Fotoğraf : Rânâ Güzeldir
“oysa gece tam yarısıdır bir günün/ ve daha güçlüdür gündüzden” der Turgut Uyar Acının Tarihi’nde. Gecenin kaybolmakla, karışıklıkla olan bağı gündüzün karanlıklarına da çağrı yapar. Karmaşa kaybolmayı davet eder, günün karanlığı da onları takip eder. Karanlıkta veya kasvetli bir havada kalabalıkta yürürken gerçekten yalnız mı yoksa kalabalık mıyız?
Tam olarak hangi döngünün içerisinde kayboluyoruz ve kendimizi bulmaya çıkıyoruz?
Fotoğraf : Onur Koca, İç Mimar
Değişen toplum, buluşma ve geçiş noktalarına odaklanarak yaşadığım çevreyi daha yakından inceleme yaparak fotoğraf notları oluşturmak oldukça heyecan verici. İnsanların bulundukları alanla kurdukları ilişkiler zamanla bütünleşerek birer koleksiyona dönüşerek yeni birer yansıma zemini oluşturmayı amaçlıyorum. Bu tutku nereden geliyor diye soranlar olursa aslında gündelik yaşamda hep geçilen ama belki de herkesin fark etmediği noktalara odaklanmak oldukça her zaman tutkulu geliyor.
Fotoğraf : Mert Uslu, Mimar
Ursula Le Guin’ın Mülksüzler romanında Odo ”Bütün olmak parça olmaktır; gerçek yolculuk geri dönüştür” der.
Bütünü oluşturan bir parça mıyım bilmiyorum fakat gitmek kadar geri dönüşün de önemli olduğunu biliyorum. Çocukluğumdan hatırladığım; zorlanarak çok yüksek bir dağa çıktığımda, ilk aklıma gelenin geriye bakıp buradan aşağı inemeyeceğim olduğu. Hala zaman zaman rüyalarımda var olur bu kesit.
İnsan her daim planlar yapar, bunların bir kısmı gerçekleşir bir kısmıysa sadece kurguda kalır. Bu planlar tüm yolculuğu soyuttan somuta evriltir. Fotoğraf da bu yolculukta an’ları soyuttan somuta evrilten bir eylemdir benim için. Yolculuğumdaki bazı an’ların sonsuza kadar benimle kalmasını sağlayan ve böylece onu somut bir gerçekliğe dönüştüren büyülü bir eylem. Bu eylemde yer alan her an, yolculuğumun kağıda aktarılmış küçük bir parçası esasında. Yolun gerçekliğini bu küçük parçalara dönüp baktıkça daha net kavrıyorum. Bakıp görmekle denklanşöre basmak arasında geçen o küçücük an’ı yakalamak ve onu somutlaştırmak, tasarıma dair giderek yoğunlaşan yolculuğuma tat katan mistik bir haz… Geri dönüşü düşünmek her ne kadar insanı korkutsa da, belgelenen her küçük an’ı geriye dönüp toplamak ve elinde var olanlar üzerine düşünmek Odo’nun gerçek yolculuğu geriye dönüşle ilişkilendirmesinin bir nedenidir belki de…
Fotoğraf : Berk Kır / Fotoğrafçı, İçerik Üreticisi, Sanat Tarihçisi
Özöğrenimli olduğu sanatsal üretim pratiğine bakıldığında fotoğraf medyumuyla ilişkilenen Berk Kır, fotoğraflarında hayatın akışına aykırı bir müdahale içerir. Zaman içinde meydana gelen olayları fotoğraflamak yerine, anları orada alımlayarak yarattığı sağduyu yaklaşımıyla başka zaman dilimlerinin içerisinde bir araya getirir. Kendi deyimiyle "hayat montajı" yaratır. Yaşadığı şehir olan İstanbul'da uzun mesafeli yürüyüşler yaparak bulduğu nesnelerle yaratacağı kompozisyonları destekler. Fotoğraf tekniklerini redderek, gerçekliğine en yakın bulduğu anları yaratmanın peşinden gider. Sanatçı; insan vücudu, mekan ve nesne arasındaki ilişkiye odaklanarak duygusal geçişlere ve çağdaş sorunlara yaklaşım geliştiriyor.
Fotoğraf : Hacer Bozkurt, Mimar, Mimari Fotoğrafçı
Antwerp, Belçika (Eylül 2022): Fotoğrafla tanışmaya başladığım, tanıştıkça yeni ilişkiler kurduğum bu şehir benim için hep önemli bir yere sahip. Arkadaşlarım, kahve sohbetlerimiz, yürüyüşlerimiz hepsi fotoğraflarla birlikte birikmeye devam etti. Zamanı ve mekanı aşan bir ağa dönüştü. Bu ağ zaman uzayıp dağıldı zaman zaman da tekrar bir araya geldi. Uzun bir aradan sonra tekrar geri döndüğüm bu şehir bana eve döndüğümü tüm sıcaklığı ile hissettirdi. Eskiden yaşadığım sokaklarda tekrar dolaşmak, sadece etrafı izlemek bu fotoğraf serisini doğurdu. Keyifli seyirler.
Fotoğraf : Çağatay Çomaklı
Kentlerin karmaşık ilişkiler ağından uzak; hız, ulaşım, zaman gibi kavramların alışılagelmiş 21.yy yaşantısından farklı bir anlam kazanan kırsal mekanlar fotoğrafçılık disiplininde bulunduğum noktayı ifade eder. İnsanın kendi zihniyle ve içerisindeki düşüncelerle bir başına kaldığı bu lokasyonlarda birbirinden çok farklı gibi görünen ‘’şey’’lerle kurduğu ilişkiler bir başka anlamı var ettiğinde fotoğraf için de yeni bir hikaye yaratılmış olduğunu düşünmekteyim. Diğer taraftan her fotoğrafın bir hikayesi olduğunu düşünüp bunun da çok da açık seçik olmayan bir şekilde ifade edilmesinin fotoğrafa değer kattığını düşünen fotoğraf disiplininden birisi olarak, sizin de bu seçkide incelediğiniz fotoğraflardan birer hikaye yaratıp, anlamlandırmanız temennim olacaktır. Kentsel alışkanlıklarımızdan biraz olsun uzaklaşıp sizi, kırsal bir yolculuğa çıkartmak isterim. Keyifli gezinmeler...
Fotoğraf : İrem Özgünay, Mimar
Salgın döneminin getirmiş olduğu süreçten biraz dışarı çıkıp Kiev şehrinde katıldığım bir konferanstan ve Kiev şehrinden bahsetmem biraz olsun içimizi ısıtması dileğiyle…
2019 yılında Kiev’de ikinci defa bulunduğumda şehri daha iyi algılama fırsatına erişebilmiştim. Yer yer dolu meydanları, boş sokakları ile insanı şaşırtmaya devam eden bir şehir Kiev. Meydanların birçok farklı amaç ile kullanıldığı, göz alıcı yapıların rengarenk olmasının şehir hayatına da yansıdığını görebiliriz. Gece gözü ve gündüz gözü ile bakıldığında ya da hafta içi ve hafta sonu günlerinde şehrin farklı algılanması mümkün. Çünkü çoğu zaman şehir hayatı çok hareketli ve hafta sonları bazı caddelerin trafiğe kapatılmasına ve şenliklere yer verildiğine tanık olmuştum.
Mimarlık etkinliğinden bahsedecek olursam; 2019 yılında Ekim ayında düzenlenen ‘gelişmekte olan teknolojilerle ilgili Avrupa’nın en büyük mimarlık konferansı’ olarak geçen ‘Architecture Of The Future 2019’ etkinliğinde dünyanın birçok ülkesinden katılan mimarlara, mühendislere ve birçok sektöre yer veren, 3 günlük bir etkinlikti. Keyif alarak dinlediğim, BIM teknolojisinden sıklıkla bahsedildiği ve sektörde iyi yerlere gelmiş insanlar ile iletişim kurabilme imkanına erişebildiğim bir etkinlik olmuştu. Bir nevi iş ağı kurabileceğimiz bir platformdu diyebilirim.
