"Türkiye'de Mitolojik Bir Tarih Yazınını Doğrulayacak Fiziksel Çevreler Yaratılıyor"
E. Seda KAYIM
/ 28 Ocak 2009
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ofisi, Çarşamba Toplantıları kapsamında Uğur Tanyeli'yi konuk etti. "Kültür Mirası" başlığı altında düzenlenen yuvarlak masa toplantısında Tanyeli, modern dünyanın kültür mirası kavrayışını var ettiğini belirttiği "tarihi mitolojikleştirmek" eyleminin sorunsalları üzerinde durdu.
Toplantının açılışını yapan 2010 Ofisi Kentsel Uygulamalar Direktörü Korhan Gümüş, "kültürel miras" kavramının konstrüksiyonunun 19-20.yy dahilinde tarihsel bir söylem olarak ortaya çıktığını dile getirdi. Gümüş, aynı kavram çerçevesinde 2010 hazırlıkları ve İstanbul'un kentsel mekanlarına dair sıkıntılara da değindi.
Tanyeli ise konuşmasına, kültür mirasının problemli olduğu çoğunlukla gözden kaçan bir kavram olduğunu belirterek başladı. Bu kavramın inşa pratiklerini anlamlandırmak için ‘tarihin mitolojikleştirilmesi' olarak nitelendirdiği bir tarih yazınının dinamiklerine değineceğini dile getiren Tanyeli, öncelikle ‘mitos' ve ‘mitos yaratmak' şeklinde bir ayrımı vurguladı. Tanyeli antik mitosların ‘olmazsa olmaz' bileşenlerinin bir kutsallık, kült alanı, bir öykü ve atribü olduğunu, modern mitoslarda ise tüm bu bileşenlerin bir arada bulunmasına rağmen atribüye ihtiyaç duyulmadığı açıklamasını yaptı. "Mitosu yapı değişimine uğratan şey nedir?" sorusunu yönelten Tanyeli, cevabı vermek için nesnenin anlamının küçük bir tarihsel özetini yapmak gerektiğini söyledi.
"Ayasofya'nın bir kültür mirası olmak üzere inşa edildiğini düşünemeyiz"
Premodern dünyada nesnelerin elbette fiziksel olarak eskidiklerini, ancak anlamlarının eskimediğini dile getiren Tanyeli, modernite ile birlikte nesnenin anlamının fiziksel varlığı tarafından kodlanmadığına dair bilincin oluştuğunu belirtti. Bu tespitten hareketle nesnelerin maddi varlıklarının eskimediği ancak anlamlarının gayet tabii eskidiği bir dünyada olduğumuzu vurgulayan Tanyeli, bu çıkarıma en iyi örneğin modada bulunabileceğini ekledi. Buna karşılık, modern öncesi dünyada kültür varlığının inşası gibi bir problem olmadığı gibi nesnelerin ve dolayısıyla yapıların miras değeri taşımadığını vurguladı. Hiçbir şeyin bugünkü anlamıyla tarihselleşmediği premodern dünyaya yönelik olarak Japonya'daki Ise Tapınağı örneğini veren Tanyeli, belirli aralıklarla yıkılıp yeniden inşa edilen ve kutsallığından hiçbir şey kaybetmeyen bu yapıdan yola çıkarak günümüzün "tarihsel anıt" kavrayışının farklılıklarına da değindi.
Tanyeli bugün tarih mirası olarak etiketlediğimiz Ayasofya veya Süleymaniye gibi yapıların da kendi dönemlerinde bir miras bırakmak anlayışı ile inşa edilmediklerini, bu yapıların mitosunun yapının öznesi değil nesnesi olduğunu dile getirdi. Aynı zamanda premodern dünyada tarih algısının çizgisel değil dairesel bir süreklilik ilişkisi içinde olduğunu hatırlatan Tanyeli, tarihin tekerrür ettiği inanışının da miras bırakmak eylemini geçersiz kıldığını açıkladı. Dolayısıyla söz konusu yapıların bugünkü kültür mirası kavrayışı ile inşa edilmiş gibi ele alınmasının olanaksızlığının altını çizen Tanyeli, bu anlamda Wright gibi modern mimarlık aktörlerinden Mimar Sinan'ın yapısal faaliyetini de ayırt etmek gerektiğini sözlerine ekledi.
"Ulusal kimlik inşaatı talebi de mitolojik bir tarih yazın faaliyeti"
Bir kilisenin "tanrının evi"nden tarihsel bir anıt haline gelmesiyle vuku bulan süreci, Alois Riegel'in "modern anıt kültü" kavramından hareketle açıklamaya gayret eden Tanyeli, Riegel'ın "zamanın nesneye bir aura eklediği" şeklindeki anlamlandırmasını da sorguladı. Artık maddesel varlığına ihtiyacımız olmayan nesnelere bir değer / anlam yüklediğimizi, yeni atribüler biçtiğimizi dile getiren Tanyeli, söz konusu auranın üretiminin de basitçe nostaljik bir değer olarak görülmesinin mümkün olduğunu belirtti. Tanyeli kendi yönelttiği "Maddesel varlık nasıl yeniden anlam kazanıyor?" sorusuna ise şu cevabı verdi: "Nesne mitosa dönüşür ve mitosun görevi anlamı maddeye dönüştürmektir. Mitoslaştırma ile nesnelere / artifaktlara yeni bir kutsallık kazandırılır." Uğur Tanyeli, mitosların inşa edildiği, kültür varlığı şeklinde bir kavramı var eden bir tarih yazının ortaya çıktığını, yani mitolojikleştirilmiş bir tarih inşa edildiğini de sözlerine ekledi.
Söz konusu tarihsel mitos inşaatının pseudo-historiyografik denilebilecek yöntemlerle yapılageldiğini belirten Tanyeli, ulusal kimlik inşaatı talebinin de böyle bir inşaat olduğunu ve kültürel miras üretmenin belki dinsel kutsallık değil ama ulusal kutsallık için mitos üretmekle gerçeklendiğini dile getirdi. Tanyeli bu çıkarımını Bosna, Amerika, Mısır, Doğu Almanya ve İtalya'dan yapılı çevre örnekleri ile detaylandırdı.
"Sorun mitolojik tarihi gerçek tarih zannetmekten kaynaklanıyor"
Yer yer katılımcıların soruları ile Türkiye üzerinden de göndermelerde bulunan Tanyeli, Türkiye'de yapılı çevrenin mitolojik bir tarihi gerçek tarih olarak yazmanın bir aracı olarak kullanıldığını söyledi. Tanyeli şöyle devam etti: "Kültür mirası tanımının tamamen tarafsız yapılabileceğini sanmıyorum. Çünkü kültürün kendisi bizatihi ideolojik bir kavram."
Mitolojik tarih ve "gerçek tarih" kavramları üzerine dinleyicilerden gelen sorular ve karşı çıkışlar üzerine Tanyeli, "gerçek tarih" ile kastedilenin yeniden yazılabilir, özne olarak içinde rol alınabilir ve en önemlisi kutsallıktan yalıtılarak reddedilebilir bir tarih yazın anlayışı olduğunu belirtti. Mitoslaşmış tarihin ise kutsallık sahibi olduğunu ve özne ile ilişkisi olmadığını açıklayan Tanyeli, tartışılamaz görünen mitolojik tarihin kendini doğrulayacak fiziksel çevreyi yarattığının altını çizdi.
Süleymaniye Osmanlı mahallesi projesi gibi Türkiye'de "kültür mirası" kavrayışından örneklere de değinen Tanyeli, "Türkiye'de belki mitolojik tarihlerin de sayıca az olması, onları yıkılamaz kılıyor. Bu anlatılar ne kadar çok olursa, o büyük yapı da o kadar tartışılır oluyor" diyerek sözlerini bitirdi.
İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın