"Ankara'dayız ama yaptığımız on projenin ikisi burada"

07 Ekim 2011

Şu anda hangi projeler üzerine yoğunlaşıyorsunuz?

GE: Bilgi Teknolojileri Kurumu'nun (BTK) merkez ofisini kuruyoruz. Ön projelerini tamamlamak üzereyiz. Onun dışında üniversiteler için geliştirdiğimiz ek bina projelerimiz var. 

Daha çok hangi kentlere proje üretiyorsunuz?

GE: Türkiye'nin her yerine.

SE: Aslında Ankara'da çok iş yapmıyoruz. On proje yapıyorsak ikisi burada oluyor.

GE: Bingöl ve Datça'da bazı projelerle uğraşıyoruz. Datça'daki yat limanı projesini mimari proje anlamında belli bir düzeye getirdik, şu anda mühendislik boyutuna geçildi. Bingöl Üniversitesi kampusu yapılıyor. Bunun dışında Karadeniz kıyısında bir yük limanı projesi ve Malatya'da bir kentsel dönüşüm projesi hazırlıyoruz.

SE: Sınav Koleji'nin çevre düzenleme projesi tamamlandı. Karabük Üniversitesi Rektörlük Meydanı bitmek üzere, Yakında Eskişehir'deki Ekolojik Köy projemizin inşaatına başlanacak.


Seka ÜstGeçiti Kentsel Tasarım projesi

Şehir dışındaki projelerinizi geliştirirken nasıl bir yöntem izliyorsunuz? Sık sık gidip geliyor musunuz?

SE: Alanı görmeyi tercih ediyoruz çünkü atladığımız noktalar olabilir.

Daha önceki bir söyleşinizde İzlanda yarışmasıyla ilgili bir anekdot aktarıyor ve "Sokak isimleri bile o kadar aklımızda kalmış ki, oraya gidince daha önceden görmüş gibi hissettik" diyorsunuz.

SE: O yarışmada doneler biraz eksikti. Dolayısıyla o dönemde bizimle birlikte çalışan bir arkadaşımız, sınırlı AutoCAD dosyasını alıp, Google'daki harita ile birleştirerek şehrin modelini çıkardı. İstenilenden fazla bir şeyler sunabiliriz derken, yeniden bir şehir yarattık. Sonra da bol bol fotoğraflara bakıp sokakları ezberledik. Mesela proje alanındaki kiliseyi pek çok açıdan incelemiştik. Oraya gidince şehri incelemek için kilisenin kulesine kadar çıktık. Ama şansımıza kötü bir mevsime denk gelmişiz, sisten pek bir şey göremedik. Yine de o yarışma sayesinde hayalini kurduğumuz bir şeyin içine girdik. En azından bana öyle bir his verdi.

1999–2009 yılları yoğun olarak yarışmalara katıldığınız bir dönem. Otuza yakın ödül alıyorsunuz. Şu anda yarışmalara katılım açısından biraz daha durulmuş bir durumdasınız sanırım.

SE: Evet, son 2-3 yıldır yoğun olarak uygulama projeleri çiziyoruz.

GE: Yarışmalardaki o ödül birikimi uygulama projesine dönüşmeye başladı. Aradaki tek fark bu, ama o günleri gerçekten çok özlüyorum. Elimiz rahatlayınca tekrar yarışmalara dönmek istiyoruz. Bir de aslında şöyle bir gerçek var; meslek hayatımızın tamamı bir yarışma. Bunları yaparken de hep yarışıyoruz. Bir proje hiçbir zaman doğrudan bizden alınmıyor, mutlaka 3 - 5 rakibimiz oluyor. Ön projeler hazırlanıyor ve bizimki onlar arasından beğeniliyor.

Daha önce bahsettiğiniz ‘resmi ve resmi olmayan yarışma' durumu buna mı tekabül ediyor?

GE: Mesela özel sektöre Datça Yat Limanı'nı yapıyoruz. İsmi yarışma olmasa da o projede de yarışma sürecine benzer bir süreçten geçtik.

Resmi yarışmalar sonrasındaki bu dönemimizde, resmi yarışmalardaki birtakım eksiklikleri, hataları fark etmeye başladık ve bu da bizi rahatsız etmeye başladı. Gelişmiş ülkelerdeki yarışmalarda jürinin 3 ay inceleme süresi varken, Türkiye'de bu 3 güne iniyor. Resmi olmayan süreçte ise müşteriye kendini doğru anlatma fırsatı olmaya başlıyor. En nihayetinde mimarın, kullanıcıyı mutlu eden bir proje yapması gerekiyor. Türkiye'deki yarışmalarda bu tam böyle olmamaya başladı. Jüri dediğimiz bir oluşum var ve bu oluşum kullanıcıların ihtiyacını çok idrak edememeye başlıyor gibi. Öyle bir kopukluk var. Jüri onların adına karar veriyor, sonra da çekiliyor. Kullanıcı da kullanamadığı bir tasarımla karşı karşıya kalıyor. Bunun bir şekilde aşılması gerekli. İşte resmi olmayan yarışmalarda, yani gerçek hayattaki uygulamalarda bu sorunları anlatarak müşteriyi ikna etme fırsatı kazanabiliyorsunuz. Bu kez de, "Acaba daha sağlıklı binalar üretmek açısından bu daha mı iyi bir yöntem?" sorusunu sormaya başladık.

Ama her şeye rağmen yarışmada insan çok daha serbest olabiliyor. Birebir uygulamada ise bürokratik süreçler bazen çok yoruyor.

GE: Evet, olayın bir de öyle bir handikapı var. Mimarlık mesleğinden olmayanların başka istekleri de olmaya başlıyor ama yine de o bir şekilde aşılıyor.

SE: İsveç'te, az önce Günay'ın bahsettiği kullanıcı ile tasarım arasındaki kopukluğu destekleyen bir yarışmaya girdik. Jarva Mezarlığı… Paftaları kendi dillerinde istiyorlardı çünkü projeler öncelikle yerel halka sunulacaktı. Halkın anlamasına önem veriyorlar ve tüm paftaları anonim bir şekilde 1 ay boyunca bir sergi salonunda sergiliyorlar.

Kamusal alanı ilgilendiren bir proje olduğu için olmalı…

GE: Kamu binası da olsa kullanıcıların o konuda fikirlerini belirtebilmeleri gerekiyor.

SE: Öncelikle halkın tepkisine bakmak istiyorlar.

GE: Halkı dışlamadan sürece dahil etmeleri güzel bir şey. En kötü ihtimalle halkı mimarlıkla tanıştırıyorlar. Bu durum çocuklara kadar nüfuz ediyor ve uzun vadede mimarlığın seviyesini yükseltiyor.


Mesleki Seçim ve Mimarlık Yaklaşımı
Yarışmalar ve Uygulamalar Üzerine
Mimari Ekip
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :