Hakan Evkaya, yok olmak gerçeğini ve kesinliğini defalarca yinelediğini belirttiği, Üç serisinin iki kitabı "Karanlık Şafak" ve "Kusursuz Karanlık" ile Mimarın Kalemi'ne konuk oldu.
Kaleminden çizim değil kelimelerin sayfalara yansıdığı mimarların konuk olduğu Mimarın Kalemi söyleşi serisi; 2x1 Architects kurucularından Hakan Evkaya ile devam ediyor.
"Her şey için bilinen en net veridir yok olmak. Bence var olmak ve var etmek fazlasıyla abartılan kavramlardır. Asıl önemlisi döngüdür. Ve döngü yok olmakla başlar. Tabii, bunun tersini iddia edenler ya da bu yorumu fazlasıyla kötümser bulanlar olacaktır.
'Yok olmak' (ölüm yerine bu kavramı kullanmalıyım) hayatın en kesin gerçeğidir. Bizler için bu gerçek, bilmeyi ertelediğimiz ya da bu kadar kesin bir gerçeği bir sürpriz olarak gördüğümüz bir sondur. Ben bu kesinliği bu kitaplarda defalarca yeniledim. Bundan kaçamıyorum."
diyerek başlıyor Hakan Evkaya, 2021 Ocak ayında Sıfır Yayınları'ndan çıkan Üç "Karanlık Şafak" ve "Kusursuz Karanlık" kitaplarını anlatmaya. İki kitapta topladığı öykülerinde, distopyalardan masallara farklı türler iç içe geçmiş. Her öykü, yazarın kadim yol arkadaşı ve 2x1 Architects kurucularından Kutlu İnanç Bal'ın illüstrasyonları ile başlıyor.
Kitabınızın isminden başlayalım; neden Üç?
Hem ilk kitapta yer alan öykünün isminden geliyor hem de bir üçleme bu aslında. Üçüncü kitap format olarak daha farklı ve sıra dışı. Bu kitabın basılması için, bu iki kitap okurlarına bir konuda açık çağrı yapacağım. Bu çağrı sonucunda üçüncü kitap bitecek ve basılacak.
Karakterlerinize, bir kişi hariç, yabancı isimler vermişsiniz.
Tüm dünya dillerine ait isimler kullanıyorum. Bence bilim kurgu; dil, ırk, din vb. kavramlar barındırmaz. O sebeple tüm dünyaya ait isimler hatta olmayan, uydurma isimler kullanıyorum.
Birinci Kitap: Karanlık Şafak - I. Üç
Birinci Kitap: Karanlık Şafak'ın ilk dört öyküsündeki karakterler; yalnız, sevgisiz, yaşadığı hayattan, yaptığı işten, kendinden memnun değil, bunun sonucu olarak da öfkeli...
Evet, bu doğru bir tespit. Ama bahsettiğiniz bu öfkenin asıl dışa vurumu dördüncü öykü olan “Sinek” isimli hikâyedir.
Genel olarak yaşantımıza ait eleştiriler tüm öykülerde bir miktar var aslında. Bahsettiğiniz bu “öfke” bir süre önce yüzleştiğim ve içselleştirdiğim bir kavram.
Her bireyin kendini özgür hissettiği ancak kusursuzca şekillenmiş mühendislik harikası raylarda, bir santim bile şaşmadan ilerledikleri ilginç bir döneme tanıklık ediyoruz. Tüm kararlarımız başkaları tarafından alınıp uygulanıyor. Bahsettiğiniz “öfke”nin içselleştirilebilmesi için öncelikle bu gerçeğin kabul edilmesi gerekli bence.
İlk kitapta altıncı öyküden sonra, yeraltı edebiyatı yerini masallara bırakıyor gibi.
Aslında “masalsılık” hep aradığım, hep üretmeye çalıştığım bir durum. Bu sebeple bu yorumu duyduğuma çok sevindim.
Masallar, bir anlatıcıya sahip olmaları ile diğer yazı türlerinden ayrışırlar. Anlatıcı masalı kendince yorumlayabilir. Her anlatımda masal biraz daha değişir. Her anlatıcının dilinde değişim sürer. Sonuç mükemmelleşme midir? Bilmiyorum ama masallar canlı gibidirler.