Kiev şehrinde İngilizce konuşan azdı. Haliyle iletişim kurmak zordu ama yüzü gülen insan çoktu. Şimdi geçmişe baktığımda iyi ki böyle bir etkinliğe katılmışım ve deneyimlere deneyim katmışım diyorum. Eğer salgın sonrası gitmek isteyen olursa mutlaka sokakların cazip enerjisine kapılsın ve müziğin ritmiyle dans etsin…
Fotoğraf : Banu Özel
Karanlık Oda'da ilk yazımı ve gezi fotoğraflarımı paylaşmamın üzerinden neredeyse 1 sene geçti ve bu süre içerisinde maalesef devam eden pandemi yeni yerler gezip görebilme imkânı sunmadı. Büyük bir içtenlikle önce "sağlık" olsun diyorum. Tesellimiz yine eski fotoğraflar...Her birine baktıkça "iyi ki" diyorum... İyi ki fırsat bulup gitmişim, iyi ki bu güzellikleri deneyimlemişim... Nicelerine özlemle, sizlerle bu yazımda 2019 yılında gittiğim Tayland ve Meksika'dan paylaşımlarda bulunacağım.
Uzun bir uçuşun ardından Bangkok'a inince insan; gördüğü renk cümbüşü, sokak pazarları, yiyecek tezgâhları, gösterişli, nakış gibi işlenmiş tapınaklar, birbirleri ile adeta yarış halinde olan motosikletler, tuktuklar ve kalabalık insan grupları içinde şaşkına dönüyor. Kesinlikle gördüğüm en hareketli, en canlı şehirlerden biri Bangkok. Ülkenin kuzeyinde bulunan Chaing Mai şehiri ise daha küçük, daha sakin ve daha doğa ile iç içe. Yöresel yemekleri konusunda oldukça iddiali olan Chaing Mai'yi ben daha çok sevdim. Hem daha yeşil hem de kültürel anlamda ve de şehir yaşamı açısından insana yeteri kadar seçenek sunuyor.
Ve bir başka rengârenk ülke Meksika...Frida Kahlo'nun memleketinden zaten başka ne beklenir? Meksiko City'de geçirdiğim 4 gün süresince bol bol müze, sokak sanatı (murallar) ve tarihi eser gezme imkânım oldu. Fakat Mexico City'de onlarca müze var. Eğer kültür ve sanata merakınız varsa bu şehirde en az bir hafta geçirmenizi öneririm. Fotoğraflarda özellikle Ulusal Antropoloji Müzesi’nden ve şehir merkezindeki tarihi kalıntılardan paylaşımlar göreceksiniz.
Daha önce de dediğim gibi; dünya tam bir görsel şölen! Keyifli gezintiler….
