Kendi büronuzu açmadan önce, hiç "çırak"lık deneyiminiz oldu mu?
Mimarlıkta usta çırak ilişkisini çok önemli buluyorum aslında. Fakat bu "çıraklık" deneyimini benim çok yaşama şansım olmadı ve bunun da zararlarını gördüm mimarlık yaşamımda. Benim okuduğum ve mezun olduğum dönemler mimarlığın kara dönemiydi. Genellikle o dönemdeki mimari ürünler çok parlak değildi.
Öğrenciyken iki büro deneyimim oldu. İlkinde iki hafta çalıştım, iki hafta boyunca ikide bir ucu tıkanan bir rapidoyla çim tarattılar. Ondan sonra da yine iki hafta çok sevdiğim Murat Artu'nun bürosunda çalıştım. İşin yürüyüşüne çok dahil olamadığım için işi çok sahiplenemedim. Ama o zamanlar büroların yapıları da buna çok müsait değildi.
Okul bittikten sonra hemen kendi büronuzu mu açtınız?
Ekinciler İnşaat'ın şantiyesinde çalıştım bir süre. Ama inşaatçı olmak istemediğim, mimarlık yapmak istediğim için bıraktım o işi.
Daha sonra Libya'ya gittim. Orada proje işi, maket ve perspektif yaptım. Ama kısa süreli işlerdi. Üniversiteden arkadaşlarım Hakan Dalokay ve Rıza Tansu'nun beni büro açmaya ikna etmesi üzerine Istanbul'da ilk büromuzu açtık.
1988 yılında çok güzel bir büro kurduk. İlk bürolardandık ve son derece donanımlıydık; Amerika'dan bir sürü para ödeyerek autocad programı ve plooter almıştık. Ama pek akıl karı bir büro değildi; "ayağını yorganına göre uzatmayanlar"ın bürosuydu yani. Etiler'de bir villa... Sekreterimiz var, şoförümüz var, bahçıvanımız var ama, hiç işimiz yok! Büroya arkadaşlarımız gelip gidiyor; yiyoruz, içiyoruz, eğleniyoruz.
Peki, ilk işinizi nasıl aldınız?
Varan'ın, Gümüşsuyu'ndaki eski bir apartmanı otele dönüştürmek işiydi. Fakat bina kaça yapılır, piyasa nasıl hiç bilmiyoruz. Toplantıya giderken Hakan bir cebine 2.5 milyonluk, diğer bir cebine de 4.5 milyonluk iki teklif koydu. Toplantının havasına göre birini verecek. Rıza işi almayı çok istediğinden, Hakan'ın eli her 4.5 milyonluk teklife gittiğinde heyecanlanıp konu değiştiriyordu. Hakan da 2.5 milyonluk teklifi verdi, adamlar teklife bakar bakmaz hemen el sıkıştık. Meğer bizim tekliflerin ikisi da çok ucuzmuş; 12.5 milyona falan yapılırmış öyle bir iş...
İlk işimizi aldık ama, süründük tabi. Ondan sonraki iki yıl ufak tefek işlerle geçti; arkadaşın birine dolap yapıyoruz, diğeri bürosunda tadilat istiyor... Fakat ben stresten ölmek üzereyim. İşleri yoluna koymak için toplantı yapmaya karar verdim. İlk toplantımız da şöyle oldu; bir gün "arkadaşlar sizi toplantıya davet ediyorum" dedim, ikisi de çok şaşırdı. Çünkü toplantı diye bir kavram yok bizim büroda. Biz yiyip içip eğleniyoruz... Toplantı da gelirimizi, giderimizi hesapladık. Kendimize ekonomik programlar yaptık, önümüze hedefler koyduk. Ondan sonraki süreçte büro kendi kendini çevirmeye başladı. Mimarlık işi zaten gelmiyordu. Eşe dosta küçük işler yapmaya devam ediyorduk. Vedat Dalokay'a birkaç projenin çizimlerini yaptık. Tam işler artık düzene girdi derken, Hakan büyük bir heyecanla "Ben granit fabrikası açacağım" dedi. Ama hiç paramız yok... Mimarız, granitle alakamız yok... Hakan ısrar edince büroyu dağıttık. Onlar da granit fabrikası değil bar açtılar. Ama üçümüzde, o zaman o büroyu dağıtmanın hata olduğunu düşünüyoruz. Çevre edinmiştik, sistemimizi kurmuştuk. Eğer büroyu dağıtmasaydık şu an Türkiye'nin en köklü bürolarından biri olurduk.
İlk büro dağıldı...
1990 yılında Ankara'ya döndüm. Kendi başıma büro açtım. Fakat o büro uzun süreli olmadı. Çünkü ilk defa büyük bir iş, 1000 m²'lik bir pizza restoranının dekorasyon işini aldığım sırada aklıma askerlik geldi. Yüksek lisansı bırakmıştım ve asker kaçağı olup olmadığım konusunda askeri mahkemeye çıkmıştım ve mahkemenin sonucunun ne olduğunu bilmiyordum. İşi alınca da iş yarım kalmasın, ona göre plan yapayım diyerek askerlik şubesine gittim ve askere ne zaman gitmem gerektiğini sordum. İsmime baktılar, birden telaşlandılar. Kaçak durumundaymışım, hemen gitmem gerekiyormuş, bir anda asker oluverdim. Bürom var, işlerim yoluna girmiş ama hayatım yine değişiverdi. İşi devredecek ortak buldum, bir gecede büromu taşıdım ve ertesi gün askere gittim. Askerden dönünce de şu anki büronun temeli olan büroyu kurdum, yine Ankara'da.
