Bir büronun 'iç organları'

09 Mayıs 2008

MesutT: Biraz da internet sitenizden bahsedelim mi? Ekip olarak bizim çok hoşumuza gitti. Bir şirket web sayfasına hiç benzemiyor, çok eğlenceli. Ve aslında bizce, sizin hakkınızda projelerinize bakarak söylenebileceklerden çok daha fazla şey anlatıyor.

 

ErtuğU: 1.5 yılda, çok yavaş, akla geldikçe şekillendi. Burada herkesin katılımıyla, en ortak yapılmış şey nedir diye sorsanız, bunun cevabı belki de sitemiz olabilir.

 

MehmetK: Bilinçli olarak bir blog yapalım, burada edit edilsin, herkes ona bir şeyler katsın istedik. Öncelik büro içindeydi ama sonrasında dışarısı ile de iletişim kurulacak bir yapı olmasını istiyorduk. Şu anda o kadar yoğun değil ama dışardan yorumlar alıyoruz, onlarla yazışıyoruz. ‘Biz de şu işi bitirdik' demenin yerine ‘biz de şunu yapıyoruz, araştırıyoruz, şunları beğeniyoruz, arada da çuvallıyoruz'demeyi tercih ediyoruz. Hafiften iç organlarımızı göstermekte bir sakınca bulmuyoruz. Bunun, eninde sonunda bizi daha iyi iş yapmaya iteceğini düşünüyoruz. Öyle olmasa bile insanlarla daha iyi ilişkiler kurabileceğimizi, daha güzel bir hayat yaşayabileceğimizi düşünüyoruz.

 

MesutT: Mimarlık, hep ürün üzerinden değerlendirilen bir iş ya... Ama o yapıyı tasarlayan, yapan bir ekip var. Onların da bir gündelik yaşam döngüsü var. Ve sizin siteniz size dair önemli ipuçları veriyor.

 

ErtuğU: Bir de sonsuz bir proje. Yapısı nedeniyle sürekli gelişmeye açık bir proje. Burada yapılıyor.

 

MehmetK: Her an güncellenebiliyor, işletilebiliyor olması bir nevi bir iletişim meselesi. Aslında henüz çok fazla da işletemedik. Ama en azından bir başlangıç yaptık, bundan sonra daha tadını çıkararak kullanabiliriz. Keşke daha fazla kişi aktif olarak izlese, yorum yazsa, biz de daha fazla uğraşabilsek. Hedef bu.

 

 

MesutT: Büronun lokasyonu hakkında da ‘Şişli'de bir apartman' ibaresi dikkat çekici. Benim aklıma hemen ‘Lüküs Hayat' geldi. Bu bilinçli bir gönderme mi?

 

ErtuğU: O hissi verebilir diye düşünmüştük. En azından birkaç kişiye de vermiş (gülüşmeler) Tabii gelmeden o fotoğraftan oranın Şişli'de bir apartman olduğu anlaşılmıyor.

 

MehmetK: Biz buraya gelmeden önce Tünel'deydik. Tünel şimdi çok popüler oldu ve biz çıkmak zorunda kaldık. Biraz daha büyük bir ofis arıyorduk ve bulamıyorduk. Kötü kötü yerlere acaip fiyatlar istiyorlardı.

 

ErtuğU: Ne diyorlardı, soylulaştırma. Bizim atılış gerekçemiz. (gülüşmeler)

 

MehmetK: Bir de oranın kozmopolitliği daha kıl tüy bir kozmopolitlik. Gerçek olan burada aslında. Şişli dediğimiz zaman insanların yüzleri değişiyor. Bu da aslında o tür bir kozmopolitliğe tam da yanaşılmadığını gösteriyor. Biraz daha turistik bir kozmopolitlik o.

 

ErtuğU: Kozmopolitliğin pis bir tarafı olmalı. Orası (Tünel) çok romantik.

 

MehmetK: Bir yandan aklını da kullanmak gerek. Burası İstanbul'un iyi caddelerinden biri. İstanbul'da kaç doğru düzgün cadde var ki, kaçında kaldırımlar bir metreden daha geniş, kaçında böyle binalar var? Oradan çıkıp buraya geliyorsunuz ve sırf yerleşmiş imajlar nedeniyle fiyatlar yarısı. Standartlar, oradakinin daha iyisi. Bazı hissiyatları aşabilirseniz, opsiyonlar açılıyor.

 

MesutT: Biraz da Ertuğ Bey'in öykücülüğünden bahsedelim mi? İlginç bir rastlandı oldu, Dış Ses bölümümüzde şu an sürmekte olan bir yazı dizimizin de başlığı ‘Daktilosunu T Cetvelinin Yanına Koyanlar'.

 

ErtuğU: Öykücülük değil ama eskiden beri yazıyordum. Yayınlanan iki kitabım öykü, ama aslında sadece öykü yazmıyorum. Yazarlık mimarlığı nasıl etkiliyordur? Bunun tahlilini ben yapabilir miyim bilemiyorum. Belki bazı sıfatları daha çok kullanıyorumdur. Aslında meslek adamları yazdıkları zaman, meslekleri de biraz yazdıklarının içine girer ve bu benim hiç de hoşlandığım bir şey değildir. Yazar jeolog olduğu için olmadık bir yerde kayaların katmanlarından bahsederse, o adamın şivesi oraya sızmış gibidir ve onu dengelemek çok önemlidir. Olmasa keşke diye düşünürüm.

 

MesutT: Doğan Tekeli, yapıları bir senaryo olarak ele aldıklarını söylemişti. Acaba öykücülüğü de bu çerçevede düşünebilir miyiz?

 

ErtuğU: Romancılık daha çok olabilir. Ben, özellikle ODTÜ'deki mimarlık eğitiminin etkisini çok görüyorum. Kafamda belli bir plan oluşturmadan yazamıyorum. Ama başkaları nasıl yazıyor, onu da bilemiyorum. Yazarların nasıl yazdıklarını okuyunca, örneğin Calvino ya da Orhan Pamuk, herkesin kendine göre bir yöntemi var. Nasıl mimarların nasıl tasarım yaptıklarına dair söyleyebilecekleri farklı farklı şeyler varsa, yazarlar için de aynısı geçerli.

 

MesutT: Soralım o zaman, bir projeye başlarken belirleyici olan bir imge mi oluyor yoksa proje kendi açılımlarını da beraberinde mi getiriyor?

 

ErtuğU: Bazen bir imge oluyor ama her zaman da değil. Kimi zaman sürekli analizler yapılarak, orası anlaşılmaya çalışılıyor. Onun da projeye, programa göre farklı farklı yöntemleri var.

 

MehmetK: Bir projede tabi ki probleme yönelik meseleler düşünülüyor. Ama bunun dışında kafanızda da jenerik bir his, düşünce yoksa, çok iyi bir şey çıkacağını düşünmüyorum. O problemden ya da bağlamdan bağımsızlaşabilen bir şey gerekli. Bu bir imge mi, bir kurgu anlayışı mı, her neyse... Hafif dönüştürücü bir şey. Sadece o konunun araştırması, durumun analizi, bir yapı kurmaya yeterli değil.

 

MesutT: Yarışmalara katılıyorsunuz, öte taraftan Fener Balat Projesi'nde de yer alıyorsunuz. Yapılı bir çevre içinde farklı bürolarla çalışmak nasıl bir deneyim?

 

ErtuğU: Fener Balat Projesi'nde yer alan mimarların birbirleri üzerinde çok etkisi olduğunu söyleyemeyeceğim. Hep beraber katıldığımız toplantılar, atölyeler yapılıyor. Ama yapılanların hepsini bir araya getiren, birini diğerine göre değiştiren bir üst bakış yok. O nedenle, mimarlarla birlikte çalışmakla ilgili çok özel bir deneyim olmadı. Ama yapılı bir çevrede çalışmak kısmını ayrı bir soru olarak düşünürsem, yapılı bir çevrede çalışmak biraz daha heyecanlı bir şey sanırım. Bir başka efsane daha vardır hani, bir mimarlık bürosunun bir konu üzerinde yoğunlaşması; bize bir konuda özelleşmek isteyip istemediğimiz sorulsaydı, eğer bir programdan çok bir durum söyleyecek olursam kentin içinde katmanlar arasında kaybolmuş, kentin baskısını hisseden yerlerde çalışmak olurdu. Ki bunun içine başka mimarların baskısı da dahil. Örneğin başka bir mimar oraya bir şey yapmış, siz orada gard alıyorsunuz. Fener Balat'ta kentin baskısı var ama başka mimarların baskısı çok yok. 

 

MehmetK: Derinden de olsa mutlaka vardır.

 

ErtuğU: Ben, yokluğundan müzdaribim. Keşke olsa.

 

MehmetK: Ben aslında ‘hep beraber neye yol açacağız'ın sorumluluğunu hissediyorum. Tam kayıtsız hissedemiyorum kendimi.

 

ErtuğU: Ben, birbirimizi şekillendirdiğimizi hissetmedim. Tabi görüyorsunuz başka projelerde neler oluyor, benzer problemler karşısında ne gibi gardlar alınmış, danışmanlarla görüşüyorsunuz... Çok toplantı yapıldı, ama öyle karşılıklı birbirini şekillendirme gibi bir durum söz konusu olmadı. Daha çok bağımsız adalar gibi bir durum söz konusu.

 

MesutT: Büronun işleyişinden biraz daha bahsedebiliriz belki...

 

ErtuğU: Buraya geldikten sonra daha çok maket yapmaya başladık. Sonuçta maket yapmak ve saklamak bir mekan meselesi. Maket yapıyoruz ve faydasını da görüyoruz. Bunu biraz da projeyi her noktadan test etmek için yapıyoruz. Fener Balat gibi bazı projeleri çok test etmek gerekiyor. Onun çeşitli ölçeklerde çok maketi var. Bilebildiğiniz tüm sunuş yöntemlerini kullanıyorsunuz. Ofiste şu maket yapar gibi bir durumumuz yok. Sorumlu olunan proje ile ilgili maket yapma isteklisi olunmasını bekliyoruz.

 

Büroda da proje bazlı bir sistem izliyoruz. İki türlü mimar var diyebiliriz: Mimar ve proje mimarı. Küçük ya da büyük herhangi bir projenin sorumluluğunu alabilecek noktadaysa, o bir proje mimarıdır artık. Şu ana kadar da çok esnek olma durumunda olduk. Projelerin çok dur kalkı oluyor ve ona adapte olabilecek bir yapıyı sürdürmeye çalışıyoruz.

 

MesutT: Ankara, Antalya, İstanbul gibi süreçlerin farklı olduğu, farklı geliştiği yerlerde yaşadınız, çalıştınız. Geçmiş deneyimlerin büroya yansıması nasıl oluyor?

 

ErtuğU: Aslında Antalya'daki bölüm dışında hep Teğet'teydim. Orada da kendim bir şeyler yapmıştım. Bir tek master yaparken Döner Sermaye'de Haluk Pamir ile birkaç proje yapmıştık. O da bir büro deneyimi değildi. Bir taraftan master yapıyorsunuz, okulda bir oda ofis şekline sokulmuş. Öğrencilikten çıktığınızda içinde bulunulabilecek en rahat ortamlardan biri. Haluk Bey bizi çok serbest bırakıyordu. Birkaç arkadaş, neredeyse o projenin sorumlusu gibiydik.

 

MesutT: İnsan kaynakları konusunu nasıl ele alıyorsunuz? Benimsediğiniz özel bir yöntem var mı? Yoksa tanıdıklar, yakın çevre üzerinden mi gelişiyor her şey?

 

ErtuğU: İster istemez biraz tanıdıklar üzerinden ilerliyor. Ama Türkiye'de pekçok şey tanıdıklar üzerinden ilerliyor. Elbette yöntem o değil. İlan veriliyor, görüşmeler yapılıyor. İlk görüşmeyle bir insanı tanımak çok zor. Bizim en çok önem verdiğimiz konu, buradaki ortama ayak uydurabilecek biri olması. Öyle olmayınca, ki bu anlamda birkaç deneyimimiz oldu, büroda yalnız kalıyor. Teknik beceri ya da yetenekler de yardımcı olmuyor o noktada. Çünkü en nihayetinde küçük küçük ekip çalışmaları yapıyoruz. Diğer önemli bir nokta da, bu işi sevip sevmemesi.


Şişli'deki Apartıman Dairesi
Teğet Mutfağı
Ödüller
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :