Ayça ile Erginoğlu & Çalışlar’dan tanışıyorsunuz, değil mi?
Zeynep Şankaynağı: Evet, yaklaşık altı sene birlikte çalıştık.
Ayça Taylan: Benden sonra işe alınan ilk kişi Zeynep’ti. Yanımda oturuyordu. Çok şanslıyım yani.
Ayça’nın İTÜ değerlendirmesinin ardından senin MSGSÜ deneyimini de dinlemek isteriz.
ZŞ: Hikayeyi biraz geriden alayım. Elim kalem tutmaya başladığından beri resim yaparım. Bu nedenle hep güzel sanatlarda okuyacağım düşünülüyordu. Ortaokulda yetenek sınavlarına hazırlanmaya karar verince, fikir edinmek için İstanbul’daki üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerini gezdim. Tabii, Mimar Sinan’a ilk bakışta aşık oldum. Boğaz beni hep büyülemiştir. Okulun girişindeki perspektifin muhteşemliğini gördüğüm anda hedefim belirlenmiş oldu. Bunun neticesinde, her fırsatta resim yapmaya devam ettim. Sabah 5’te kalkıp okula gidene kadar aklımdaki resimleri tamamlamaya çalışırdım. Diğer yandan matematiğe ve yaratıcılığın üç boyutlu kısmına ilgim zaman içinde beni mimarlığa yaklaştırdı. Nereye gitsem bölgedeki yapıları inceleyip tasarımın detayları üzerinde düşünüyordum.
Bu ilgini tetikleyen ne oldu?
ZŞ: Sanırım İstanbul'un bunda büyük bir etkisi var. Annem Türk Dili ve Edebiyatı mezunu. Çocukluktan beri ondan hep İstanbul’la ilgili şiirler dinledim ve bu kafamda çok romantik bir şehir algısı oluşturdu. Şehir yaşamında ve şehri oluşturan yapılarda gördüğüm incelikleri takdir etmeye ve bu tip şeyler üzerinde düşünmeye başladım. Bunun sonucunda lisenin ilk yılında bir baktım ki Windows Paint’te sürekli hayali konut planları çiziyorum (gülüyor). Bir yapının içinde duvarlar olmasa nasıl olur gibi şeyler düşünüp üretme heyecanına kapılıyordum. Böylece Mimar Sinan hedefim sabit kaldı ama resim yerine mimarlık okumaya karar verdim. Sonrasında ilk tercihim olan MSGSÜ Mimarlık Bölümü'ne girdim.
Peki okulda resim bölümüyle bir etkileşimin oldu mu?
ZŞ: Mimarlık okurken bir yandan resimden, heykelden ders alırım diye düşünüyordum ama olamadı tabii. O dönemde bizim okulun epey yoğun bir eğitim sistemi vardı. Seçmeli ders veya boş vakit gibi şeyler yoktu. Ama farklı bölümlerden arkadaşlarım oldu. Çeşitli atölyelerin çalışmalarını inceliyordum, bir yandan da resim yapmaya devam ediyordum. Eğitim hakikaten zordu ama çok keyifliydi. Hep bir adım ileri nasıl giderim diye bakıp daha fazlasını istediğim için benim yapım o ekole çok uydu. Bu açıdan kendimi geliştirebildiğim bir öğrenim süreci geçirdim. Mimarlığa ve resme olan ilgim takdir edildi ve okulu dönem birinciliğiyle bitirdim. Sonrasında bir sene kadar Team Fores’te çalıştım. Kurucusu Serter Karataban da MSGSÜ mezunudur. Yine MSGSÜ'den Nihat Hoca da oradaydı. Sonra bizim okulda ders vermeleri vasıtasıyla tanıdığım ve işlerini takip ettiğim Erginoğlu & Çalışlar’a başvurdum. Yaşıma göre sağlam bir portfolyom olduğunu söylemeliyim çünkü okul projelerim elde çizilmiş, etkileyici işlerdi. Hepsi okulda sergilenmiş projelerdendi. O yüzden onlarla da frekansımız tuttu. Erginoğlu & Çalışlar’da çok şey öğrendim ve çok güzel günler geçirdim. Kerem Bey ve Hasan Bey harika bir ortaklık yürütüyorlar. Ofis çok öğretici, sorumluluk verme anlamında da çok yüreklendiriciydi. Konseptini tasarlıyorsun, uygulamasını çiziyorsun, sonrasında şantiyeye gidip kontrolünü yapıyorsun, bu müthiş bir sorumluluk. Ayça’yla da orada tanıştık ve 6 yıl kadar beraber çalıştık.
Aynı zamanda ikinizin de sanata yoğun bir ilgisi var. Ayça’nın fotoğrafa, seninse resme. Belki buna ilgiden de öte, ‘aşk’ demek gerek.
ZŞ: Evet, sanat aşkımız var. Üretmekten çok keyif alıyoruz. Birbirimize iyi bir detay gösterdiğimizde harika bir yemek yemiş kadar keyif alabiliyoruz. Bizi bir araya getiren de bu aslında. Bir şeyler üretmenin heyecanının yanında bir de birlikte bir şeyler üretmenin heyecanınızı yaşıyoruz şimdi. Beraber üretim yapmak, tek başına ortaya koyduğuyla kıyaslanamaz bir keyif veriyor insana. Çünkü ne de olsa hayat paylaştıkça anlam kazanıyor ve mutluluk paylaşınca çoğalıyor. Bu harika enerjinin sonucunda ZAAS doğdu.