Fotoğraf : Lara Uyal, İç Mimar
İtalya’nın güneyinde yer alan Costiera Amalfitana bölgesi, capcanlı sahilleri ve turistik spotları ile bir cennet adeta. Ekim ayının sonunda Positano, yaz aylarının kargaşası ve kalabalığı olmadığı için gayet keyifliydi. Sabahki ilk vapura bindiğim için şehir yeni uyanıyordu. Kafeler kepenklerini açıp içlerine güneşi çekiyorlardı. Güneyliler sıcak hava ile bedenlerini denize atmaya yatkın olduklarından aklıma Positano ve Amalfi arasında yer alan Furore’deki bir fiyort geldi. Fiyortta mutlaka birileri olduğunu varsayıp hemen oraya ulaştım. Oysa tek bir canlı bile gözükmüyordu etrafta. Sağımda masmavi Tiren Denizi, önümde upuzun bir tünel ve solumda dört gözle kavuşmayı beklediğim bomboş Fiordo di Furore. Fiyorda inen yürüme yolu aynı filmlerdeki gibi sarı şeritle çevrelenmişti, biraz ilerledikten sonra pes edip Amalfi’ye yürüme kararı aldım. Costiera boyunca araba kullanmak karmaşık bir dile hâkim olmanın ustalığı kadar zor derler, yürümek ise başlı başlına dilin bütününe dönüşmek gibiydi ve ben bu dile oldukça az hakimdim. Dağ kenarı ve uçurum arası o kadar dardı ki 2 araba geçeceği zaman yolun bir tarafındaki sürücü diğerine yol verme zorunluluğuyla ilerliyordu. Şehir merkezine yaklaştıkça trafikle karşılaşır oldum. Güzel ama güvenilmez bu yolda mavi ve yeşilin bir parçası haline büründüğümü düşünerek 2 saatlik yürüyüşümü bitirdim. Akşamüstüne doğru güneş, kayalık dağın arkasında kaybolup şehri gölgede bıraktığı sırada ben de gölgede kaybolanlardan olmuştum.
Fotoğraf : Banu Özel
“Dünyayı dolaşın. Görebileceğiniz bütün rüyaların en muhteşemi!” demiş Amerikalı yazar Ray Bradbury. Geçen sene içinde yaptığım İzlanda, İrlanda ve Panama gezileri tam olarak da böyle deneyimler oldu. Tabii ki bu maceralara, son birkaç yıldır İngiltere’de yaşadığım için, burada yaptığım kısa gezileri de eklemek isterim.
İzlanda’ya gitmek istememin başlıca sebeplerinden biri, şansım yardım ederse, kuzey ışıklarını görebilmekti. Bu, uçuş problemleri nedeniyle gecikmeli başlayan seyahatimde mümkün olamadı ama İzlanda kuzey ışıkları olmadan da muhteşem! Eşsiz doğası, kendine has mimarisi ve lezzetli yemekleri ile kesinlikle görülmeye değer. Renkli küçük evleri ve ülkenin en yüksek yapılarından biri olan Hallgrímskirkja Kilisesi ile başkent Reyjkavik, 38 derece su sıcaklığı ile ziyaretçileri karşılayan Blue Lagoon termal havuzu, krater gölleri, sayısız gayzerler ve şelaleler, volkanik Black Sand plajı, şirin Vik Kasabası ve küçük İzlanda atları… Hepsi ve daha fazlası İzlanda’ya tekrar gitmek için bir sebep.
2019 Şubat’ı beni bir de dünyanın öbür ucuna, Orta Amerika’ya götürdü. Kanalı ile ünlü Panama şehrinde beni en çok etkileyen şey Unesco Dünya Mirası da olan tarihi bölgesi Casco Valejio’nun dar sokakları ve son zamanlarda restore edilmiş rengarenk evleri oldu. Neden bilmem? Ben kapıları pek bir severim. Panama bana bir sürü renkli renkli kapılar sundu.
Nisan ayında ise yolum İrlanda’ya düştü. İrlanda denince aklıma üniversite yıllarından beynime kazınmış James Joyce ve Dublin hikayeleri, bir müzik efsanesi olan U2 grubu ve geleneksel İrlanda müziği, Trinity College ve muhteşem kütüphanesi gelir. Şanslıyım ki bu gezide yıllarca bende iz bırakmış bu kültür değerlerini yerlerinde görebilme ve deneyimleme imkanı buldum.
İngiltere’de yaşamanın en sevdiğim yani haftasonları küçük gezilerle keşfedilecek pek çok yerin olması. Londra, Canterbury, Oxford ve niceleri… Her yer kendine özgü tarihini ve mimari yapısını korumuş, modernleşme şehirlerin tarihi dokusunu söküp atmamış.
Dünya tam bir görsel şölen, fotoğraflar kanıtı.