Ve masallarda her zaman olduğu gibi, sonunda iyiler kazanacak diyebilir miyiz?
Ben bu konuda farklı düşünüyorum. İyi sonlar ya da kötü sonlar yoktur bence. Sadece “son”lar vardır. İyilerin kazandığı hikâyelerde her zaman ortak bir “iyi” aranmalıdır. Yani herkes için iyi olmalıdır. Ama çoğu şey gibi bu kavram da sübjektivite barındırır ve tanımlanması gerekir. Yine hemen her kavram gibi karşıtı ile pekişir ve değişir. Bu yüzden karşıtlıklar belirginleştirilmeli ve pekiştirilmelidir.
İkinci Kitap: Kusursuz Karanlık'ta, kutsal kitaplardan kıssaları andıran bölümler var. Öykülerinizi, tüm bu türlerin karması olarak değerlendirebilir miyiz?
Sanırım bu biraz iddialı bir söylem olur. Sadece bu konuda bir deneme diyebiliriz. Benim hayatımın ciddi bir bölümü okuyarak geçiyor. Okumalarımda her zaman değişik kaynaklara ulaşmayı deniyorum. Bu yüzden okumaların bünyemde yarattığı etkinin sonucu olarak bu “karma” deneme ortaya çıkmış olabilir. Bu konuda net değilim.
Birinci Kitap: Karanlık Şafak - IX. Komutan Rava
Distopyalara gelirsek; nispeten aşina olduğumuz kavramlar var; sıçramalar, uzay çalışmaları, yapay zekâ… Ve akıl sınırlarını zorladıklarınız; bilinçaltı aktarıcıları, galaksiler arası gezmeler, gizli iksirler, buluşlar… Siz nasıl bir gelecek istiyorsunuz?
Tüm distopik bilim kurgular aslında birer uyarıdır. Süreç, geleceğe ait bazı sonuçlar üretmek üzere geliştirilir. Temenni ise bu gelecek senaryolarının hiçbirisinin olmamasıdır. Benim de temennim; temiz teknolojiye geçiş sürecinin tamamlanması ve gezegenimizle barışık bir hayat.
En dikkat çeken öykülerden biri “Yaratık”.
“Yaratık” kelime ve anlam itibari ile ithal sinema sektöründe tüketilmiş bir kelime bence. Oysa ki bu kelime yapısı itibari ile çok şeyi anlatır. “Yaratık” yaratılmıştır. Ama kim tarafından ve nasıl yaratıldığı belirsizdir. Nasıl oluştuğu ya da dönüştüğü muğlaktır. O yaratılmış bir canlıdır.
Bu kelimenin tüketilmesi ile beraber popülerlik kavramsal olarak “yaratık”ı olumsuz bir kavrama dönüştürmüştür. İronik olan, bu kelimenin yapı itibari ile belirsiz bir yaratıcı tarafından yaratılmış bir canlıyı vurgulamasına rağmen onu dönüştürenin son derece belirgin, düpedüz tüketilmiş popülerlik oluşudur.
Yaratık, aslında derin bir acının ürettiği intikamın aracıdır. Boş yere yok edilmiş bir köpeğin kadim tanrılarına yakarması ile ortaya çıkar. (Bundan hikâyede bahsetmedim)
Çirkinlik de karakterlerde baskın bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Gerçek anlamda mı kullandınız yoksa farklı bir şeye mi dikkat çekmek istediniz?
Gerçek anlamı ile kullandım. Asla başka bir şeye gönderme ya da başka bir ifadeye araç olarak kullanmadım bu kelimeyi. Çünkü çirkinlik, başlı başına güçlü bir kelimedir.
Dünyamızı düşünürsek; her şeyin güzellik üzerine kurulu olduğunu ve çirkinliğin zaman içinde en güçlü dezavantaja dönüştüğünü görebiliriz. Olur mu canım? İç güzelliktir önemlisi seslerini duyar gibiyim. Dünyanın en büyük yalanıdır bu. Güzellik bu gezegendeki en önemli avantajlardan biridir, çirkinlik ise bir canlıyı yok edebilir. Örneğin; yüzüne bakılmayacak çirkinlikte olan bir köpek için hayatta kalmak görece sempatik ve daha şirin bir köpeğe göre daha zordur. Sevilmek ise çoğunlukla bir hayaldir.
