızı bu manifestoyu yazmakla geçirdik. Tasarım hakkında sürekli okuyup, düşünüyorduk. Manifestoyu İstanbul’daki Arkeoloji Müzesi’nde sunduktan sonra insanları buna tepki vermek üzere davet ettik. Sonrası biraz daha kolaydı çünkü kime “Biz İnsan Mıyız?” diye sorsanız buna yanıt vermek ister. İster bir beyin cerrahına, ister bir mimara ya da bir film yapımcısına sorun herkesin yanıtı “Kesinlikle!” olacaktır. Bir kez manifesto ortaya konduktan sonra insanlar inanılmaz projelerle geri dönmeye başladılar bize.
Tasarım dünyasının bugün karşı karşıya olduğu en büyük zorluk nedir size göre? Bienal bunun için herhangi bir öneride bulunuyor mu mimar ve tasarımcılar için?
BC: En büyük zorluğun insanın hayatta kalma savaşı olduğunu düşünüyorum. Bienaldeki birçok iş büyük felaketlere karşı durmuş insanın hayatta kalma başarısını belgeliyor.
MW: Her şeyin tasarlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Tasarımcıların kendi alanlarını yeniden tasarlamaları için birçok fırsat var. Tasarım farklı ve merak uyandırıcı bir bakış açısıyla yeniden ele alınabilir. Bu bienalin tek amacı bu merakı yeniden harekete geçirmekti. Örneğin, bienalde karşınıza çıkan ilk işlerden biri ölü bir insan bedeniydi. Bu sergi insanın kendi ölümlülüğüyle yüzleşmesi üzerineydi. Bienalin en etkileyici işlerinden bir diğeri ise güzel ve yaşlı bir kadını konu alan film. Ölüme çok yakın olmasına karşın kendi yaşlılığını ve dişiliğini kutlayan bir kadın. Kendi ölümünüzle yüzleştiğinizde daha yaratıcı, daha iyi işler ortaya koyabileceğimizi düşünüyorum.
Marshmallow Laser Feast ve Analog’dan ‘Memex’ Fotoğraf: Sahir Ugur Eren
"İstanbul sistemi sorgulamaya başlamak için en doğru adresti"
Türkiye ve İstanbul’un geçirdiği zor dönemi göz önüne alırsak siz nasıl bir bienal deneyimi yaşadınız?
MW: Bu süre içinde belki de tüm hayatım boyunca öğrendiklerimden daha fazlasını deneyimledim diyebilirim.
BC: Evet, bienal bizim için gerçekten müthiş bir deneyimdi. En güzel kısmı insanlarla bir arada çalışarak ortaya harika işler çıkarmaktı. Bu bienali içinde bulunduğumuz durumu tartışabileceğimiz bir platform olarak tasarladık.
MW: Türkiye ve İstanbul’un sıkıntılı bir dönemden geçiyor olması işlerimizi sekteye uğratmadı. Aksine bienale daha çok bağlanmamızı sağladı. Çünkü tasarımın sadece iyi zamanlarda değil, asıl böyle zor zamanlarda tartışılması gereken bir olgu olduğunu düşünüyoruz.
BC: Sadece Türkiye değil, tüm dünya zor zamanlardan geçiyor. Brexit’i, sığınmacı sorununu ele alın. Ekolojik, politik tüm meselelere acilen küresel olarak yanıt bulmamız gerekiyor. İstanbul ise sistemi sorgulamaya başlamak için en doğru adresti.