Peki, üçüncü büronuzu kurduğunuzda artık belli bir tecrübeniz de vardı. İş almanız daha kolaylaşmış mıydı diğer büro deneyimlerinize göre?
Hayır, kimse kolay kolay iş vermiyordu hala ama, ben mimarlık yapmak istiyordum. Babamdan kalan iki evi satıp birinin parasıyla arsa aldım, diğerinin parasıyla da inşaata başladım. Ama ben inşaatı bitirmeden ekonomik kriz oldu. İnşaata devam edersem batacağımı biliyordum ama inşaatı bitirmek istiyordum. Sebat ettim, borç aldım, evi tamamladım.
Genç mimarlara genelde dekorasyon işleri gelir, ben de dekorasyon işleri yapıyordum. Sonra bir tanıdık vasıtasıyla, İncirlik ve Pirinçlik Hava Üslerinde proje yaptık. İş, mimari açıdan enteresan değildi ama çalışma sistematiğini, proje sunuş şeklini ve standartları öğrenmek açısından iyi bir deneyimdi. Ayrıca bize uluslararası çalışma disiplini kazandırdı.
Ben ofisi aynı zamanda ev olarak kullanıyordum. Çok samimi bir ortamımız vardı, ama çok disiplinli çalışırdık. Sonra evlenince başka bir ev tuttum fakat yine iş yoktu. Ucu ucuna yaşıyorduk. Bir sürpriz olmazsa büro kapanacaktı.
Ve imdadınıza Ekinciler Binası yetişti?
Evet, Ekinciler önce bir çalışma istedi, çalışmayı beğenince de işi bana verdi. Böylece büroyu İstanbul'a taşımış oldum. O zamanlar Ekinciler'in yoğun işleri vardı. Bazılarının uygulama projelerini çizdim, Riva'da amcama bir tane çiftlik evi yaptım, Tuncay Çavdar Göztepe Projesi'nin uygulamalarını çizdim. Böylece iş almaya devam ettim.
Mimarlar için ilk binalarının ortaya çıkması önemlidir. Benim için de Ekinciler Binası'nın ortaya çıkması çok önemliydi. Çünkü bu binayı görüp beğenen bir arkadaşım Finansbank binasını birlikte yapmayı önerdi. Finansbank binası bittikten sonra Ekinciler'le Finansbank'ı beğenen başka bir arkadaşım başka birşey önerdi. Ama ilk bina ortaya çıkmadan olmuyor. Bana bu şansı da amcam sağladı.
Bu da doğal bir süreç değil mi aslında?
Evet, önceleri küçük işler yapıyorsunuz. Bitirdiğiniz her işte tecrübe kazanıp bir sonraki işi alabiliyorsunuz. Önce bir kulübe yaptırırlar, yapabildiğinizi görünce dekorasyon işi gelir, ondan sonra bina yaptırırlar.
Önemli olan kazandığınız tecrübeleri işinizle somutlaştırabilmek öyle mi?
Elbette öyle. Ama bu süreçte kazanılan tecrübe, inşaat ve malzeme bilgisinden çok sosyal tecrübe. Yani işe nasıl hazırlanacağınızı, nasıl davranmanız gerektiğini, işvereni nasıl ikna edeceğinizi vs. öğreniyorsunuz.
Siz işvereni nasıl ikna ediyorsunuz, peki?
"Bunu hak edecek ne yaptım?", "Vay başımıza gelenler"... Toplumca böyle bir tepkisel tarafımız varken mimarlara bir de bunun üzerine duygusal olma eğilimi hakim. Dolayısıyla her an isyan edebiliriz. Ben da kendi içimde de isyanlar ve yıkımlar yaşıyorum. Hem de çok... Hal böyle olunca, pek çok projeyi hatta, yapmaya başladığım inşaatları bile kaybettiğim zamanlar oluyor.
Adamlar balkonu değiştirmeyi öneriyor örneğin, benim moralim o kadar bozuluyor ki, küsüyorum. Bazen enerjim olmuyor ve ikna etmeye bile çalışmıyorum, "ne yaparsanız yapın" diyorum. Yüksek enerjiyle toplantıya gidince ve akıllıca davranınca zaten iş veren ikna edilir. Enerjim yüksek olduğu için imkansız olan işleri bile aldığım oldu. Çok büyük bir heyecanla ve inançla anlattım projelerimi, ki bu projeleri çok büyük keyif duyarak yapmışımdır.
Büyük bir heyecanla toplantıya gittiğinizde iş veren zaten yelkenleri suya indiriyor. Ama yaralı kuş gibi giderseniz kanadınızı koparıveriyor. Çünkü özgüven çok önemli.