"Yaratık"ta da değiniyorsunuz; insanlar farklı, değişik olanı anlamaya çalışmak yerine, acımasız bir şekilde dışlamak -daha kolay olduğu için belki de- eğiliminde. Düzelme şansı var mı sizce?
Tüm distopik hikâyelerime rağmen benim insanla ilgili umutlarım hâlâ var. Hatta genç nesli gördükçe, tanıdıkça bu umudum daha da artıyor. Gelen her yeni nesil, anlamayı daha doğru yöntemlerle geliştiriyor. Bunu nasıl söylüyorum? Aslında cevap çok basit. Bunu anlamak için yirmilerinde olan birilerinin hayvanlarla kurduğu ilişkiye bir bakmanız yeterli. Az önce bahsettiğim, çirkin bir köpeğin umududur bu çocuklar. Görülemeyeni görme yeteneğine sahiptirler.
Şimdi eski nesilleri bir hayal edelim, mahalledeki kedileri köpekleri fazlalık olarak gören hatta çoğunlukla belediye ekiplerinin zehirlemesini isteyen nesiller. Evet, bu bir genelleme, eski nesillerde de iyi olanlar vardı ama yeteri kadar değildi.
Analitik bilgiler her zaman bir bireye öğretilebilir ama arabayla giderken yolda gördükleri bir poşeti ölü bir hayvan sanıp tüylerinin dikenleşmesi öğretilemez. Bu yeni nesillerin sahip olduğu empati yeteneğidir. Bu yüzden düzelme şansı-mız hâlâ var, hâlâ umutluyum.
Aşk da var öykülerde. Kendinizi romantik olarak tanımlar mısınız?
Romantik olmak çok fazla başkalaşmış ve değiştirilmiş bir kavramdır. Orijinal anlamı ile düşünürsek duygularıma güvenirim diyebilirim. Ama bunu yine bilimsel yani rasyonel bir yöntem ile açıklarım. Duygular, canlıya ait evrimin en güzel hediyeleridir. Hayatta kalmak, çoğalmak ırkımızı sürdürmek için gelişmiş olan bu yetenek içinde bulunduğumuz zamanda değişmiş olsa da hala bizim için avantajdır.
Bu bağlamda romantiğim diyebilirim. Analitik olarak yorumladığım duygularımla hareket ederim. Aşk bu duygularımdan birisidir. Çok nadiren rastladığım ama çok sevdiğim bir delilik halidir.
İklim krizi, susuzluk, kıtlık bir tarafta iken diğer tarafta doğada yer alan bitkiler, şifacılar var ikinci kitapta... Kurtuluş doğaya dönüş olabilir mi?
Kesinlikle. Doğa ana o kadar güçlü ki, o kadar kadim ki, hâlâ çözüm onda. İnsanoğlunun başına ne geldiyse, doğayı anlamamasından ya da doğayı anlamış bilim insanlarını dinlememesinden gelmiştir. Örneğin; içinde bulunduğumuz pandemi bile senelerdir bilim insanlarının uyarmaya çalıştığı bir sonuçtur. Aynı felaket filmlerinin başında olduğu gibi yani. Bu tür filmleri herkes bilir. Başlangıçta bilim insanları yöneticileri uyarmaya çalışır. Ama bu uyarılar hep gereksiz ve abartılı bulunur. Tabii bu durum normal aksi halde film olmazdı değil mi?
Şimdi bu güne bakalım. Dışarıda gözle göremediğimiz bir şey var ve insanları öldürüyor. Bu şimdi bir bilim kurgu değil de nedir? Pandeminin başlangıcında, sokağımızda bir polis aracı birbirlerine yakın duran insanları megafon ile uyarmıştı. Zamyatin vari bu sahne bir distopya değil de nedir? Bence doğaya dönüş çağına geçmediğimiz sürece kurtuluş ihtimâlimiz çok zayıf olacak.
