İnsan, mekan ve mimarlık... Birbirinden izole ederek kavranamayacak bu kavramların en ciddi çatışma noktalarından biri olan din ve kente dair düşülen asıl hata ise, mimarlıktan bağımsız düşünülebildiği zannedilen kent ve dinsel mekan gibi gözüküyor.
Fotoğraf: A.N. Tombazis & Associates Architects
Mimarlık okumaya hasbelkader karar vermiş, ‘ÖSS mancınığı' ile üniversiteye girmiş, mimarlık ve kent üzerine pek de fazla kafa yormamış tüm gözler için bir aşinalık anıtı olan cami mimarlığı, daha üniversite birinci sınıftan hepimizi sarsar. Pek çoğunun "Tüm camiler birbirine benzemektedir, olsundur, cami demek ki böyle bir şeydir, simgeselliği çok değerlidir" diyerek, üzerinde bile durmadığı bir konu, suratımıza tokat gibi çarpar. Ve sorgulamaya başlarız, çünkü artık mimarlık düşünmeyi öğrenmekteyizdir. Ne var ki, Türkiye'de dini yapıların içinde bulunduğu toplumsal ve tasarımsal çıkmazları görmek için, mimar olmak gerekmemektedir. On yıllardır yazılıp çizildiği gibi: Günümüz teknik imkanlarını kullanmayan, coğrafyasına, toplumuna ait olmaktan çoktan çıkmış bir dizi biçimi, ikonlaşma zırhından kurtarmalı, mimarlığı dini yapılara ‘almalıyız'. Peki, ama nasıl? On yıllardır yazılıp çizilmesinin çok şey değiştirmediğini görerek sorduğumuz bu ‘nasıl'ın cevaplarını bulmaya çalışmalıyız.
Din, kültür, kent, insan, mekan ve mimarlık... Birbirinden izole ederek kavranamayacak bu kavramların en ciddi çatışma noktalarından biri, belki de din, kent ve mimarlık. Düşülen asıl hata ise, mimarlıktan bağımsız düşünülebildiği zannedilen kent ve dinsel mekan gibi gözüküyor. Mimarlık ibadet yapılarının kapısında yaşadığı tıkanıklığı, belki de kente katılan, kentle birlikte tahayyül edilen bir dinsel mimarlıkla aşmalıdır.