İkinci Kitap: Kusursuz Karanlık - XIV. Sivrik
"Sivrik" isimli öykünüzde, insan ölümsüzlüğü buluyor ama o da yetmiyor, ne olursa olsun kendini mutsuz edecek bir şeyler buluyor sanırım. Neye sahipse diğerini istemek, ben yaradılış diyorum, siz ne dersiniz?
Bence psikolojik bir yanı var bu duygunun. Bu sorunun cevabı; egzotik bir meyvenin neden egzotik olduğu ile ilgili bence. Elimizde olmayanı bulmaya çalışmak, istemek evrimsel bir gerçektir. Elimizde olmayanı almaya çalışmak hareket etmeyi gerektirir. Hareket etmek ise hayatta kalma olasılığını arttırır. Bu yüzden elinde olmayanı isteyen genler günümüze kadar gelmiştir. Elindeki ile yetinen ise olduğu yerde kalıp yok olmuştur.
Öyküleriniz, insanın hep temel, ruhunu doyuran ihtiyaçlarının önemine bağlanıyor. "Komutan Rava" isimli öyküden bir bölüm: "Tüm yaradılış, insan da ve evren de böyle gibi dedim, basit malzeme ile aklın alamayacağı karmaşıklık ve zenginlikte…"
Evet, çok doğru tespit. İşte bu sadelik ile bu üretim o kadar etkileyici ki. Tüm elementler aynı atom altı parçacıklar ile üretilmiştir. Aslında Cern deneylerinde gördük ki atom altı parçacıkları tahminimizden çok daha zengin bir dokuya sahip. Ama bu konuda Hawking’in iddiası olan tanrı parçacık yani her şeyin ana maddesi gerçek bence. Ne gariptir ki, bunu uzak doğu felsefesi binlerce yıl önce söylemiştir. Tüm canlılar hatta tüm madde, özünde aynı temele dayanır.
Etkileyici olan ise bu sadelikte bir başlangıcın sunduğu zenginliktir.
Finali, “Evrimin başarısız olduğunu kim inkâr edebilirdi. Olmamıştı bu ırk.” ile yapmak isterim.
Olmadı evet. İnsanların kendileri dahil, gezegendeki hiçbir şeye saygıları yok. Tüm maksat, hayat boyu para kazanmak. Anlamadığım şey; insan denilen yaratığın neden hayatının sınırlı olduğu gerçeğini anlayamamasıdır. Geçenlerde bir haber okumuştum, Bill Gates'in yeni yatırımları ile ilgili. Yani tabii ki, emekli ol artık, diyemem. Ama, neden bu gücü muhteşem bir şeyler için kullanmıyor? Anlayamıyorum. Çok değil, 20 yıl içinde bu dünyadan gidecek olduğunun farkında olmasına rağmen yine de kaynakları tüketmek ile ilgili yatırımlar yapması ironik.
Bu ırk o kadar olmadı ki; en önemli özelliğimiz olan “merak” kavramını bile kaybettik. Düşünsenize; gökyüzünün neden mavi olduğunu bile merak etmiyoruz. Sorgulama yeteneklerimiz yok oldu. Söylenen her şeye inanıyoruz. Bence tanıklık ettiğimiz şu dönem, Marx’ın söylediği, katı olan her şeyin buharlaştığı bir dönemdir, tüm değerlerin yitirildiği.
Musk isimli birisi, Tesla ismini alıp, kendi üretimi olan araçlara koyabiliyor. Bizler hiç sorgulamıyoruz bile. Kendini gezegenin kurtarıcısı olarak atfeden bu kişi, aslında gezegenin sonunu getirecek kişidir. Ama kimse bunu görmek bile istemez. Soruyorum; üzerinde çöpe atılmaz simgesi olan bir adet kalem pilin, on binlerce kat kapasitesine sahip milyonlarca bataryayı, Afrika’da satın aldığı toprağa gömerek mi kurtaracak gezegeni? Yine her şey para için ve her şey oyun. Eğer evrim başarılı olsaydı, bu tür şarlatanlar barınamazdı bu gezegende.